Toplumsallığın işleyişinde nesnel yapıların içselleştirilme süreci sadece zihinsel değil aynı zamanda bedensel bir sürece de karşılık gelir. Bedenin ve zihnin belirli bir yakınlıkta simetrik olmasını sağlayan futbol, “yapının” önemli sürekliliklerinden, varyanslarından biridir. Söz konusu yapılar, “nesneleşip kurumlaştıkları” gibi toplumsal uzamları düzenleyici bir işlevleri de vardır. Futbol ise bu yapılar arasında bedensel ve zihinsel içselleştirme eylemlerinin en göz alıcısı olarak yapının bir alt yapısı olarak işlev görür. –bunu bir alt alan olarak da tanımlayabiliriz.– Yapılar arası bağlantı, futbolu güncelleştirir ve bu güncelliği, toplumsal uzamda evden sokağa adım atıldığı anda başlayan bir süreçle bütünleştirir. –sözünü ettiğimiz futbol eksenli güncellik, çocukluk yıllarından itibaren içselleştirilir.– Oğlunun dışarıda “top” oynadığından emin olan aile, büyük ölçüde endişesizdir ve sokakta kötü olana, kötülüğe karşı futbolu desteklemektedir. Çocuk için de futbol, hiçbir oyuncağın tadını veremeyen ve yapmacıklıktan çok uzakta bir bedensel ve zihinsel uğraş olarak görür ve samimi bir meşgale olarak kavrar. –topu saatlerce tek başına duvara çarptırmak bile başka bir anlam kazanır.– Çocuk, aklını kullanamasa bile algılarını büyük oranda mahallede çocukluktaki temel paylaşım olan futbol üzerinden kurmaya adaydır; oyunda yaşıtı, büyüğü, küçüğünün olması bir miktar bunu temin eder. Mahallede size çikolata veren amcayı seversiniz, çünkü size çikolata vermiştir, futbol size hikâye –sevinç, hüzün– armağan eder, ta ki hırsın pençesine düşene dek. Hırs, hikâye yazmayı değil zoraki olarak kabullenmeyi veya üzerine gitmeyi dayatır. Algılar hırs üzerinden gittikçe keskinleşmeye, uçta bulunmaya gönüllü bir hâl alır ve büyümenin, yeşermenin anlamı hırs oluverir. Futbol bazen nesilden nesile kesintisiz devam eden bir hikâyeyken hırsın, toplumsal itkilerin hikâyesine dönüşür. Toplumsal uzamlarda bireyler büyüdükçe, belirli kompartımanlardan hareketle futbol üzerinden bir araya gelir, futbol evlerinin önünden geçen ve her daîm bir çağrıda bulunan, hatırı sayılır bir sevdalı ismini alır; taraftar olma.
Toplumsallığın genel bir süreklilik arz ettiği alanlardan biri olarak futbol, belirli bir arayışa karşılık verir. Bunu da her maça gitmesi olanaksız olan birisi için “bir maç” üzerinden, yaşadığı şehir, gittiği deplasman üzerinden olanaklı hale getirir. Burada karşımıza çıkan “tikellik”, birey olarak “olgunlaşma”yla dolaşıma giren bağlanma pratiği çerçevesinde kendi temsil gücünü futbol üzerinden temin eder. Bunun da böyle olmasıyla yaşanılan süreç hem bir üretim hem de bir tüketim sürecidir– bu eylemin, hem üreteni hem de tüketeni olmak pozisyonunda rol oynayan taraftar, çizgilerini gerek içsel nedenler gerekse de dışsal nedenlerle yer yer aşıp tek taraflı tüketeni olarak karşılık bulur, veya öyle adlandırılır. bu düzlem de sürekli varyantlar –ben buna daha sonra elveriş diyeceğim– yaratan bir ifade biçimine dönüşür.
Hüznü, acıyı, öfkeyi; sevince, neşeye elverişli kılma hallerinde futbol büyük bir imkan sağlar bireye; birey bu düzenek içerisinde özsel algısını oluşturabilme uğraşında futbola meftunlaşır, futbol ona mahallede oluşturduğu yakınlığı oluşturabilecek kadar yaklaşır. Belirli bir noktadan sonra hayat içerisindeki kırılganlıkları, gel-gitleri vs. futbolun kendi nesnel sınırlarında eritmek bir hak olarak görünür, bağırmak aslında tepki vermek olduğu kadar önemli bir yeni alan oluşturmak ve nüfuz sahibi olmaktır aynı zamanda.. Futbolu sevme biçimi oyunun iştahından değil, topluluğun, arkadaşlık-birlikteliğinden geçer ve bu birlikteliğin adı da taraftardır. Taraftar olmak bireye futbolun sağladığı büyük bir kazanım gibi görünür, çünkü zoraki olarak gider, gittiği yerde öyle veya böyle bir geribildirim de bulunabileceği bir takım-grup vardır. Bunu ayrı bir hat olarak düşünmekten ziyade oluşturulmuş bir aile ortamı-dünyası olarak da görebiliriz, burada mağlup olmanın yarattığı hüzün yerini birlikteliğe-dayanıklılığa bırakır.
Birey hayat içerisindeki nedenlerini futbolun sonuçlarına katarak, onu paydaş kılarak onun içerisinde eritir; bariz bir geribildirime sahiptir çünkü futbol; kahvehaneler, berberdeki muhabbetler, iş arkadaşlarının sindirme ve tahrikleri, büyük çekişmeler, iddialar vs. hepsi zamansal anlamda bir geribildirim sağlar. Bu geribildirimi sağlarken bir temel de oluşturur; ortak bilginin temayülü ve onun kapsayıcı sürekliliği. Kişilerin fikirleri, eğilimleri, bakışımsız bir biçimde şekillense bile bir düzeyde ortak bilgi futbol üzerinden oluşturulur. –karşı takım benim tuttuğum takımı yenmiştir ama ben o karşı takımdaki X futbolcusunun iyi oyuncu olduğunu bilir ve kabullenirim.– Bu sebeple hayatın içerisindeki alanlarla-futbol yapışık ikizler gibi birbirinin sınırlarını zorlar, birbirine müdâhil olur, yazgılanır. Başlı başına taraftar olma halinin güzel olduğu zamanları sanıyorum çoktandır geçmekteyiz. Tribünlerde taraftarın nerede olması gerektiğini, ne şekilde davranması gerektiğini öğreten kulüp yöneticileri ve “ensesi kalın” sermaye sahipleri taraftarlığa biçtikleri formlarla işin hevesini çoktandır kursakta bıraktılar. İnsanlar günümüzde tribünlere takımları için değil hal-hatır için, arkadaşları için gitmeye başladı ve elbette yanlarında tribünde olmanın “hayata gider yapmak” olduğunu söyleyerek, ortak bilgiden yalıtılarak, kendilerini bir anlamda yalnız hissederek.
Marcel Mauss’un topluluklar yaşamlarını karşılıklı “bağış mübadelesi”yle gerçekleştirir[1], bunu da hediyelerle, değişikliklerle; al-gülüm/ver-gülümlerle yaparlar tezi aracılığıyla kültürel antropoloji ve sosyoloji gibi alanlar üzerinden kritik ettiği ve toplumsal işleyişin anlaşılması açısından son derece önemli olan çalışmasının yanında, J.S. Coleman, R.Putnam, P.Bourdieu'nün "sosyal sermaye" kavramsallaştırmalarıyla –ki sosyal sermayeyi bir yanıyla ayrı tutmak gerekir, çok başka ihtiyaçları karşılar.– toplumsal işleyişe temel oluşturan ve aslında görünür-bilinir olmayan bu kavramlar yapıyı idame ettirir. Hayat içerisindeki al gülüm-ver gülümlerde futbol aslî bir unsur olarak anlar-devamlılıklar uzamında yer edinir, hal böyle olunca herhangi bir edim tek bir anlam taşımadığı gibi karışık anlamlarla ifade kazanır. –az önce ortak bilgiden söz etmiştim sözgelimi– Bu anlarda sevinç, üzüntü kavramlarından çok önce yer edinmiş olan “serbestlik” kavramı futbol ve futbol sevdasında olan kişi arasında bir “bağış mübadelesi” geliştirir, ilişki serbest olabildiği kadar gelişmeye, didişmeye ve bağlanmaya namzet bir hâl alır. Taa en başından "kültürel sermaye”ye giden yolun “sosyal sermaye”den geçtiğini düşünen birey için futbol oyundan –Barcelona modeliyle veya soyut bir anlamda Ali Fikri Işık'ın veciz ifadesiyle; "futbol denilen oyun, oyuncuların birbirine seçenek olma şemasıdır" üzerinden teşmilde bulunuyorum.– önce gelir, buna karşın belli bir oranda oyunun olmaması şiddeti –sembolik, fiziksel– besler ve meşrulaştırır. Amacın, eylemin maçı ne şekilde olursa olsun kazanmak bu bağlamda da yüksek bir netice almakla eş kılındığı bir futbol mevzuunda bireysel hiddet, grup halinde şiddet eğilimi gösterir.
Toplumsal yapılar birey ve grupların bilişsel karşılıklarına “denetimler”, “disiplinler” aracılığıyla iliştirilmiştir, kendilerini çevreleyen kompartımanlar aracılığıyla toplumsal çerçeveyi sınıflandırır ve farkında olmadan yeniden üretirler. Bunu da katılımlarla o katılımlardaki belirgin söylemlerle ikame ederler. Söylemler birbirlerinin bilişsel yapılarına nüfuz ederek algıyı rakip taraflar üzerinden şeditleştirirler. Toplumsal uzamda oluşturulmuş bilişsel yatkınlıkların toplamı işin içine rakibi, hakemi, memnuniyetsizliği, kendi takım oyuncusunun gayretsizliğini de katarak öfkeyi besler, büyütür. Bunu en bariz anlamda belli bir oyunun olmaması olarak da tanımlamak mümkündür.
Futbol dışarıdan bir mola yeri –müşterek bir ihtiyacın giderilmesi– olarak görünürken kendi içerisinde takımların şablonları ve oyuna katılım biçimleri üzerinden içeriyi farklılaştırır; bu farklılaşma esnasında oyunu yeniden üretir ve düzenler. –bizde bariz bir anlamda oyunu düzenleme, yeniden üretme yerleşik bir olgu değildir, bunu en bariz anlamda savunmalarımızın oyunu açma/kurma biçimlerinden, oyuncuların kendilerine biçilen alan dışına çıkamamalarından bunu da teknik direktörlerinin meziyetlerine atıf yapmalarından vs. görmek mümkün. Veya Ali Fikri Işık’ın ifadesiyle “oyuncuların birbirlerine seçenek olması”– En temelde oyunu kurma-adlandırma biçiminin aktarıldığı ilk aşamadan itibaren şekillenir aslında, kollektif huzuru sağlayabilmenin altlık oluşturabileceği oyunda, bireyselliğin kollektif meziyetleri de yeknesak ettiği bir işleyiş.
Takım tutma pratikleri belirli bir bakışıksızlığın olduğu yerde oyundan, değil söylem ve tavırlardan oluşur, dışarıyı içeriye uyumlulaştırma çabası futbolun teknik kısırlığını etkileyip şekillendirdiği kadar seyirci işleyişini de biçimlendirir. Yeşil renkli zeminlerin üzerinde oynanan futbol rengini oyunu kurma/adlandırma biçimlerinden yalıtılarak –bunları da para-kaynak; sponsorluklar, reklamlar, sermaye sahiplerinden sağlar.– oluşturulmuş gri tonlamalara bırakır. Dışarıyı içeriye taşıma, içeriyle varkılma açmazı böylece rahat bir nefes alarak kendisini adlandırır, bununda adı şiddet vesair eksenli “aşındırma denemeleri”nden[2] çıkar. Şiddetin, öfkenin kaynağını da taraftar olarak gösterir.
Sosyal sermaye ve cemaat ilişkisinin futbolla ilişkisi önemli bir mevzu, burada cemaat kavramını topluluk anlamında kullanıyorum. Bir kişinin gelişiminin toplumsal yatkınlıklar düzeyinde geçerli olabilmesi için geniş bir iletişim ağının içerisinde bulunması ve bulunma-tanışıklıkla birlikte ağın kaynaklarını özsel anlamda belirlemekte etkili olması; Bourdieu ve Coleman’ın tanımlamaları gibi;
“Gerekli olduğunda faydalı “destekler” sağlayan toplumsal ilişkilerin sermayesi: Herhangi biri toplumsal açıdan önemli konumlara, örneğin siyasi bir kariyer gibi aynı zamanda para değeri de olan konumlarai sahip olan müşterilerinin ilgisini çekmek istediğinde çoğu zaman vazgeçilmez olan saygınlığın ve onurluluğun sermayesidir.” (Bourdieu, 1977)
“Toplumsal anlamda az ya da çok kurumsallaşmış, uzun ömürlü iletişim ağına sahip olması nedeniyle, bir bireyin veya bir grubun haklı olarak hissesine düşen kaynakların bir toplamıdır.” (Bourdieu, 1992)
“Aile bağlarına ve toplumun sosyal kurumlarında varolan ve bir çocuğun veya gencin toplumsal ve bilişsel gelişimine faydalı bir takım kaynaklardır. Bu kaynaklar farklı insanlara göre farklılık gösterir, çocukların ve gençlerin insani sermaye gelişimi için de önemli bir avantaj oluşturur.” (Coleman, 1994)[3]
olumsal olarak başvurması, girmesi gereken zorunlu bir eylem halini alır, futbolun genel bir “kanaat operatörlüğü”[4] olması bağlamında takım tutma pratikleri, iletişim ağı üzerinden hemzemin geçit sağlar. Bir yan anlamda, futbol üzerinden “kültürel sermaye”ye giden yolun “sosyal sermaye”den geçtiğini bilmek ve bunu kestirme yol olarak kullanmak bunu mümkün kılar, dolayısıyla buna katılım, bunun üzerinden sağlanan hareketlilik kişinin hayat içerisinde anlamlı bir parça olmasını kadar uzanan bir dizi etkin, toplumsal çerçeveyi oluşturur. En temelde okulun işlevi öğrenmenin, bilmenin, “yeniden üretimin” aracıysa futbol ve onun müdâhil olduğu değişim ve pratikleri tanımanın, büyümenin, varkılmanın araçsallığını pekiştirir. Bunu da büyük oranda erkeği temsil eden futbol üzerinden yapar. –bu eril forma somut anlamda eskiden beri dolaşımda olan “adam gibi oyna”, “futbol erkek oyunu” gibi ifadelerle sabitlenir, somutlaşır.– Ailede ya da emsal gruplarda yaşanılmış, sınıflandırıcı-gruplandırıcı işlevler yoluyla yapıya karşı “yapılandırıcı yapılar” işlevi görür, yapıyı yeniye karşı koruyarak geleneği temsil etme konusunda endişesini, yapıyı yücelterek, karşılıklı olumlayarak kurar.
Bu yazıda şunu anlatmaya çalıştık; oyunun, değişimin, mübadelenin, “seçenek olma halinin” olmadığı bir saha içinde “söz sahipliği”; saha dışı unsurlarla şekillenmeye yatkın hale gelir, karşılıklı rol çalmalarla saha içerisi zorunlu-dayatılmış bir şekil alırken, dışarıdan sosyal ve ekonomik sermaye, bir nevi kazanım olarak görülen futbol bugünün işlevini yerine getirmekte ustalaşmış bir hâl alır. Bu noktada da “futbol kitlelerin afyonu”na dönüşür. Bu bağlamda gizli güç odakları, somut olarak da iktidarların açmaz ve çıkmazlarında veya bununda ötesinde simgeselliğin, ürün yerleştirme pratiklerinin temel yerleşkesi haline gelir.
[1] Marcel Mauss “Sosyoloji ve Antropoloji” Doğu Batı Yayınları (Mayıs, 2011)
[2] Ulus Baker, “Aşındırma Denemeleri” Birikim Yayınları (Eylül, 2011)
[3] Akt, John Field; “Sosyal Sermaye” / İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları (Haziran, 2008)
[4] Ulus Baker; “Kanaatlerden İmajlara” Duygular Sosyolojisine Doğru / Birikim Yayınları (Nisan, 2012) (http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,197,0,0,1,0)