Klinik açıdan paranoyak olan veya paranoyak bir savunma geliştiren kişiler, ayna evresinin belirli bir noktasına takılmıştır. Bu kişiler için, kendileri ile diğerleri arasındaki fark ne kadar büyürse, ilişkilerindeki imgesel tansiyon da o kadar artar. Fazlasıyla farklılaşmış olan kişi, benliğe yönelik bir tehdit olarak algılanır. Bu “tehdit,” benliğin yok olmaması için karşı tarafın yok edilmesi gerektiği inancına dönüşebilir. Böyle inançların, şiddet içeren eylemlere dönüşmek gibi acı sonuçları olabilir. Aynı mantık, toplumdaki nefret suçlarına da genellenebilir.
Bu tür eylemlerin yarattığı dehşet sadece ekonomik zorbalık ve diplomatik normların ihlalinden ibaret değil. Bir kişi hukuka uygun hareket ettiğinde, dışsal eylemleri hiçbir yasal yasağı ihlal etmez. Ancak nezaket, görgü kuralları, incelik, kibarlık vb. yalnızca hukuka uygun davranmaktan daha fazlasıdır. Bunlar, yapılması katı bir zorunluluğa dayanmayan (ama beklenen) toplumsal kuralların flu alanıdır ve tarihsel olarak şekillenmiş sosyal normlarımızın bir parçasıdır. Dile getirilmeyen adetlerimizin ve beklentilerimizin bir parçasıdır; toplumsal ahlak kurallarının devralınmış özüdür.
Eğer ulusal ve uluslararası anayasal gelişmeleri değerlendirirken yanılgı içerisinde değilsem, Serap Yazıcı olayının Türkiye’de muhafazakâr-liberal anayasacılığın ölümünün ilanı olduğunu söylemem abartılı bir yorum olmayacaktır. Özellikle 1990’larda merkez sağ siyasetlerin gölgesinde gelişen, AKP iktidarının ilk 10 yılında büyük bir coşkuyla yeni dönemin hukuk paradigması olarak kesin zaferini ilan eden, ne var ki oksimorondan öteye geçip tutarlı bir anayasa politikası geliştirmekten uzak bir görünüm arz eden muhafazakâr liberalizmin iflası ile karşı karşıyayız.
30 Ocak'ta yüzlerce öğrenci Belgrad'dan Novi Sad'a kadar 50 mil yürüyerek tren istasyonu faciasının üçüncü ay dönümü için düzenlenen ablukaya katıldı. Yürüyüşteki atmosfer barışçıldı. Yüzlerce genç çadırları ve köpekleriyle yürüdü; bir öğrenci kaykayını getirdi. Vatandaşlar pencerelerinden sarkarak kalabalığa el salladı. Köylerde yaşlılar yürüyüşü izledi ve bazıları ağladı. Vatandaşlar öğrenciler için meyve suyu, su ve domuz eti ve tatlı gibi ev yapımı yiyecekler hazırladı. Novi Sad yolu üzerindeki Stara Pazoda'da bir kadın “Öğrenciler o kadar çok yiyecekler ki Novi Sad'a şişman varacaklar” diye espri yaptı.
Feroz Ahmad 1938 yılında Delhi’de Müslüman bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Nuruddin Ahmad ülkenin önde gelen avukatlarından biri olmasının yanı sıra 1960-1965 arası dönemde Delhi valiliği yapmıştı. Ahmad’ın hayatının ilk yılları Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi verdiği döneme denk geliyordu. 1947’de yaşanan Hindistan/Pakistan bölünmesi ailenin hayatında önemli bir dönüm noktasıydı. Hindistan alt kıtasının kuzeyinde yer alan ve Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelerde Pakistan devletinin kurulması, güneyde yaşayan Müslüman ailelerin göçe zorlanması anlamına geliyordu. Hindu çeteler tarafından evinin yakılacağını erken gelen bir ihbar sonucu öğrenen baba Nuruddin Ahmad ailesini bir gemiye bindirerek İngiltere’ye yollamayı başarırken, kendisi Pakistan’a gitmeyi reddediyordu.