Eğer elimi ateşe uzatmışsam ve yanmışsam bunu hemen tekrarlamam, psikoterapi ise bir anlamda elini ateşe uzat ve orada tut der.
Sıklıkla birbiri yerine kullanılan vicdan, suçluluk, hayal kırıklığı, pişmanlık gibi duyguların akraba olduğu söylenebilir ancak bu kavramlar birbirlerinden tamamıyla farklıdır. Vicdan, egonun eylem ve niyetlerini kontrol eden, değerlendiren ve bazen cezalandıran bir sistemdir. Suçluluk, egonun bencil talepleri karşısında vicdanın verdiği cezadır. Pişmanlık, egonun suçluluk duygusu durumlarında verdiği tepkinin genel tanımıdır. Elbette duyguların öznel bir yanı vardır ve kişi bir anda tek bir duygu hissetmez. Hissettiklerimiz açısından genelde karmaşığızdır ve birçok duyguyu aynı anda hissedebiliriz. Benzer şekilde benim kendi adıma pişmanlık diye tanımladığım şeyi bir başkası acı olarak tanımlayabilir. Fakat duygular öznel olduğu kadar kültürel süreçlerdir aynı zamanda. Bu yanıyla, bazı duygular toplum tarafından inşa edilir, hissedilmesi öğütlenir ve bazen de birbiri yerine ikame edilir. Bu bağlamda, birbirine akraba duygular olsa bile pişmanlık ve suçluluk hissetmek arasındaki ayrım önemlidir. Her iki duygu da olumsuzdur, kişiye rahatsızlık verir ve öze yöneliktir. Her iki duygu da, yaşanan olumsuzlukla ilgili kişiye kendi sorumluluğunu hatırlatır, başkasının acısındaki payını gösterir. Fakat suçluluk duygusu, vicdanla daha çok ilgilidir. Suçluluk hisseden kişi, pişman olandan farklı olarak kendinden utanır ve kendini eleştirir. Pişmanlığın ise ego üzerindeki yükü daha hafiftir. Kişi, yaptığının yanlış olduğunu bilir, bunu kabul eder. Tabiri caizse "oldu bir kere, olmasaydı iyiydi" gibi bir anlayış vardır. Pişman olduğu sözün ya da eylemin bedelini ödemeye dair bir eylem göremediğimiz gibi, başkasının acısına dair empati, acıları telafiye dair bir çaba yoktur. Varmış görünür, fakat sahiden ortada bir şey yoktur. Buna rağmen pop psikoloji, suçluluk duygusunun psişe üzerindeki tesirlerini daha çok irdeler ve bir mesele haline getirir. Pişmanlık değil ama suçluluk duygusu birçok psikiyatrik bozuklukta semptom olarak ele alınır. Suçluluk hislerinin ego üzerinde ağır hasar yarattığı varsayımından olsa gerek, "meditasyonla dünyanın kötülüklerinden arınma", "bilinçaltınızda bahar temizliği" gibi bizi yeryüzüne karşı duyarsızlaştıran sözümona terapiler de yedek güçler olarak arkadan geliyor. Anakım psikolojinin her an ve her yerde öğütlediği "siz mutluluğu hak ediyorsunuz", "kendinizi şımartın" veya "bugün kendiniz için ne yaptınız?" demesi boşa değil. Günümüz kültürel ikliminde melankoli ve ona yapışan ağır suçluluk duyguları bir an önce yok edilmesi gereken, insana yabancı duygular gibi ele alınır. Sanki acı çekmenin insani bir yanı yoktur ve suçluluk hissetmek kötücüldür. Fakat yaptıklarınız için arada bir pişman olup bunu dile getirmenizde sakınca yoktur. Yolunuza güle oynaya devam ettiğiniz sürece...
Terapi odalarında insanlar çoğu zaman kendilerini ezen vicdanları, pişmanlıkları, hayal kırıklıkları ve suçluluklarıyla boğuşur. Oysa psikoterapi, "kendinize gülümseyin" deyip duran tuhaf tekniklerin size habire vaaz ettiği gibi suçluluk hissinizi unutturmaya çalışmaz aslında. Kötü hisler iyi hislere dönüşmeyecektir. Ancak, kişisel bir anlam çıkarabilmek için suçluluğunuzla yeterince uzun süre kalmanız ve onları kabul etmeniz beklenir. Terapi seansları pişmanım deyip, yüreğinizi hafifletmeniz için değil; suçluluk duygunuzla yüzleşebilmeniz için gerekli. Kötü hissin kabulü, bu dünyadaki failliğinizin sorumluluğunu almaya, failliğinizle yüzleşmeye içkindir. Yani bir "olma" meselesidir.
Pişmanlık kişiyi dönüştürmeye yetmez. Hayal kırıklıklarınızı bir bir ortaya saçmak sonra gözyaşı dökerek ve "ne çok çekmiş" olduğunuzu duyarak o parçaları toplamak sizi bir miktar yatıştırır belki. "Bu gözler neler gördü, ama o zaman şartlar öyleydi" avuntusuyla kendinizi iyi hissetmeniz, suçluluk duygusunu daha da derinlere iteleyerek bastırmaktan başka işe yaramaz. Kötü hissin üstesinden gelmek iyileşmenin bir ölçütü değil maalesef. Pişmanlıklarla kendini avutup durmanın yanlış bilinç mefhumuyla birlikte, etik bir çerçeve içinde tartışılabileceği kanısındayım. Pişmanlığa sarılmak, sanki, var olan şartlar içinde ehveni şer bir etikle idare etmeye çalışmak gibi... Yanlış bilince sahip öznenin, üzüntüsünün doğasını, nedenlerini bilmemesi ve ifade edememesi; durumu kabullenmeye çalışırken kendi zararına olmasına rağmen çoğunluğun, toplumun bakış açısını kullanması gibi... "Şimdiki aklım olsa" sözleriyle dile getirilen pişmanlık ifadeleri, yabancılaşmış bilincin sıklıkla başvurduğu bir teselli ifadesi olur. Pişmanlık, suçluluk ve utanç, bu üç duygu öznenin kendilik tasarımına ulaşmadaki başarısızlığını gösterir. Ancak, pişmanlık, özneyi tahrip etmeye devam eder. Kendiliği parçalar, içten içe yakar. Çünkü, performatif bir duygu değildir: harekete geçirmez, telafi edici, onarıcı ve yeniden inşa edici motivasyonları yoktur. Pişmanlığıyla kalmayı seçen kişi, giderek kendine yabancılaşır, yalnızlaşır. Bu yüzden pişmanlık yanlış bilincin duygusudur diye iddia ediyorum.
Suçluluk duygusu ise, yakıcı olsa bile özneyi kendiliğe dair bilince davet eder. "Bilinçli ben", hem kendine yabancı değildir hem de ötekinin farkındadır ve onun gözünden kendini sürekli bir değerlendirme halindedir. Pişmanlık doğası gereği tamamlanmamış bir duygu. Bu tamamlanmamışlık yüzünden de dönüştürücü olamaz. Pişmanlığa akraba olan suçluluk ise tamamlanmaya açıktır. Suçluluk, selfi, kendisine yol açan edimin bir daha tekrarlanmayacağına dair bir vaatte bulunmaya iter. Utanç yaşayan öznenin yaşadığı suçluluk onu yaptıklarını telafi etmek üzere eyleme geçirir.[1] Kişinin üzerinde, onu harekete geçirip dönüştürebilecek kadar güce sahip bir duygunun safi kötücüllüğünden kim bahsedebilir ki o zaman? Hele bu duygunun gücü, yapılan kötülüğün tekrarlanmasını engellemek üzere işliyor ise, onu insanı yücelten, olgunlaştıran bir duygu olarak kabul etsek ne olur? Suçluluk hissimizden kaçmak yerine onunla yüzleştiğimizde, bizi içimize kapanmaya zorlayan o boğucu pişmanlığı aşmış oluruz. Pişmanlık özneyi kapatıp kendi içinde teselli ederken, suçluluk bir özneden diğerine yönelmeyi sağlar. Ötekiyle bağ kurdurur. Pişmanlık ne kadar bireyin içine dönükse suçluluğun yüzü o kadar topluma bakar kanımca. Bağ kuran, harekete geçiren, etkinleştiren, bir başka deyişle ötekilerin huzurunda performansa sevk eden suçluluk hissi vita activa kapısının eşiğindedir. Bu ezici duygu, ardından onarıcı bir eylem ya da söz ürettiğinde o eşik aşılmış olur. Oysaki pişmanlığın doğasında, söz ve eylem yoktur. Geçiştiren, sorumluluktan kaçan ve yüzeysel olan "keşke yapmasaydım" ile sınırlıdır.
Duygular sadece kişisel olarak algılandıklarında sonuçlarının sistematik doğası gizlenir. Toplumsal bağlamdan bakınca, politik olarak pişmanlık söylemine başvurulması, olan biteni geçiştirmekten öte, kötü niyetli bir tavrın göstergesi bence. Bu ikiyüzlü tavır dış politikalarda ve devlet başkanlarının sözlerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in ırkçılığa, ayrımcılığa, yabancı düşmanlığına karşı periyodik olarak toplandığı dünya konferansları, Avrupa Birliği devletleri için her zaman netamelidir. Günümüz şartlarında her Avrupa devleti ırkçılığa ve ayrımcılığa açıkça karşı görünür ve tarihlerindeki sömürgeciliği hoş karşılamadıklarını dile getirirler. Bu açıkça bir "pişmanlık" ifadesidir ama "suç" ve "suçluluk hissetme"nin lafı bile geçmez bu toplantılarda. Maalesef görünen odur ki, bundan sonra olacak Birleşmiş Milletler konferanslarında ve devletlerin resmî söylemlerinde de suçluluğu kabul eden resmî özürler nadiren çıkacaktır. Örneğin 2001 Birleşmiş Milletler Konferansı'nda Afrika ülkeleri, köle ticareti ve sömürgecilikteki rolleri için Avrupa'dan özür talep ettiler. Çünkü özür, suçu kabul eden bir ifadedir ve arkasında utanç, suçluluk duyguları vardır. Özür dilemek performatiftir çünkü ardından telafi edici sözler ve vaatler gelir. 2001’deki konferansta, Avrupa ülkeleri temsilcileri, Afrika'nın taleplerini kabul etmekle birlikte içinden "özür" kelimesinin çıkarılmasını istediler. Çünkü özür ifadesi, köle ticaretinin sorumluluğunu kabul etmek ve ırkçılığın bedellerini ödemek üzere harekete geçmek anlamına gelecekti. Özrün arkasından tazminat talepleri, mağdurların kaybettikleri haklarını geri alması için açılan davalar başlar. O konferansta özellikle İngiltere, geçmişteki köle ticareti için özür dilemeyi reddetmişti. Başbakan Tony Blair, "köle ticaretini kınadığını" ve İngiltere halkının geçmişten "pişmanlık" duyduğunu belirtmişti. Ama ortada resmî bir özür beyanı yoktu. İşte bu noktada pişmanlık ifadesinin ikiyüzlülüğünü görebiliriz. Başbakan Tony Blair'in "pişmanlık" ifadesi, en başta "saygın ve duyarlı" İngiliz Orta dınıfının vicdanına iyi gelir. İngiliz halkı "pişmanız", "ama oldu bir kere ne yapalım" ile teselli olur. Blair'in "pişmanlık" sözleri aynı zamanda Büyük Britanya hükümetini kölelik ve sömürgecilik karşıtı gösterir. Köle ticareti insanlığa karşı bir suçtu, Avrupa devletleri sömürgecilikten elde ettikleri kazanımları halen ellerinde tutarken tek söyleyebilecekleri "pişmanlık" ile sınırlı kalır. Çünkü diğer türlü, sömürgecilikten elde ettikleri hakkı iade etmek, uluslararası mahkeme salonlarında tazminat ve telafi davalarıyla uğraşmak zorunda kalacaklardır. Irkçılık ve ayrımcılık karşıtı olmak, "kınama" ve "pişmanlık" ifadelerinin ötesine geçmeyi gerektirir. İngiltere hükümeti, uzun zaman önce olanların sorumluluklarını üstlenmeyi mantıklı bulmadı ve Afrika ülkelerinin tazmin taleplerini hukukun alanının dışına çıkardı. Böylece, köle ticareti ve sömürgecilik zararlarının bedelini ödemekten sıyrılmış oldu. Suç bir kere kabul edilirse, kapitalist üretim biçiminin doğmasını mümkün kılan sermaye birikimini yaratan talan gözler önüne serilecekti. Afrika ülkelerinin bugünkü yoksulluğunun, Avrupa'nın ise varsıllığının sebebi olan sömürgeciliğin, "pişmanlık" ile sınırlandırılması, bu konuyu hukuk alanından siyasi tarih alanına aktarır. Böylece şimdiki refah seviyelerinde, tarihteki sömürgeciliğin payı olan beyaz orta sınıf Avrupalılar, büyük dedelerinin yaptıklarından pişman olsalar bile kendilerinde bir sorumluluk olmadığını düşünecekler. Özür dilemenin yerine kullanılan "pişmanlık" ifadesi, adalet mücadelesiyle, söz vermeyle, telafi etmeyle olan bağı keser. Pişmanlık, sorumluluk ve tazminattan kaçınmak için bir göz boyama ifadesi haline gelir. “Olmasaydı iyiydi ama oldu bir kere” denip konu kapatılır. Afrika için yardım kampanyaları düzenlenir, uluslararası örgütler kalkınma planları yapar fakat hiçbir örgüt o zamanlar köle ticaretinde başrolü oynayan şirketlerin bugünkü uzantılarını araştırmaz. Pişmanlık ifadeleri, “Üçüncü Dünya”nın sömürü ve talanıyla edinilen refahı görmezden gelir. Utancı ve suçluluk duygusunu reddeder.
Sonuç olarak pişmanlık, kişisel ya da toplumsal, ne şekilde düşünürsek düşünelim, incinmenin üstesinden gelemediği gibi hayırdan çok şer getiriyor gibi... Belki bugün biz orta sınıf beyaz Türklerin en çok eksikliğini hissettiği ama fark edemediği duygu da bu. Eğer bizi eyleme geçirecekse; azıcık acı çekmemizin, vicdanımız kanaya kanaya düşünmemizin zararı yok bence. Tıpkı o güzel şarkının dediği gibi, bir mücrim gibi titreyerek istikbale bakma zamanı geldi de geçiyor bile.