Kısa süreli siyasal gündemlere, örneğin seçim gündemlerine hapsolmak, somut ilişkiler peşinde olan ve değişimin daha derinden ve yavaş olacağını idrak eden gündelik hayat politikalarının yerini alamıyor. Oysa örneğin, gündelik hayat politikaları, sermaye için artı-değer üreten emek yerine, sermayenin değersizleştirdiği bakım emeğini merkeze alıyor. Ya da neoliberal öznellikler ve neoliberal etik değerleri sorgulatan zeminleri işaret ediyor.
Olacakları peşinen biliyoruz, yine de havadaki ağırlığın bize gerginlik olarak dönmesine engel olamıyoruz. Filmin en başarılı taraflarından biri de bu sanırım. Şenlikli bir evin üzerinde dolaşan kara bulutlar, cinayetler ve idamlarla 70'leri kana bulayan karşı-devrimci karanlığı haber veriyor bize. Fakat film, yarattığı atmosferden güç alarak ortaya koyduğu sezdirme becerisini kendi versiyonunu anlatmaya giriştiği hikâyenin büyüsüne kapılarak yavaş yavaş yitiriyor.
Öte yandan tepeden bakma ve horgörü, sömürge insanının sömürgeciye karşı hissettiği duygu yelpazesinin en ucunda bulunur ve İtalyan yönetmen bu deneyimi son derece canlı bir şekilde bize hissettirmiştir. Eminiz ki vaktiyle Irak ve Afganistan’da bulunan Amerikalıların, yerli insanların kendilerine karşı küçümseme dışında hiçbir duygu beslemediklerine dair en ufak bir fikri bile yoktu. George Orwell gibi kısmen duyarlı sömürge memurlarını tenzih etmekle birlikte, “alıngan” sömürgeci güç alay edilip hor görüldüğünü kolay kolay anlayamaz.
Bahçeli’nin açıklamaları ve bir süredir deruhte ettiğimiz skandallar silsilesi aslında, rasyonel bir neden-sonuç ilişkisi olmaktan ziyade, Başkanlık sisteminin çözümsüzlüklerinden ve Meksika açmazlarından beslenen skandala meftun yapısıyla ilgili. Elbette başkanlık sistemi siyaseti ve siyasileri tasfiye edip onları danışman, uzman denilen ve aslında bir kısmı sosyal medya uzmanı (aslında spekülatörü demeli) kişilerle ikame edince; bu yeni danışmanlar güruhu, siyaset sanatını da haber bültenleri ve sosyal medyanın beğeni algoritması ile ikame ettiler. Dolayısıyla, artık memleket başı sonu belli olmayan bir haber bülteni, youtube(r) stüdyosu ve Kurtlar Vadisi setine dönüşmüş durumda, öyle bir hikmet, öyle bir kahramanlık, öyle bir mana derinliği…
Artık internet, apokaliptik felaketlerin eşiğinde verebileceği daha fazla ekran süresinden başka bir şeyi olmayan bireylerin savunmasız gruplara yönelttiği nefret söyleminin bir mekânı. Her ne kadar bu trend yükselişte olan küresel faşist hegemonyayla uyumlu olsa da burada görünenin ötesinde dikkat çeken şey, bu zehirli fikirlerin hem üretilmesi hem dolaşımda kalması hem de kolayca alıcı bulabilmesine olanak veren kültürel ve toplumsal ortamın yeni kodları. Yani Fredrick Jameson’ın geç kapitalizmin kültürel mantığı dediği şeyi bir adım daha öteye taşıyacak olan Anna Kornbluh’un ‘çok geç’ kapitalizme içkin olan bir tarz ya da üslup olarak tanımladığı ‘dolayımsızlık’ durumu.