Gezi Hadisesi ve Mizah

Gerçekten de kimse beklemiyordu. Neresinden bakarsanız bakın, nasıl adlandırırsanız adlandırın (direniş, isyan, çapulcu ayaklanması vs…), hangi siyasi akım ya da partiye yakın hissederseniz hissedin, ister bizzat içinde yer alın ya da dışarıdan kaygı dolu gözlerle izleyin ama sonuçta yakın tarihimizde eşine rastlanmayan, çok katmanlı, dolayısıyla da çok müstesna bir hadise ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini öncelikle teslim edelim. Yaşadıklarımızın Alain Badiou’nun “Hadise (Event)” kavramıyla örtüştüğü tespiti daha önce farklı makalelerde dile getirildi (1, 2). Badiou, hadise kavramını beden ve dilin normal düzenin bozulduğu bir çakışma noktası, kendinden sonraki politik ve sosyal pratikleri derinden etkileyerek dünyaya yeni bir var olma biçimi müjdeleyen ve mevcut simgesel düzenin doğasını değiştirerek ontolojik krizlere gebe olan bir süreç olarak tanımlıyor. Nadir görüldüklerini, önceden tahmin edilemez ve belirli bir mekanla sınırlandırılamaz olduklarını da ekliyor (3). Bu açıdan bakıldığında, verili durumda eylemcilerin “her yer Taksim, her yer direniş” demeleri boşuna değildi. Zira Gezi hadisesi zaman ve mekanla sınırlandırılamıyordu, dolayısıyla belirli bir lokasyonu da yoktu. Artık her yer Taksim, her yer Gezi Parkı olmuştu.

Badiou’ya göre hadise durumun zaten kendisinde var olan ve dünyanın metafizik kanunlarına bağlı bir ihtimalin gerçekleştirilmesi değildir. Yeni bir ihtimalin yaratılmasıdır ve dolayısıyla hadise sadece gerçeği değil ihtimali de değiştirir. Aynen “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sloganının işaret ettiği gibi. Gezi hadisesi yeni bir dünyayı değil (henüz!) ama yeni bir dünyanın ve düzenin var olabilme ihtimalini yaratmıştır. İnsanlara yeni bir bakış açısı ve gerçeği dönüştürmek üzere yeni bir eylemlilik hali vaat etmiştir. Bunun gerçekleştirebilmesi ancak bireylerin özne haline gelebilmeleri ile mümkündür. Hadise karşısında bireylerin özne olabilmeleri için iki anahtar kavramın hayati öneme haiz olduğundan bahseder Badiou: hakikat ve sadakat. Birey her zaman bir özne değildir. Hadise tarafından özne olmaya davet edilen birey ancak içkin bir kopuşla evrensel hakikat sürecine dahil olur ve sadakat gösterirse bir özne haline gelebilir. Bir başka ifadeyle, gerçekleşen hadisenin teşvikiyle durum içinde ortaya çıkan şeyi “hakikat”, hakikat karşısında yeni bir bakış açısı kazanarak bunda ısrar etme kararlılığını “sadakat ”, sadakati taşıyan kişiyi ise “özne” olarak tanımlıyor Badiou. Eğer insanlar ağaçlara, şehrin orta yerinde kalan bir avuç yeşile, kollektif hafızalarının temsili meydana ve kente, haklarına ve özgürlüklerine bu kadar sadakatle bağlı olmasalardı, sadakatlarının eseri olan birlikte yaşayabilme, başka bir hayatın ve düzenin mümkün olabileceği hakikati yüzeye çıkmayacak ve birer özne haline gelemeyeceklerdi. Lacan’ın ifadesine göre “arzularından ödün vermeyen” yani hadisenin kışkırttığı hakikate sadakat gösteren bireylerin özneleşme serüveni olarak da okuyabiliriz Gezi hadisesini.

Peki, o zaman Gezi hadisesine bu derece sadakat gösteren özneler yani yaygın kullanılan isimleriyle “Geziciler” kimlerdir, ortak özellikleri nelerdir, nasıl ve neden şimdi özneleştiler? 27 Mayıs 2013’te Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmeye başlanmasını takiben, buna engel olmaya çalışan birkaç yüz kişilik gruba uygulanan polis terörünün, hadisenin fitilini ateşlediği herkesin malumudur. Ancak hadisenin bundan çok daha evveline dayandığı ve dinamikleri hakkında çokça yazıldı, çizildi. Bu yazıda bunlara; yani hadisenin oluşum sürecine dair Recep Tayyip Erdoğan’ın ruh sağlığı uzmanlarınca analiz edilmeye çalışılan ve anlaşılan o ki bundan sonra daha da fazla analiz girişimine mazhar olacak kişiliği, akıl sınırlarını zorlayan politik argümanları, insanları çileden çıkaracak derecede rahatsız eden dışlayıcı ve patriyarkal dili ve de artık tüm dünyanın teslim ettiği dizginlenemez otoriterleşme arzusu/temayalü başta olmak üzere mevcut iktidarın trajikomik politika ve söylemlerine, destan yazdığı söylenen polisin bu destanı nasıl yazdığına, ele güne rezil olup tüm foyası ortaya çıkan pespaye medyanın acınası durumuna ve tek kelimeyle basiretsiz muhalefetin hali ahvaline odaklanılmayacak; özneleşen bireylerin serüveni ve yöntemleri mercek altına alınmaya çalışılacaktır.

KİMDİR BU GEZİCİLER?

Önce bir tespitle başlayalım. Kimdir bu Geziciler ve ortak paydaları nelerdir? Gezi hadisesine çok farklı toplum katmanlarından, farklı inanç ve aidiyet gruplarına mensup birçok insanın katıldığını biliyoruz. Alana ilk koşanlar geleneksel sol siyaset içinden gelen ve neredeyse polis tarafından doğal düşman olarak kabul edilen sosyalistlerdi. İlk onlar ateşlediler direnişin fitilini ve ilk onlar siper ettiler bedenlerini evveliyatında çokça şerbetlendikleri polis şiddetine. Pratikten gelen tecrübeleriyle coşkuyla aktardılar genç kuşaklara bir barikatın nasıl yapılacağını ve korunacağını. Sadakatle bağlıydılar davalarına ancak hadiseye asıl hakim karakterini verenler sosyalistler değildi. O güne kadar herhangi bir siyasi ya da sivil girişime katılmamış, ağırlıklı olarak genç, iyi eğitimli, orta-üst toplum katmanlarına mensup, beylik politika argümanlarına yabancı ve mesafeli duran bir kitleydi hadisenin esas rengini tayin edenler. İktidar tarafından meşhur ve bir o kadar da muğlak %50’ye, kendilerinin bu kitle tarafından aşağılandığı, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan olarak görüldüğü şeklinde çarpıtılmasına rağmen, hadiseye ana ruhunu verenlerin çoğunlukla özgürlükçü, demokrat, hukukun eşitliğine inanmış ve devletin bireylerin özel yaşam alanlarına müdahil olmaması gerektiğini özümsemiş ve tüm bunları da eylemlilik sürecine yedirerek rüştünü ispatlamış bireylerden oluştuğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Özneleşen bu bireyler, hem dışarıdan hem de içeriden “apolitik” olarak yaftalandılar. Direnmenin hele de sokak sokak barikat kurarak, polisi önlerine katıp Taksim meydanını dar eylecek, bedenini plastik mermilere siper edecek, neredeyse bir insanı öldürebilecek miktarda biber gazını ciğerlerine çekip üzerine de “oh mis” diyebilecek kadar radikal bir eyleme girişmiş insanları apolitik olarak vasıflandırmak, olsa olsa ya terminolojik bir konfüzyonla ya da toplum mühendisliği heveslisi iktidar ve şürekâsının ucuz siyasi ayak oyunlarının uzantısı olan bilinçli bir bilişsel çarpıtmayla açıklanabilir. Ucuz siyasi argümanların bir ileri aşaması, insanın gözünün içine bakarak düpedüz yalan söylemektir ki sağ olsunlar bu konuda da ellerini hiç korkak alıştırmadıklarını cümle aleme göstermişlerdir (örneğin camide içki içilip seks yapıldığı, türbanlı kadına saldırıldığı vs…). Peki, kimilerine göre yakın tarihimizde cereyan eden en politik eylem olan Gezi Hadisesi neden bizzat gezicilerin kendileri de dahil olmak üzere apolitik tabanlı bir eylem olarak görülmektedir? Gençlik üzerine yapılan çalışmalarda, gençlerin politikayı tanıdıklarını, bildiklerini ancak kirli bulduklarını, büyük idealler peşinde koşmaktansa mikro değişimleri tercih ettiklerini dolayısıyla da geleneksel siyasetle politik bir tercih olarak ilgilenmediklerini ortaya koymuştur.(4) Hani şu “apolitik olmak politik bir tercihtir” klişesini bilindik, yozlaşmış, kendini tekrardan öteye geçmeyen, refleksif ve devlet aklına teslim edilmiş politikanın bu gençlerce politik bir tercih olarak reddedilmesi ve kendi kişisel tarihlerinin karanlığına gömülmesi şeklinde de okuyabiliriz. Burada Sırrı Süreyya Önder’in “Hak ve özgürlüklerin kapitalizmin olduğu bir ortamda var olamayacağı, teorik bir bilgi sahibi olunmadan da artık fark edilmiş durumdadır” tespitinin önemli ve yerinde olduğunu düşünüyorum.(5)Yani büyük politikayla ilgilenmeme olarak da tercüme edilebilecek “teorik bilgi sahibi olmama” halinin, terminolojik bir konfüzyonla bu gençlerin “apolitik” olarak yaftalanmalarına neden olduğu sonucunu çıkarabiliriz buradan.

Kabinede bir bakanının hadisenin başlarında dile getirdiği “Muhalefetin senelerce uğraşıp da başaramadığını beş günde başardıkları ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri, grupları, fraksiyonları uyguladıkları politika sayesinde buluşturdukları” şeklindeki sarkastik tespitinin de işaret ettiği üzere, alan son derece renkliydi. Tabii tüm bu renkler arasında kan uyuşmazlığı yok da değildi. Zaten aksini beklemek maddenin tabiatına aykırı olurdu. Örneğin, ulusalcı, Kemalist çizgiye yakın hissedenlerin önceleri kürtlerin alanda olmamasını kıyasıya eleştirirken, temsili değil ama münferit olarak kürtlerin kendi sembolleriyle alana katılımına şiddetli tepki gösterdiklerini hep beraber gördük. Ancak, en nihayetinde birlikte var olabilme kültürünün üstün gelerek, tüm bu insanların az veya çok birbirlerine tahammül etme becerisi gösterebilmelerini gelecek için umut beslememize vesile olabilecek bir veri, hakikat olarak değerlendirebiliriz.

Gezicilerin bir diğer ortak noktası ise iktidar ve onun cezalandıran eli polisten farklı olarak, şiddetle aralarına koydukları mesafe idi. Evet, polise taş atıldı, otobüsler ve bazı araçlar yakıldı, barikat kurmak için kaldırım taşları söküldü hatta ve hatta polise molotof kokteyli de atıldı. Ancak tüm bunlar beş kişinin ölümüne, onlarca kişinin gözünü kaybetmesine, binlerce insanın bedenlerinde ve ruhlarında kalıcı hasarlar oluşmasına sebebiyet veren polis terörü karşında münferit ve büyük oranda meşru müdafaa sınırları içerisinde değerlendirilebilecek olaylar olarak telakki edilmelidir. Direnişçilerin şiddetle ilişkili cimri tutumları hem meşruiyetlerinin devamını sağladı hem de devletin/polisin ezberini bozarak toplum nezdinde sorgulanmalarının yolunu açtı.

İSYANIN DİLİ

Sosyalistler, taraftar grubu mensupları, Kemalistler, LGBT bireyler, anti-kapitalist Müslümanlar, irili ufaklı birçok örgüte mensup olanlar ama en çok da herhangi bir örgütlü yapı içinde kendini konumlandırmayan, aidiyet hissetmeyen öznelerden oluşan Gezicilerin dili de en az kendileri kadar heterojendi. Bir sol klasiği olan “faşizme karşı omuz omuza” sloganı kadar, “sık bakalım” ile başlayan tribünlerden aşina olduğumuz sloganların da alanda yankılanıyor olması, çoğulculuğun alameti farikası idi adeta. Tüm bu heterojen vasıflı dil içinde diğerlerine nazaran daha baskın olan, eyleme ruh ve renk katan bir tarz özellikle öne çıktı: Mizah. Daha önce eylence ile eğlencenin bu kadar iç içe geçtiği, insanların eylenirken bu kadar eğlenebildiği bu boyutta bir hadisenin vuku bulmadığı tespiti pek de temelsiz sayılmaz kanaatimce. Geziciler kendilerinin ifadesi ile “orantısız şiddet karşısında, orantısız zekalarını ortaya koydular”. Her ne kadar bu dil yeniymiş gibi algılanıp öyle lanse edilmeye çalışılsa da biz biliyoruz ki Gırgır, Leman, Penguen ve Uykusuz gibi engin bir gelenekten gelen, genç kuşak tarafından yakınen takip edilen yayınlarda ve facebook, tweeter gibi sosyal medya alanlarında böylesi bir mizah dilinin en rafine örneklerini görmek mümkündür. Dolayısıyla bu gelenekle ve internetle hemhal olmuş gençliğin, Gezi hadisesinde benzer bir mizah anlayışı ekseninde tepki geliştirmesi anlaşılır bir durumdur.

Firuz Kutal

NEDEN MİZAH?

Mizah, saçma ve birbiriyle uyumlu olmayan düşünce, olay ve durumların zihin tarafından keşfedildiği ve kişinin hoşça vakit geçirmesine katkıda bulunan her şey olarak tanımlanmaktadır. Cem Kaptanoğlu, mizahın anlam ile anlamsızlık arasındaki yarıktan nemalandığını ve görünen/gösterilen ile örtük hakikat arasındaki mesafede filizlendiğini belirtmiştir.(7) Yarık ne kadar derin, mesafe ne kadar uzak ise iki kutup arasında boy gösteren gerilim de o kadar fazla olacaktır. Mizah bu gerilimin boşalmasına aracılık ederek hakikati görünür kılma yollarından birisidir.

Çoğunlukla gülme ve mizahın birbirini tamamladığı ve birbirinin yerine kullanılabileceği ifade edilmesine rağmen ikisinin ayrı fenomenler olduğu; mizahın bir zihin etkinliğinden çok zihinsel bir tavır olup, kişide birtakım anlama ve kavrama değişikliklerine yol açtığı; öte yandan gülmenin ise bir iletişim aracı olarak bedensel boşalımın ifadesi olduğu da belirtilmiştir. Gerek gülmenin gerekse mizahın özgürleştirici, endişe-korku giderici, birleştirici ve haz verici fonksiyonları vardır. Gezi hadisesinde mizah temel iletişim yollarından biri haline gelmiş ve zikredilen tüm bu fonksiyonların izleri, canlı bir psikoloji laboratuvarının verileri şeklinde ortalığa saçılmıştır. Keskin bir zekanın ürünü olduğunu her fırsatta belli eden mizahi dil, başta internet ve duvarlar olmak üzere bulduğu her çatlaktan adeta fışkırmıştır. Örneğin, uluslararası bir kahve zincirinin duvarına “yaşasın tam bağımsız kuru kahveci Mehmet Efendi”, Garanti bankasının kapısına “hiçbir şey garanti değil”, kozmetik ürünleri satan bir mağazanın kepengine “biber gazı cildi güzelleştirir”, bir ayakkabı mağazasının camına “dar ayakkabı ile yaşama: hükümet istifa” diye yazarak ya da Tunalı Hilmi’yi Tomalı Hilmi’ye, Kızılay’ı Gazılay’a dönüştürerek ironik bir dille insanların mekanla ilişkisinin tekrar sorgulanmasına yol açmıştır. Direnişin hadise olmasının en önemli yapıtaşlarından birisi olan ve kendinden önceki sivil-politik kalkışmalara benzemez içerik ve çizgisi ile karakterize bu mizah dili, daha detaylı analiz edilmeyi çoktan hak etmiştir.

MİZAH ÖZGÜRLEŞTİRİR

Hannah Arendt, “Otoritenin en büyük düşmanı itaatsizliktir. Onu sarsmanın en kesin yolu da şüphesiz kahkahadır” demiştir. Arendt’e göre otorite, baskıya gerek kalmaksızın itaat etmesi gerekenlerin, bunu sorgusuz kabullenmeleri temeli üzerinden şekillenir. Otoriteyle alay eden doğası gereği mizah, bir itaatsizlik eylemidir ve gülen kişinin korku kaynağı olandan özgürleşmesini ve geçmişin baskıcı yükünden kurtulmasını sağlar. (8) Otoriteyle kurulan ilişkiyi yapıbozumuna uğratır ve yarattığı uyumsuzlukla yeni bir ilişki repertuvarının kapılarını zorlar. Otoritenin sorgusuz kabullenilmesini talep ettiği ilişki ağında açtığı delik ile yeni özgürlük alanları oluşturur. Otoritenin mizahtan korkması boşuna değildir. Zira Bakhtin’in de işaret ettiği üzere mizah, tarihin hiçbir döneminde baskı aracı olarak değil, hep bir özgürlük silahı olarak kullanılagelmiştir. Mizahın yerleşik otoriteyi sarsıcı etkisinin farkında olan Platon ise devlete mizahın kontrol altına alınmasını sağlayacak kurallar geliştirmiştir.

Hedonist, bencil, duyarsız olmakla ve bilgisayar başında bedenlerini uyuşturmakla eleştirilen gençler, Gezi hadisesinde “Bu biber gazı bi harika dostum”; “Önce herşey gaz bulutuydu, sonra hayat başladı”; “Direndik içimizdeki ölü vatandaşı kürtajla aldırdık”; “Böyle bir dünyaya üç çocuk getirmek istiyorum” diyerek tekrar bedenlerine kavuşmanın özgürleştirici hazzını deneyimlemişlerdir.

MİZAH ENDİŞEYİ AZALTIR, CESARET VERİR

Freud mizahın rüyalarda olduğu gibi bilinçdışıyla ilişkisine dikkat çekmiş, her ikisini de açıkca ifade edilemeyenin, bastırılmış olanın dolaylı yolla anlatılmasının mekanizmaları olduğunu belirtmiştir. (6) Bastırılan dürtü ve düşüncelerin kişide anksiyete yarattığı bilinmektedir. Mizah yoluyla zincirlerinden kurtulan düşünceler özgürleşerek anksiyetenin azaltılmasına ve hem kişide hem de vekaleten dinleyicide haz duygusunun gelişmesine yol açar. Anksiyetede azalma ne kadar fazlaysa, alınan haz ve eğlence de o kadar fazla olur.

Mizahın da rüyaların temel mekanizmalarından olan yer değiştirme ve yoğunlaştırma ile açıklanabileceğini ileri sürer Freud. Gezi hadisesi bu mekanizmaların örtük ya da aleni kullanıldığı muhteşem örneklerle doludur. Ulusalcılar tarafından söylenen “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına karşı “Mustafa Keser’in askerleriyiz” cevabı, “Çare Drogba”, “Kahrolsun mezbahalar, tavuklara özgürlük” ve niceleri… Ama içlerinde bir duvar yazısı; “Kahrolsun bağzı şeyler”, tam da Freud’un mizah kuramının cisimleşmiş haline denk düşmektedir. Burada “bağzı şeyler” bastırılan(lar)ın metonimi olarak okunabilir. Bir başka ifadeyle, iktidar tarafından bastırılan veya sansürlenen düşüncelerin, edimlerin tümüne yapılan itiraz, bu ifade ile kondanse edilerek muhatabına iletilmekte, üstelikte bunu saldırmadan, kırıp dökmeden, eğlenerek yapmayı başarabilmektedir. Zira bu kadar çok sevilmesi, benimsenmesi de bu izlek üzerinden bakıldığında gayet anlaşılır olmaktadır. Freud’a göre mizah, konusu olduğu durumun farklı yönlerden ele alınmasını sağlayarak, olumsuz duyguların değişmesine yol açar. Olumsuz duyguların değişmesiyle ortaya çıkan enerji haz ile sonuçlanır. Bu açıdan mizah bir tür savunma mekanizması olarak da ele alınabilir. “Korkma la, biziz halk”; “Huzur isyanda”; “Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik”; “Tomayla 8 gündür beraberiz ciddi düşünüyoruz” örneklerinde olduğu gibi.

Mizah, olaylara farklı açılardan bakabilmemizi, korkunun azalmasını sağlayarak verili düzene itirazın kanallarını açar, var olan karşısında kendi hakikatini yaratır ve yaşama karşı yeni bir bakış açısı getirerek bireylere özne olabilmenin imkanlarını sunar. Örneğin gaz korkutabilen bir şey değildir Gezicileri, çünkü onlar ‘sinek ilacı aracının arkasında koşmuş bir neslin’, ‘tüp kaçağını çakmak yakarak kontrol eden bir milletin’ neferleridirler. Hayatlarının en anlamlı günlerini yaşattığı için Başbakana sarkastik teşekkürlerini sunmaktan da imtina etmezler.

MİZAH BİRLEŞTİRİR

Mizah nihayetinde tek kişilik bir edim değildir. Hep bir ötekine ihtiyaç duyar ve ötekiyle birlikte gülmek sınırları muğlaklaştırır, ortaklık duygusunun gelişimine katkıda bulunarak ben’in bize dönüşmesini sağlar. Bireyler arası ya da grup içi iletişimin çarklarını yağlayarak, sosyal bağları güçlendirir. Gelişmesine ön ayak olduğu ortak dil sayesinde karşılıklı saygıyı ve dayanışma duygularını pekiştirir. “Revolutionparty tüm halkımız davetlidir (pilavlı)” ya da “Bunu okuyorsan direniş sensin” örneklerinde olduğu gibi kendilerini özneleşmeye davet eden hadise karşısında, gezicilerin hangi zeminde ortaklaştıklarının sınırlarının çizilmesinde bu önermenin izlerini görebiliriz.

Başbakanın eylemcileri hor görmek ve aşağılamak için sarf ettiği “çapulcu” kelimesi, Geziciler tarafından derhal benimsenerek, etrafında toplanılan ve kalabalıkları birleştiren bir kavrama dönüştürülmüştür. Daha sonraları çapulcunun bir tanımdan öte farklı anlamları olduğu da anlaşılarak Gezi külliyatındaki müstesna yerini almıştır: “Everyday I’m chapulling”, “The art of chapulling: Introduction of Turkishsociology”, “Ç’nin açılımı açıklandı: Çapulcu”; “I chapultherefore I am”; “Chapulling is not just a word, it is a life style” örneklerinde olduğu gibi...

Destek amacıyla yurdun dört bir tarafında yapılan dayanışma eylemlerinde geliştirilen ortak dilin yerel unsurlarla nasıl harmanlandığını ve özneleri birbirine nasıl yakınlaştırdığını da gördük hadise boyunca: “Diren la Angara”, “İzmir’de tomaya tomat diyolar”; “Biz biber gazına da çiğdem deriz”; “Denizli direnip duru gari” ve birçokları gibi...

MİZAH, ENTELEKTÜEL BİR OYUNDUR AYNI ZAMANDA

Mizah bir tür entelektüel oyundur aynı zamanda. Eğlenmek, gülmek sadece araç olarak değil, bir amaç olarak da görülebilir ve değerlidir. Freud’un meşhur “Bir puro, bazen sadece bir purodur” sözünde işaret ettiği üzere, mizah daha ulvi ve dolaylı amaçlara hizmet etmeksizin sadece gülmek eğlenmek için de yapılabilir. Her durumda farklı etkilere ve sonuçlara yol açabilir mizah ama bu bazen sadece amaç olarak yapılabileceği gerçeğini değiştirmez. Hadise sırasında yapılan mizah karşısında eğlenmeyen, işine gelmediği ve bir taraflarına dokunduğu halde en azından tebessüm etmeyen kaç kişiyi tanıyorsunuz ki? İşte size birkaç örnek: “Faşinismus: Faşist düşüncenin beyinde sıkışması ve beynin başka bir düşünceyle ilişkiye girememesi”; “Başbakana ‘Gezi’den çık’ dedik, ‘Geziye çık’ anladı”; “Türkçe Olimpiyatlarında ‘Havada bulut yok bu ne dumandır’ diyen Afrikalı kardeşim, cevap veriyorum: biber gazı”; “Rabbime sordum diren gezi dedi”

Popüler kültürden yoğun olarak beslenen gençler için Taksim ve Gezi parkı birer oyun alanı, sprey boyalar oyun kalemleri, akıllı telefonlar ve hatta POMA oyuncakları olmuştu. “GTA’da polis döven nesle sataştın”; “6 yıldız oldu tanklar gelecek GTA”; “Tayyip, winter is coming”; “PolistikonsvsDirensformers”; “5. günün şafağında doğuya bakın” gibi kendi kolektif hafızalarının ürünü olan yazılamalar,yol açtığı eğlenceli aura ile direnişin o maskulen vemisillemeci havasının kırılmasında önemli katkılar sağlamıştır.

SON SÖZ

Gezi hadisesinde hakikatın ortaya çıkmasında direnişin dilinin ve özellikle mizahın yaygın ve etkin biçimde kullanılmış olmasının katkısı kuşkusuzdur. Gezinin geveze gençleri, mizahı iktidarın kibirlive saldırgan söylemini teşhir edip işlevsizleştiren, gülünç duruma düşüren etkin bir yöntem olarak kullandılar. Mizah sayesinde sadece sempati puanları toplayarak iktidarın ipliğini pazara çıkarmakla kalmayıp, aynı zamanda iktidarı itibarsızlaştırarak, moral üstünlüğünün kaybolmasının ve hukuki konumlarının daha bir sorgulanabilir olmasının yolunu açtılar.“Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikati sahte saymalıyız” diyen Nietzsche’ye sağlam bir selam çaktılar.Sonuçta, ağızlarından çıkan her kelime ile daha da özgürleştiler ve özgürleştikçe de özne olmayı becerebildiler.

Pek çok açıdan tarihe derin bir çentik atan Gezi hadisesinin özneleri, belleklerimize keskin ve zeka dolu mizahları ile birçok söz, yazı, ses ve imgelem nakşettiler. Bize de son sözü onlara vermek düşer: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”.

DİPNOTLAR

[1] Cengiz Erdem. Alain Badiou’nun Olay Felsefesi ve Gezi Ruhu’nun Hakikati. Varlık Dergisi, Eylül 2013 s. 18-23

[2] Hadise: Can ile canan Express Dergisi sayı: 136 Haziran-Temmuz 2013 Özel sayı s. 3

[3] Alain Badiou BeingandEvent, çev. Oliver Feltham (Londra: Continuum, 2005)

[4] Nurhan Yentürk, Yörük Kurtaran, Gülesin Nemutlu. Türkiye'de Gençlik Çalışması ve Politikaları. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008

[5] Sırrı Süreyya Önder. Bildiğimiz siyasetin sonu. Express dergisi sayı: 136 Haziran-Temmuz 2013 Özel sayı, s. 8-9

[6] Sigmund Freud, Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri. çev. Emre Kapkın, Payel Yayınları İstanbul, 1996

[7] Cem Kaptanoğlu, Psikososyal açıdan gezi direnişi. Türkiye Psikiyatri Derneği Bülteni 16(2):1-5 2013

[8] Artun Avcı. Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece. Birikim dergisi Sayı 166