Her futbolseverin rüyasıdır dünya kupası. Bir kere, dört senede bir girer hayatımıza ve hemen kolay bir matematik hesabı ile; 80 yıl yaşarsanız, sadece 20 kupa göreceksiniz demektir;o da dimağın tam açılmadığı, başlama vuruşunun hemen sonrası dönemler ve kapanmak üzere olduğu uzatma dakikalarıyla birlikte 17-18 kupaya düşebilir.
Sokaklarda top tepen çocukları gördükçe mutlu oluyorum. Biz de yapardık bunu. Oyunu bölen arabalara rağmen inadına futbol oynardık, dört taştan müteşekkil iki kale arasında.
Öyle bir reklam dönüyor ki ekranlarda şu günlerde, o alışılageldik, bir spor ürününün tanıtımını futbol yıldızları üzerinden yapan reklamlarda var olan “endüstriyel futbol” vurgusuyla ilgisi bulunmuyor. Genelde bir forma, ayakkabı giymelisinizdir, çünkü aynısını Ronaldinho da giymektedir, bir içecek içersiniz çünkü onu Thieery Henry de içmektedir. Bir top tepecekseniz bu David Beckham’ın teptiğinden olursa şık olur. Aslında bu bahsi geçen reklam da elbette bir markanın tanıtımı, lakin bu sefer o koskaca futbol yıldızları iki çocuğun toprak saha maçında hepimizle eşitlendiriliyor. “Futbol evine dönüyor”du İngiltere 96’nın sloganı. Bu reklamla da “futbol sine-i millete dönüyor!” biraz olsun sanki. Artık hiç bir zaman o eski futbol olamayacaksa da…Olsun hayali dahi güzel, reklamdaki görüntüler de…
Belki de oyunun patronları has futbolseverlerin tüm bu olup bitenden rahatsız olduklarını anladılar(!) ve böyle bir reklam ortaya çıktı. Hani 10 yaşındaki Jose’nin annesi “eve gel!” diye bağırıyor ya, futbol oynadığı için azarlayarak çocuğunu, hepimizin başına gelen talihsiz bir sakatlıktır bu. Sokak futbolunun saha dışı faktörleridir bunlar: arabalar, anneler, topu alıp havaya diken, mahallenin “şık olmayan” abileri… Biz de yapardık maçımızı, yıldızlar yoktu kadromuzda Joseninki gibi ama herkes bir yıldız olurdu. O zamanlar Juventus revaçtaydı, ben Boniek olurdum, Polanyalı; Platini olurdum, Fransız, bir dükkanın kale görevi almış kepengine abanırken… ‘Formsuz’ olduğu için kadroya almadığımız kilolu bir çocuğun babası kovalamıştı bir seferinde bizi. Apartmanın birine sığınmıştık, hala hatırlarım…Futbolda şiddete hayır… lütfen!
Hala hatırlarım 1982 İspanya’yı. Nasıl unutulur!İlk dünya kupası başarım. Herkes için hatırladığı ilk dünya kupası önemlidir. Çocuklukta bilinçaltına kazınır adeta o kupa. Final maçını mahalleden bir komşunun evinde, o yıllarda henüz sayıları çok olmayan renkli bir TV’de izlemiştim. Oyunu Federal Almanya’ya karşı İtalya kazanınca 1980’in 12 Eylül’ünden beri sokaklarda olmayan abilerimiz çıkıp gece yarısı İtalya, italya! diye haykırmışlardı. Olsun, o sessizliği futbol yırtmıştı ya bir şekilde.
Sovyetler Birliği vardı. Yeşil sahalarda da… Bizim ulusal renklerimize benzerdi renkleri de formalarının. Son oyunlarından ikisini 1989 yılında Türkiye’ye karşı oynamışlar ve Milli Takım”ı İstanbul’da bir mayıs günü (10.5.1989) 1-0 ve deplasmanda 2-0 yenerek dünya kupasına katılmamızı engellemişlerdi. Hatırladığım bunlar. Bir önceki yıl o SSCB Avrupa Şampiyonası finalinde Hollanda’ya dramatik biçimde usta ayak Marco Van Basten’in dönemin muhteşem kalecisi Rinat Dassaev’e attığı muhteşem golle kaybedecek ve belki de Sovyetler’in dağılma süreci bu yıkımla birlikte başlayacaktı.(!)
Dünya dolusu insan, maçların izlendiği stadlarda, her kıtadan sayıları milyonları bulan insanlar… Ne olursa olsun her dünya kupası bir şekilde gezegeni birleştiriyor. Her ne kadar kar hırsı, kapitalizmin her şeyi cilalayıp satma çabası ve becerisi bunları gölgelese de, hangi politika, felsefe, sanat olayı vs. böylesi bir çekim etkisi yaratabiliyor? Dünya kupası ile ilgili atlanan bir nokta var: Finallerden bahsediyoruz da, ben mesela eleme gruplarına bayılırım. Orada coğrafya bilgim artar, tarih bilgim çoğalır. Adını sanını az duyduğum; Cape Verde Adaları, Laos, Burkina Faso, Vanuatu gibi takımlar…Pek tanınmayan Fildişi Sahili bu seneki kupaya katılıyor ve oldukça iddialı bir takımları var. Hadi bir bakalım Fildişi Sahili tam olarak Afrika’nın neresinde, etnik yapısı nedir, tarihi nasıl şekillenmiş…
İki dünya kupası arası dört yıl olunca, dünyada bir dolu değişiklik oluyor. Sırbistan-Karadağ, eğer 2010’a katılabilirse ayrı ülkelerin ulusal takımları olarak olacak bu. Amerika Birleşik Devletleri 2002’de Japonya-G.Kore’deydi,2006’da Almanya’da, gene finallerde. Bu iki kupa arasında da Irak’taydı ve hala orada…
Irak kupaya ırak hala fakat, İran gene orada. Şimdi sıradan bir İranlıya sorsanız, dünya gözüyle nükleer enerjide dünyanın en ileri ülkesi durumuna gelmeyi mi ister, yoksa İran’ın dünya kupasını almasını mı, tahminen 4 kilo 790 gram gelen,18 ayar altını tercih edecektir. “Neden?” derseniz, nükleer enerji üretiminden çok daha zordur o hedefe ulaşmak da o sebepten. Prestiji de çok daha fazladır kuşkusuz bunun. Kim biliyor ki Brezilya’da kaç tane nükleer santral olduğunu?