Birikim’in son sayısı (193/194, Mayıs-Haziran), Derginin kalıcı olacak en dolgun sayılarından biri. ‘Bir zamanlar Ermeniler vardı...’ başlığıyla sunulan sayıda yer alan yazılar, ‘Ermeni Meselesi hakkında (ki bu esas itibarıyla bir ‘Türkiye meselesi’dir!) geniş bir görüş sağlıyor. Söylemeye gerek yok; meseleyi, ilm-i simyaya benzer bir anlayışla kurgulanmış bir ‘tarih ilmi’nin ebediyete dek sürecek belge kazılarına havale etmeyen yazılar bunlar... Tayfun Atay’ın belirttiği gibi, ‘Ermeni sorunu tarihî olduğu kadar yaşayan bir sorundur; belge, belleği değiştiremez’... ve Anadolu halkının dedelerinin, nenelerinin belleğindekilerin de en az ‘belgeler’ kadar hükmü vardır.
Yine söylemeye gerek yok; Birikim’in dosyasındaki yazıların, resmî-millî tarih anlatısını idâme ettirmekle işi olmaz. Fakat bununla ilgili başka bir işle uğraşmaya vardır, dosyaya katkıda bulunanlar: O resmî ve milliyetçi anlatının inşâ ettiği zihniyet yapılarıyla ve korkularla uğraşmaya vardırlar. Zaten bunun için, ‘Ermeni Meselesi’nde geçmişle hesaplaşmanın (bu aynı zamanda o geçmiş kurgusunun yeniden üretimine katkıda bulunduğu bugünkü hal, tavır ve ideolojilerle hesaplaşmaktır) yordamını, dilini bulmak, başlıbaşına, hassas bir meseledir. ‘Ürkütmeme, provoke etmeme’ anlamında ‘taktik’ bir müşkülden değil, sahici bir sosyo-psişik değişimi sağlamanın müşküllerinden söz ediyorum. Zira, milliyetçi demagojinin çizdiği karikatürün aksine, bu konuda –ve her konuda- geçmişle hesaplaşmak, bir ‘kendine kahretme’ zenaatı değildir. Kollektif bilinçte geçmişle hesaplaşmanın hazır bir tekniği yok; toplumsal ve politik bir uğraş gerektiren bir süreçtir bu. Burada gereken cesaret, ‘acı gerçeği söylemek ve ruhunu kurtarmak’tan ibaret değildir; fail-mağdur ilişkilerini ve ‘kin’leri kolektif kimliklerin ebedî silsilesi içinde yeniden üretmeyen bir bilinç ve ruh halini kurmaya muktedir olabilecek, çok yönlü bir insanî-medenî cesarettir. Hem ‘Kendi’yle hem ‘Öteki’yle cebelleşmeyi, bu ilişkiyi başka türlü kurmak için uğraşmayı gerektirir. Birikim’in dosyasında özellikle Murat Paker’in ‘Türk-Ermeni meselesinin psiko-politik düğümleri’ başlıklı yazısı, işte bu süreci tartışmaya eğiliyor.
Geçtiğimiz haftasonu, Hürriyet’te Ertuğrul Özkök, Radikal’de İsmet Berkan’ın yazdıkları, ‘geçmişle hesaplaşmanın lüzumu var mı?’ diye özetlenebilecek bir tartışmaya işaret ediyordu. Ertuğrul Özkök, geçmişte yaşanmış etnik kırımlar ‘kaşınırsa’, herkesin kendi etno-cemaatinin kayıplarını ve öç duygularını ortaya dökeceğini, dolayısıyla üzerini örtüp unutmaya terketmenin en salim yol olduğunu söylüyordu. İsmet Berkan ise, ‘tutulması gereken yol bu mu?’ diye kuşkusunu belirtirken, Türklerin ‘geçmişteki kötü olaylar’la ilgili tutumlarının zaten genellikle ‘unutmayı tercih etmek’ olduğunu teslim ediyor, bunun nedenleri kültürel mi, psikolojik mi?’ diye soruyordu.
Eksik bir soru bu. ‘Kültürel’ ve ‘psikolojik’ olanı, politik olanla birlikte düşünmediğiniz zaman, eksik kalıyor. Türkiye’de geçmişin yükleriyle başetme yordamı olan ‘unutmak’, temel önemde bir politik sorundur. Murat Paker’in de andığım yazısında dikkat çektiği gibi, Türkiye’nin bir dizi ‘unutma’ sorunu var, geçmişinde bir yığın hesaplaşılmamış ‘kötü olay’ var: Ermeni meselesi, Kürt meselesi, 12 Eylül... Bu hesaplaşmaların engellenmesi, halka ‘rüşd hakkı’ tanımayan politik kültürün yapısal bir vasfıdır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ‘susuş kumkuması’ sözünden uyarlarsak, ‘unutuş kumkuması’ olmakla malûldür Türkiye’nin politik kültürü. Her ‘geçmişle hesaplaşma/ma’ vakası, aynı zamanda bu ‘kök’-meseleyi gündeme getiriyor.
Birgün, 3.6.2005