CHP, Kasım sonunda yaptığı 39. Olağan Kurultayı’yla parti programını yeniledi. CHP’nin yeni programını herkes kendi bulunduğu ideolojik cepheden eleştirdi. Şüphesiz bu eleştirilerin hepsi ayrı ayrı kıymetli. Ancak ben bu makalede parti programı ve partinin yeni kadrolarını CHP’nin bütün muhalefeti bir araya getirme, alternatif sesleri susturmasa da en azından marjinalize etme argümanı üzerinden bir değerlendirmeye tabi tutacağım: “Öncelik bu iktidardan kurtulmak… Şimdi ‘ideolojik bakma’ zamanı değil…” Anlaşılabileceği üzere bu iddia, bütün çıkarlardan, çıkar gruplarından, pazarlıklardan ve kişisel ihtiraslardan bağışık, adeta kendisini memleket için ateşe atan bir siyasetçi profili anlatısına dayanır. Elbette kendisini bizler için ateşe atan “seküler azizlerimiz” anlatısının bir karşılığı olmalıdır.
Türkiye’nin sosyal medya gündemine son dönemde oturan "Kanzi" meme’i, ilk bakışta politik bir hiciv gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde sınıfsal bir körlüğün ve kültürel ırkçılığın yeni bir tezahürüdür. Özellikle X platformunda sıklıkla karşılaştığımız bu tabir, genellikle devletçi refleksleri olan gençlere atfedilmekte. Fakat burada sadece bir "internet şakası"ndan değil; Twitch yayıncılarının ve belirli odakların domine ettiği, öfkesi kontrol altında tutulan bir gençlik kitlesinden bahsediyoruz. Ekonomik krizin vurduğu, ev-araba alma hayali elinden alınmış "ev genci" için sosyal medyada polemiğe girmek ve devletin gücüne tapınmak, aslında kendi kırılganlığını örtmek için giydiği bir zırhtır. Sosyal medya algoritmaları, 10-15 saniyelik agresif, vurucu ve bağlamından kopuk edit videolarıyla bu gençleri kolayca manipüle edebilmektedir.
Yakın zamanda dozu gittikçe artan egemenlik tartışmalarına bakıldığında, reaksiyonel bir düşüncenin hakim olduğu öne sürülebilir. Kıbrıslı Türklerin özellikle son 70 (1955’i bir milat alacak olursak) yılda nereden nereye nasıl “savruldukları”na bakıldığında, konuyu ne salt kolonizasyona, ne de salt milli mücadeleye indirgemek doyurucu bir açıklama sunmuyor. Aksine, her iki argüman birçok bakımdan kendi içinde tutarlılıklar barındırsa da, resmin tamamına bakıldığında, var olan durumun karmaşıklığını açıklamakta yetersiz kalıyor. Özellikle “milli mücadeleci” cenah, Kıbrıs sorununu salt bir savunma ve sonrasında “zafer”le taçlandırırken, bırakın iğneyi, hiçbir şeyi kendi toplumuna batırmayarak herşeyi Kıbrıslı Rumlar’ın üzerine yığarak, “mağdur” bir halktan “mutlu bir son” ile noktayı koymaya çalışırken, kolonizasyon iddiasının, ki bu noktada bu düşüncenin özellikle bugüne bakınca daha güçlü olduğunu iddia etmemek zor, Kıbrıslı Türkleri, fark etmeden, özne değil nesneleştiren bir düşünce akımının devamını sağladığını söylemek mümkün.
İstatistik merakım ve coğrafi bilgi sistemlerine duyduğum ilgi, yıllardır biyocoğrafyayı anlamak için kullandığım araçların siyaseti de açıklayabildiğini fark ettiriyor. Türlerin yayılışını, habitat sınırlarını, komşu bölgeler arasındaki etkileşimleri nasıl haritalandırıyorsam, benzer desenler seçim haritalarında da beliriyor. Çünkü hem ekolojide hem siyasette şunu biliriz: Rastgele görünen şeylerin bile altında çoğu zaman belirli mekânsal örüntüler yatar. Değişim belirli bölgelerde başlar, komşu alanlara sıçrar, kümeler oluşturur ve zamanla kendine özgü bir yayılım örüntüsü ortaya çıkar; hiçbir önemli değişim gerçekten rastgele dağılmaz. İstanbul’un 2019 yılında 84 gün arayla yapılan iki seçimi, bu açıdan benzersiz bir “doğal deney” niteliği taşıyor ve istatistikle siyaseti ve aynı zamanda seçmenin maruz kaldığı çevresel baskıları görünür hale getiriyor.
Taha Bey’le hafızam beni yanıltmıyorsa 1991’de tanıştık. 12 Eylül’ün gadrine uğramış, değerli, çok birikimli bir hocanın Boğaziçi Üniversitesi’ne geri döneceğini öğrendiğimizde bazılarımız dersinin yolunu gözlemeye başlamıştı bile; altını çizmeli, salt kendisinin esas bölümü olan siyaset biliminin öğrencileri de değil. Sosyoloji, felsefe, psikoloji veya bu satırların yazarı gibi tarih birimlerinin mensupları... Standart, program dahilindeki dersi mükemmelen verdi Hoca, dün dahi otuz küsur yıl sonra o dersi, içeriğini hayranlıkla hatırlayan, bir kısmı zaman içinde kendisi doçent, profesör olmuş arkadaşlarım vardı. Ancak aralarında benim de olduğum kimileri için esas unutulmaz olan, normal ders bittikten sonraki zaman dilimi, kendisinin eleştirel perspektifini bizlerle paylaştığı, ağırlıklı olarak cumhuriyetin ilk dönemini, doğal olarak Kemalizm’i bilindik, çokça tekrarlanmış anlatının dışında bir pencereden gördüğü, tartışmaya açtığı saatlerdi.