Fransa, ilk işe alım sözleşmelerini düzenleyen yeni yasa teklifi üzerine sokaklara döküldü. Avrokratlar, uzun zamandır istihdam yaratmanın yegane gerçekçi yolunun işgücü piyasasındaki yapay katılıkların tasfiye edilmesi olduğunu vazediyor. Bunun anlamı işgücü piyasasının siyasi eylem yoluyla olabildiğince esnekleştirilmesi. Bu yasa, bu çabanın küçük bir adımı, öyle ki MEDEF’in (Fransız TÜSİAD’ı) dahi aktif desteğine sahip değil. Fakat bir sinir bağlantısına dokunuyor. Bu bağlantının bir yanında Fransa’da bir süredir daha etkin olan liseli hareketi var; öte yanında ise şu an özellikle Avrupa’nın güneyindeki ülkelerin en önemli ve yaygın toplumsal hareketi olan güvencesiz çalışmaya karşı mücadele. Fransa banliyölerinde işsizlikten ötürü gerçek bir alt sınıf dışlanması yaşayan kesimi de bu tabloyla katın.
Güvencesiz çalışmaya karşı mücadele birkaç bakımdan önemli. Bir yandan, ‘80’lerle birlikte Avrupa’da yaygınlaşan kadın hareketi, barış hareketi, çevrecilik vs. gibi toplumsal olgulara bakılarak yapılan, sosyal eylemliliklerin temelinin artık post-materyalist bir düzleme kaydığı yolundaki tespitlerin tabutuna son çiviyi çakmış olması mühim, (belki Alain Touraine hâlâ ikna olmamış olabilir); öte yandan sosyal sorunu yeniden Avrupa siyasetinin göbeğine taşımış olması. İtalyan seçimlerini izleyen ve ülkenin dilini Tarzanca düzeyinde bilen biri için bile artık “Precarietà” ifadesini tanımamak mümkün değil. Kah afişlerde görüyorsunuz bunu, kah televizyonda duyuyorsunuz. Küçük bir hatırlatma, bizde kaçak ve sigortasız çalışmaya bağlı olarak ortaya çıkan olguyu da güvencesiz çalışma diye adlandırmak yaygın. Bu yanlışa düşmek Avrupa’dan tam tercüme siyasi tespit yapmanın risklerinin önemsiz bir örneği. Geçelim.
Güvencesizler hareketinin, liseliler, dışlanmış banliyö işsizleri ve Avrokratların mavralarına iyice karnı doymuş ücretli çalışanların (ve üniversiteliler gibi ücretli çalışmaya aday olanların) tam da kesiştiği noktaya çomak soktu merkez sağ Fransız hükümeti bu yasayla. Bizim basının köşelerini tutmuş haşmetli kanaat önderlerinin Fransa’yı sevmeme nedeni burada ortaya çıkıyor. ‘80’lerin ortasından beri neo-liberal sahtekarlığın şapkasından çıkardığı her tavşanın bokunda boncuk aramayı artık terk etmiş bir toplum var Fransa’da ve enayi yerine konmaya karşı öfkelerini dile getirmekte hiç de çekingen değiller. İşte buradan da iletişim araçlarının evlerimize taşıdığı toplumsal eylemliliklere varıyoruz. Aynı zamanda da beni bu yazıyı yazmayı iten meseleye.
Bizim basın dedik ya, onu okuyarak (ya da seyrederek) Fransa’da ne olduğunu öğrenmek mümkün değil. Bu satırları okuyanların çok iyi tanıdığı ve meslekten gazeteci olmayan birkaç ismin yazdıkları hariç magazin düzeyinde ilgi var Fransa’da olan bitene. Durum bu olunca 3 Nisan eylem günü ardından da bizim basına Fransa’dan çatışma görüntüleri yansımış. Eğer olayları dünya basınından takip ederseniz, 3 Nisan’ın daha önceki eylemliklere göre sakin geçtiğini, kamuda genel greve katılımın düşük, özel sektörde kuvvetli olduğunu, eylemlere katılımda ise düşüş olmadığını öğrenebilirsiniz. Türkiye medyasından ise hiçbir şey öğrenemezsiniz, Fransa’nın karıştığını bilgilendirici bir haber saymıyorum tabii.
Bir de çatışma resimleri ve polis şiddeti görüntüleri var. Polis şiddetinin gündeme getirilmesinin nedenini tahmin etmek mümkün: Yavuz hırsızın kalemşörleri mahalleyi bastırmaya çalışıyor, üzücü olan benimsemek istediği fikir haklı çıkacaksa temelsiz olduğu ayan beyan ortada olan palavralara inanmaya teşne geniş bir kitlenin varlığı ülkemde; onları haberlere yazdıkları yorumlardan takip edebilirsiniz. Çatışma ise Fransa’da eylemlerde olağanlaşan bir durumla ilgili; banliyöden gelen gençlerin bazıları ile alt orta sınıf mensubu özellikle liseli göstericiler arasında yer yer çıkan kavgalar. Bunun tabii ki haber değeri var, hatta hala basınımıza yansımamış olması ayıp, ama haber metinlerinden çatışmanın nedenini de öğrenemiyorsunuz ki… Medya, Türkiye’deki eylemlerde yaptığı gibi sadece çatışmaya ilgi gösterip böylece eylemlere yol açan sorunları, eylemcilerin taleplerini, görmezden gelmeyi tercih ediyor. Eğer kar mantığı ile habercilik yapmanın evrensel ölçütü bu olsa Fransa’dakilerin de aynı şeyi yapması gerekmez miydi?
Bilinçli çarpıtmaları, cehaleti ve ucuz riyakârlığı haber niyetine okumak durumunda kalmak korkunç bir şey. Türkiye’de gazete tirajlarının düşük olmasından yakınıyorlar, asıl şaşkınlık verici olan gazete okunuyor olması.