SAVAŞI BEKLERKEN
Nergisten sorumlu değilmişim bunu öğrendim
Kar umarsız yağabilir, ayaz çıkabilir
Uzun sürebilir, kötü şeyler olabilir
Nergis uyanmayabilir
Ne ışığını ne dalı sor ne de tomurcuğu
Aklım kırık, şaşırdı beklentilerim
Kimyasal korkular, kanlı gecelikler,dalgalı sirenler
Çocukları koyver, nereye gitseler ne yapsalar
Nasılsa füzeler bombalar onları buluyor
Nergisten ben sorumluydum, ışığından ve çocuklardan
Yanlış mı Belledim, İnsan Sorumluluktur
Gülten Akın
Bir yol hikayesi anlatacağım, insan sorumluluktur şiarını çıkınımızda taşıdığımız bir yolun hikayesi. 240 bin kardeşimizi bölgeye savaşmaya yollayanlara inat barışı savunan gençlerin yol hikayesi…
Boğaziçi Üniversitesi’nden gelen bir haber olanca coşkusuyla giriverdi ODTÜ gündemine, Boğaziçinde bir doktora dersi sırasında çıkan Diyarbakır’a gidip olanları ilk kaynaktan öğrenme, olaylarda öldürülen insanlara taziye ziyaretinde bulunma fikri hepimizi heyecanlandırdı. Haberi aldığımız günün ertesi günü ODTÜ’de ilk toplantı yapıldı, ertesi günü meşhur Fizik önünde oturma eyleminden, hocalarla konuşmaya, yol parası için destek aramadan, Diyarbakır ile irtibata geçmeye, el ilanlarından basın metinlerinin hazırlanmasına, diğer üniversitelerle görüşmelerden hararetli tartışmalara ODTÜ’de de yola çıkılmıştı. Aynı esnada Boğaziçi Üniversitesinde de 10-14 Nisan haftası “Diyarbakır Hakkında Bilmek İstemediklerimiz” haftası ilan edilerek hafta boyunca, katılıma açık dersler, film ve fotoğraf gösterimleri, müzik dinletileri, paneller ve forum gibi çeşitli etkinlikler düzenlendi. Artık yol arkadaşıydık ODTÜ ve Boğaziçi . Tabii Ankara Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesinden de arkadaşlarımızla.
14 Nisan Cuma, hepimizde bir gerginlik ve heyecan var, Boğaziçi Üniversitesi bir basın açıklaması yaparak öğleyin çıkmış yola, bizler de Yüksel’de yapacağımız basın açıklaması öncesinde her olasılığı düşünmeye, tartışmaya çalışıyoruz. Kızılay yine polis devleti görünümünü almış, her yanımızda siviller, çevikler, neyse onlar duradursunlar biz basın açıklamamıza geçtik bile, basın açıklamasından kısa kısa…
Basına ve Kamuoyuna; Diyarbakır’da ve bölge illerde tırman(dırıl)an gerilimin, topyekun bir kayıtsızlıkla karşılandığı şu zor zamanlarda barışa yönelik somut bir adım atmak için Diyarbakır’a gidiyoruz…. Etnik kimliği ve bulunduğu taraf ne olursa olsun, ölenler bizim kardeşimizdir…Çocukları öldüren bu zihniyeti ve ‘çocuk da olsa kadın da olsa fark etmez’ diyerek bu zihniyete onay veren başbakanı kınıyor ve ‘Kardeşime Dokunma’ çağrısını yükseltiyoruz…Şunu da vurgulamak istiyoruz ki, Kürtlerin dışlanmasına yol açan siyasetler aynı şekilde bizi de dışlamaktadır. Diyarbakır halkını bastırmak için kullanılan yöntemler, gecekonduları yıkmakta, üniversiteleri susturmakta, sosyal hakları ortadan kaldırmakta ve halkı yoksullaştırmakta kullanılmaktadır... Biz de bu şiddetin yayılmasından endişe duyuyor ve bu inançsızlığı kırmak için ‘ BARIŞ HEMEN ŞİMDİ’ ve ‘YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ’ çağrısını çıkınımızda taşıyarak insan sorumluluktur şiarıyla barış köprümüzü kurmak için Diyarbakır’a gidiyoruz.
Diyarbakır'a gitmekten korkuyorduk çünkü, biz de vatan haini ilan edilebilirdik. gözaltına alınabilirdik, gözaltına alınan çocuklar gibi biz de işkence görebilirdik, kimimizin nüfus cüzdanında doğum yeri Van, kimimizin Hakkari, kimimizin Adıyaman yazıyordu, fişlenebilirdik, gidişimiz medyada genelde yapıldığı gibi çarpıtılarak yansıtılabilirdi, yolda linç edilebilirdik (bundan dolayı Elazığ üzerinden değil-Urfa üzerinden gitmeyi tercih ettik), üç yaşında çocukları bile öldürmüşlerdi, biz de öldürülebilirdik öğrenciler olarak okuldan atılabilir, asistanlar olarak da işimizden olabilirdik, terörle mücadele yasası bizi yolda yakalayabilir, hakkımızda dava açılabilirdi, terörist ilan edilebilirdik, tutuklanabilirdik, “havaya” açılan ateşle karnımızdan vurulabilirdik , “paşalarımız” tarafından sözde vatandaş ilan edilebilirdik Diyarbakır'a gitmezsek bu yaşananları unutmaktan korkuyorduk. Korkuyorduk ama gidiyorduk, Gidiyorduk çünkü olan bitenden çok korkuyorduk. Ne demiştik: insan sorumluluktur.
Diyarbakır’a 30 km kaldı, artık şarkı söyle(ye)miyoruz, Tam bahara dalmışken durduruluyoruz, silahlar, askerler, siviller, kameralar, Diyarbakır’a hoş geldiniz partisi… Bizim için tüm hazırlıklar yapılmış, özel arama belgeleri çıkartılmış, önce kimliklerimiz toplanıyor, sanki başka bir ülkeye gelmişiz de pasaportlarımız kontrol ediliyor.
İktidar farklı suretlerle karşımızda askerin eli olmuş bedenimizde geziyor, gözleriyle otobüslerimizi arıyor, silah olmuş üzerimize çevrilmiş tehdit ediyor, sivilin yüzünde ki bıyık hilal olmuş bize mesaj veriyor, izin olmuş bizi aramayı hukukileştiriyor ve en acısı biz aranırken tırlara yüklenmiş 12 tankla Diyarbakır’a ateş kusmaya gidiyor…
Diyarbakırdayız artık, hemen basın toplantısı hazırlığı, öncelikle Diyarbakır Belediye Başkanı Vekili Dr. İlhan Tekili bir hoşgeldiniz konuşması yapıyor, barış dileklerinde bulunuyor. Ardından bizler basın açıklamalarımızı okuyoruz. Boğaziçi Üniversitesinden arkadaşlar 36 hocalarının da imzaladığı mektubu Diyarbakır Belediyesine teslim ediyorlar.
Basın toplantısının ardından Belediye Başkanları, İnsan Hakları Derneği, Diyarbakır Barosu, Eğitim-Sen, Barış Anneleri, GÖÇ-DER, TAY-DER ile görüşmek ve olaylarda öldürülen 5 insanın (ikisi çocuk, ikisi genç, birisi 74 yaşında bir dede) ailelerine taziye ziyaretinde bulunmak üzere ortalama onar kişilik gruplar oluşturuyor. Yola devam…
Diyarbakır Barosunda Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu ve diğer avukat arkadaşlar tarafından dostane bir şekilde karşılanıyoruz. Baro yetkililerinin elinde ki verilere göre gözaltına alınanlar ve tutuklananlar:
3.4.2006 tarihi itibariyle;
Gözaltı şubesi | Toplam gözaltı | Tutuklanan |
Çocuk şube | 199 | 91 |
TEM şube | 327 | 257 |
Jandarma | 17 | 17 |
Toplam | 543 | 365 |
5.4.2006 tarihi itibariyle;
Toplam | 551 | 375 |
Gözaltına alınan çocukların % 95’i, CMUK gereği Diyarbakır Barosu tarafından görevlendirilen avukatlarına, işkence iddiasında bulundukları beyanlarında; yakalama esnasında dövüldüklerini, soyulduklarını, soğuk suyun altına sokulduklarını, işkence ve kötü muameleye tabi tutulduklarını anlatmışlardır.
Diyarbakır Çocuklar Cumhuriyeti gibi, sokakta yürürken durduğunuz anda etrafınız çocuklarca sarılıyor, mendil satanından boyacısına… göçün acılı çocukları… Unutmadan yazıyı 23 Nisanda yazıyorum Resmi İdeolojinin dünyada tek çocuk bayramı olarak övündüğü günde, daha 1 ay önce 5 çocuk Diyarbakır sokaklarında öldürülmemiş gibi, çocuk bayramımız kutlu olsun.
Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler…Nazım Hikmet
Baronun verilerine göre ölenlerin hepsi paralel ateşle öldürülmüş. Öldürülen 3 insan göz yaşartıcı bombanın paralel atış sonucu kafasına isabet etmesi sonucu hayatını kaybetmiş. Baroya göre yaşanan olaylar hem PKK’ ya hem de devletin içinde Kürt sorununda çözümsüzlüğü savunan güçlere yaramış. Son olarak Baro ne yazık ki geleceğe yönelik karamsar bir tablo çizdi, çatışmaların yoğunlaşma olasılığının yükseldiğinden ve yaratılmaya çalışılan Türk-Kürt kavgası ortamının hazırlandığından bahsettiler.
Belediye Başkanları ile resmi bir şekilde başlayan sohbetimiz sonrasında samimi bir diyaloga dönüştü. Belediye Başkanları 15 gündür çok gergin bir atmosferi teneffüs ettiklerini, bu 15 gün içinde karşılaştıkları en güzel ve en moral verici olayın bizlerin onlara ziyareti olduğunu belirttiler. Olaylar sırasında arada kaldıklarını belirten belediye başkanları; bir arkadaşımızın sorusu üzerine sorunun tek çözümünün silahların susmasıyla mümkün olacağını ve barış umutlarını asla yitir(e)meyeceklerini söylediler. Bu sohbet sırasında olayların ikinci gününden sonra mahallelere helikopterlerin girip, damların seviyelerine kadar alçaldıklarını ve evlerin içerisine gaz bombası attıklarını öğrenerek yeniden burası Türkiye mi diye sorduk kendimize, ve cevap çok netti: EVET!!!
GÖÇ-DER e giderken sivil polisler tarafından takip altındaydık. Yanımızda ki Dicle Üniversitesinden arkadaşlar günlerdir üzerlerindeki baskıdan dolayı oldukça tedirgindiler, biz yoldayken iki üniversiteli arkadaşlarının daha gözaltına alındığı haberi geldi, günlerdir o kadar çok arkadaşı gözaltına alınıp tutuklanmış ki artık bizim kadar tepki vermiyorlar. Ne de olsa yıllardır yaşadıkları OHAL, artık onların gündelik hali olmuş.
GÖÇ-DER’de gönüllü eğitmen, yaşlıca bir amca karşıladı bizleri. Burada yetkililer zorunlu göç sonrasında insanların büyük şehirlerde sefalet koşullarına terk edildiklerini, olaylarda önde yer alan genç ve çocukların geçmişlerine baktıklarında ilk hatırladıkları şeyin ailelerinin hakaretlerle köylerinden kovulmaları olduğunu söylediler. Bu kinle büyüyen çocukların attıkları taşlarla yaşadıkları haksızlıklara karşı kendilerince bir tepki gösterdiklerini belirttiler. Pek çok insanın olaylarda kurşunla yaralandığını fakat gözaltına alınma riskinden dolayı hastanelere gitmeyip evde ya da özel hastanelerde tedavi gördüklerini anlattılar.
Eğitmen arkadaşlar çocukların kendilerini ana dilleri olmayan bir dilde rahat ifade edemediklerini, kendi ana dili olan Kürtçe ile çok daha rahat anlayabildiklerini belirterek, anadilde eğitimin öneminden bahsettiler. Çıkmadan yaşlı amca.: Acılarına saygı duyulmasını istediklerini, acının evrensel bir dili olduğunu ve o dili Diyarbakır sokaklarında her köşede görebileceğimizi söyledi.
İnsan Hakları Derneğinde bizi İHD bölge sorumlusu Mihdi Perinçek ve diğer İHD çalışanları karşıladı. Mihdi Bey İHD’nin öncelikle her türlü şiddet olayına koşulsuz karşı olduğunu belirtti. Olayların başlamasıyla birlikte eylemcilerin Diyarbakır’ın zengin merkezlerini (Ofis) ve devlet kurumlarını tahrip etmeye yöneldiklerini, ilk iki gün güvenlik güçlerinin savunmada kaldığını ve kamu binaları ile önemli güvenlik noktalarını koruduğunu fakat ikinci günün gecesinden itibaren şehre gelen özel timlerle çocuk kadın demeden ateşli silahlarla kitleye çok sert bir şekilde müdahale ettiklerini söyledi. Olaylarda bankaların ve Ofis semtinin hedef olarak seçilmesinde insanların yaşadıkları derin yoksulluk ve dışlanmışlığın izlerini görmek mümkün.
Tayyip Erdoğan’ın “kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır” sözünün bölge halkını çok incittiğini belirten Mihdi Bey, kadının da çocuğunda hem kültürel olarak hem dinsel olarak hem de (çocuklar için ) hukuksal olarak masumiyeti dile getirdiğini, Tayyip Erdoğan’ın kamu vicdanında bu sözleri altında kalacağını belirtti.
Eğitim Sen ziyaretimizde öğretmenler, öğrencilerin sürekli olaylarla ilgili sorular sorup, yorumlar yaptıklarını belirttiler. Öğretmenlerden birisi çocuklara 5 ytl karşılığında taş attırıldığı iddiasının komik olduğunu vurgulayarak bunun da sorunun üstünü örtmekte kullanıldığını belirtti. Aynı anlayışın PKK’yı bir sonuç değil de nedenmiş gibi gösterilmesinde de gözümüze çarptığını söyledi.
Tutuklu Yakınlarına yaptığımız ziyarette bizleri dernek başkanı avukat arkadaş ve 2 yaşlı amca karşıladı. Amcalardan birisinin bir oğlu dağda ölmüş, birisi hala dağda, birisi de hapisten yeni çıkmış. Amca anlatırken gözyaşlarını tutamıyor: Biz yedi senedir Barış Barış diyoruz, çocuğumuz ölmüş, ben nerelere gideyim…
Barış Anneleri ziyaretimizde, annelerin ağızlarından hiç düşürmedikleri tek kelime BARIŞ. Onca acıya, baskıya karşı erdemli bir tavırla yine BARIŞ. Bir annenin oğullarından birisi askerde, birisi de dağda ölmüş, acılı hikayelerini dilleri Kürtçeyi şiir gibi kullanarak anlatıyorlar. Anneler savaşta ölen tüm gençleri kendi çocukları gibi kabul ettiklerini ve akan kanın durması için ellerinden gelebilecek her şeyi, canlarını vermek dahil, yapmak istediklerini söylediler: yeter ki artık gençlerin kanı akmasın!!!
5 taziye ziyaretinde bulunduk Diyarbakır’da… 78 yaşındaki Halit amca 4 polis tarafından sopalarla dövülerek öldürülmüş. Halit amcanın ailesi olaydan daha 15 gün bile geçmemesine rağmen öylesine erdemli ki biz daha fazla kan aksın istemiyoruz, onurlu bir barış istiyoruz diyorlar. Tarık Atkaya 22 yaşında bir marangozmuş, olayların ikinci günü kepenk kapatıp evine gidecekken kafasından vurulmuş. Babası Tarık’ın isyan ediyor, benim oğlum geçen yıl bu zamanlarda askerden gelmişti, bu ne biçim hal??? Ve o da daha fazla kan akmamasını istediklerini, tek yolun barış olduğunu belirtiyor Enez 8 daha yaşındaymış, Enez’in bir akrabası: Bütün anaların gözyaşlarının rengi aynıdır, gözyaşlarının rengi yoktur.
Gittik, gördük, duyduklarımızdan canımız yandı ve gördüklerimizin bizlere yüklediği ağır sorumlulukla okullarımıza döndük. Her gün biraz daha milliyetçileş(tiril)en arkadaşlarımızla karşılaştık, her gün biraz daha milliyetçileşen gazete manşetleri ve haber programlarıyla. Bu satırları kaleme alırken Güneydoğu Anadolu’da askeri harekatlar devam ediyor, bu toprakların çocukları birbirlerini öldürmeye çalışıyor. Türkiye Soluna, sendikalara, meslek odalarına ve özellikle ÖDP’ye büyük bir görevin düştüğü tarihsel bir dönemeçteyiz; yeniden başlayacak çatışmaların kimlere yarayacağı, kimlere ise ne ağır acılar yaşatacağı tecrübeyle sabit. Bu noktada kendi coğrafyamızda, çocukları öldürecek kadar fütursuzlaşan ve sivil insanlara zarar verecek kadar hedefini şaşıran çift taraflı şiddete karşı simgesel basın açıklamalarından daha kapsamlı ve anlamlı tepkiler vermek, barışı ve kardeşliği bulunduğumuz tüm yaşam alanlarımıza taşımak gerekiyor.