Sosyalizmin bildik tanım tasarım ve pratiklerinde çok ciddi sorunlarımız var. Bunun bunalımını yaşıyoruz. Bir benzetmeyle anlatmaya çalışayım: Bir vücutta ard arda arazlar ortaya çıkıyor; terleme, çıbanlar, solunum rahatsızlığı,baş dönmesi vs. Bunları ayrı ayrı, tek tek tedaviye çalışıyoruz, olmuyor, yenileri çıkıyor ve bu arada da bünye durmadan zayıflıyor. Bu durumda, ya, ne yapalım böyle devam edeceğiz dersiniz, ki geleneksel solun tutumu bu; ya da bu yüzeye vuran arazlar hayati organlarımızda veya genetiğimizde bir bozulmanın, sapmanın sonuçları olmasın diye sorup, bunu araştırmaya, asıl sebebi tespite yönelirsiniz, ki bizim tutumumuz bu. Temeldeki fark, ayrılık böyle özetlenebilir.Aslında çok eskiden beri geçerli bu durum. 12 Eylül darbesi, solun gaddarca ezilmesi, reel sosyalizmlerin çöküşü, 1980lerden beri yeni bilimsel teknolojik gelişmelerle gelen sosyo-ekonomik politik değişimlerin fırtınası içinde, bu farklılığı tartışıp sonuçlandırma imkanı bulamamış olabiliriz, ama artık karar vermek zorundayız.
Sosyalizm bir insani tercihtir. İdealdir. Kaynağı ve ekseni eşitlik olan bir arayıştır. Modern zamanlara kadar bu arayışın gerekçesi dünyadaki adaletsizlikti. Yoksulluk, ezilen ve aşağılananlar vs. Vicdanı titretir bu durum. Hâlâ da titretmelidir. Marx’a kadar bu durumun ekonomik paylaşımdan, mülkiyet rejiminden, bu işleyişi kollayan devletten kaynaklandığı düşünülürdü. Marx ise kaynağın mülkiyet tarzında yani hukuk ve devlette değil, bizzat üretim tarzında olduğuna işaret ederek, yepyeni bir ufuk açtı. Oysa geleneksel sosyalizm buradaki üretim tarzı dönüşümü vurgusunun yerine, yine mülkiyet tarzı değişimini koyarak, bu ufku kararttı, kapattı. Biz bir anlamda karartmayı kaldırmaya çalışıyoruz. Üretim tarzı dönüşümü ile, fikir, teknik üretimi, icadından diyelim, buğday üretimine kadar her alanda insanların basit otomatlar, niteliksiz emekçiler gibi değil, zihni kapasitelerini daha çok ve daha boyutlu seferber ederek gerçekten yapıcı ve yaratıcı hale gelecekleri bir durumu kasdediyoruz. Sosyalizm mücadelesi bunun imkan ve yollarının aranması denenmesidir. Böyle olmalıdır.Ve şüphesiz öncelikle bu temel ihtiyacın bilincine varılmasını, bunu gerçekleştirme istek, inanç ve coşkusunu yaratmalıyız. Bir diğer deyişle, insanların kendi varoluş biçimlerini sorgulama ve bizzat dönüştürme arzularıni harekete geçirmeye yönelmeliyiz. Sosyalizmin amacı olan eşitlik/eşdeğerlilik ancak böyle bir süreçte mümkün olabilecektir.
Bundan şu anlam çıkar. Üretim tesislerinin özel mülk değil, kamu/devlet malı olduğu bir düzende eğer herkes şimdiki gibi çalışıyor, mevcut işbölümü aynı şekilde sürüyor, işliyorsa, sömürü de, köleleştirme ve aşağılanmalar da aynen devam ediyor demektir. Bazı biçimler değişmiştir, o kadar. O nedenle kendi üretici, çalışan insan kimliğimizi dönüştürmek, insanı insan yapan asli nitelik ve değerleri yansıtan, harmanlayan kimlikleri elbirliği ile oluşturmamız gerekir. Oysa yapılan, işçiliğin yüceltilmesinden başka bir şey değil. 1980 öncesinde öğrenci, aydınlar fabrikalara gidip işçi gibi çalışarak güya sosyalist bilinç kazanmış olduklarını sanıyorlardı. Marksizm adına yapıyorlardı bunu. Oysa Marx, tam aksine, işçiliğin insanlık dışı bir durum olduğunu, üretim tarzı dönüşümünün başlıca bu nedenle zorunlu olduğunu söylüyor. Özetle, adına işçi diyebileceğimiz insanların olmayacağı bir üretim tarzının imkanları zorlanmalıdır diyor. Üretim ilişkilerinde devrimin anlamı budur. Eğer şimdiye kadar yapılageldiği gibi, işçiyi aldığı ücrete, sosyal ve ekonomik haklarını arttırmaya kilitler, kurtuluşunun bu doğrultuda olduğunu empoze ederseniz, en hafif deyişle muhafazakârsınızdır. Çünkü kapitalizmde bu kanal açiktır zaten. Kapitalizm sadece üretim değil, tüketimdir de.
Kısaca işçiye yönelik politikanın özü, ücret filan değildir. Onlardan esirgenen insani gelişimin olanaklarını yeniden kazanmalarıdır. Kapitalizmin ücret sorununu giderek ağırlaştıracağı, böylece yıkıma sürükleneceği kesinlikle doğru değildir. Sistem bu sorunu değişik yol, taktik ve mekanizmalarla sürekli bastırabilir, yönlendirebilir.
Kapitalistin amacı işçiyi daha da yoksullaştırmak değildir ki. İşçi tüketici olarak o çarkın parçası. Çarkın işlemesi, büyümesi için işçinin de tüketimi artmak zorunda. Dolayısıyla ücretleri arttırmak asla kapitalizme ters değil.
Elbette biz ezilenin yanındayız ama işçilerin ekonomik hakları için mücadeleye kutsallık atfetmek, bunu sosyalizmle özdeşleştirmek kesinlikle yanlıştır.
Sınıf bilincinin esası, o sınıfın sadece kendi özel durum ve çıkarlarıyla sınırlı olmayarak insanlığın tamamı hakkında bir iddia ve öneride bulunmasıdır. Sosyalizmin işçi ve emekçilerin sınıf bilinci olarak ifadesi de böyle olmalı. Bütün insanlığı, insanlık durumlarını kapsamalıdır. 19. yüzyılın sonlarına, azalarak da olsa 20. yüzyılın ortalarına kadar en azından kıta Avrupasının işçilerinde böylesi bir bilincin varlığından kısmen de olsa bahsedebiliriz. Bu durumda proletaryanın burjuvaziye karşı kurucusu olacağı bir dünya, insanlık düzeyi iddiası var diyebilirdik. Oysa şimdi çok büyük çoğunluğuyla kendi ücretliliğine kilitlenmiş, bunun dışındaki sorunlara ilgisiz bir işçi sınıfı var. Üstelik yeni teknolojilerin devreye girmesiyle, örneğin otomasyonun hızlanması, robotizasyon yollarının açılması ile işçilerin üretici konumlarından kaynaklı güçleri de giderek azalmaya yüz tutmuş durumda. Biz bütün bunları göz önüne alarak işçi sınıfına odaklı olmayan ama onun gerçek kurtuluş imkanlarını da asla ihmal etmeyip, bilhassa vurgulayan bir sosyalizm tanımı önerdiğimizde, geleneksel kafa sahipleri işçi sınıfını boş veriyorsunuz diye yaygara ediyorlar. Duyan da bunların fabrikalarda ömür tükettiğini sanır. Oysa yıllardır yaptıkları, yapabildikleri ortada. Ne oldu? Kaç işçiyi örgütleyebilmişler ki?
Birikim’in isminin sosyalist kültür dergisi olması boşuna değil. Bu, sosyalizmin öncelikle bir toplumsal varoluş biçimi, bir tercih, bir iddia olduğuna işaret eder. Yaratıcı olmayı, üretken emeğe saygı ve bunun önemini, öğrenmenin sürekliliğini, yapıcı eleştirelliğin asla elden bırakılmamasını ifade eder.
Sol içi tartışma kültürü yerlerde sürünüyor. Bir arkadaşmız –Ümit Kıvanç- geleneksel anlayışı en fazla kendine kahırlanarak eleştiren bir yazı yazıyor, buna cevap “sifonu çekmeyi unutmuşuz” deyip, nerede var olabildiğini ifşa etmekten başka bir şey yapamayan düzeysizlikte bir cevap alabiliyoruz örneğin.
Birikim olarak zaten uzun süredir devam eden bu ayrılığı netleştirdik o kadar. Böylece tartışmak için onca çaba gösterdiğimiz sorunların önemine, ağırlığına asla yakışmayan bu düzeysiz ortamı da terk etmiş olduk.
Dünya, tarihte daha önce hiç görülmemiş bir hızda değişiyor. Bu değişimin ve hızının değil kaynak ve mahiyetini kavramak, onun içinde yaşamaya alışmak bile uzunca bir dönem mümkün olamadı denilebilir. Ama artık bu fırtınalı gidişe en azından alıştık; süreceğini de biliyoruz. Bu değişimlerin içerik ve anlamlarını, asıl önemlisi sosyalizmin ana amacı açısından taşıdığı imkanları düşünüp tasarlayabiliriz. Ayrıca son derece önemlidir ki; en azından 1980’lerden beri bu hızlı değişim sürecinde doğan, bunu ‘doğal durum, gidişat’ sayan kuşaklar büyüdü, devreye giriyorlar. Onların dönemi başlıyor artık. Onların geleneksele saplanmış zihinlere bir türlü anlatamadıklarımızı anlayıp, çok daha geliştirmenin şevk ve heyecanını duyacaklarını umuyor, buna güveniyoruz.
Geleneksel yapılar miadını çoktan doldurdu Trajik sonuçlara toslayarak tıkandılar. Bu tıkanma noktastnda ayak direyenler olduğu gibi; kimileri de o bildik, gerici eğilimlere yönelerek veya yapışarak tutunmaya. çalışıyor.
Bakın anayasa referandumu için yapılan basın açıklamasında içinde Adalet Ağaoğlunun da olduğu konuşmacılara yumurta attılar. Bu nasıl bir tavırdır. Gücünün yettiğini düşündüğün, kendinden zayıf olduğunu bildiğin veya sana misilleme yapmayacağından emin olduğun insan lara saldırmak ne tür bir etiktir? Bu militarizme karşı olduğu iddiasıyla gidip sıradan bir askere saldırmaya benziyor. Zavallık bu. Gerçek btr cesaretin sahibi isen git Genelkurmaya saldır. Referandumda evet diyorlar diye DİSP’in toplantısını basmak, acınası aşağılıkta bir tavırdır.
Bakın yumurta atma moda oldu. Sözünü pekâlâ söyleyebileceğin koşullarda bunu yapmak “söyleyecek değerde sözüm yok” demektir. Bu sadece gençlerin heyecanı olarak geçiştirilemez. Bu tam da benim eleştirdiğim yapıların gelip dayandığı siyasal çıkmazın sonucudur. Mesela bir örnek de Ahmet Kaya gecesinde oldu. Solcu bir grup biz Başbakan’ın geldiği sahnede müzik yapmayız diyerek organizasyondan çekildi. Güya ilkeli bir tavırmış bu. Oysa bir fikrin bir tavrın varsa işte bir başbakan önüne kadar gelmiş. Göster ve örneğin mahcup duruma düşür becerebiliyorsan.
Bundan sonra ne olur? Daha önce de bahsettiğim gibi yeni kuşaklar geliyor. Asıl özne onlar olacak ve ne yapacaklarsa mevcut yapılarla değil, kendi yaratıcılıkları ile oluşturdukları ile yapacaklar. İdeallerini yeniden tarif edecekler ve bizatihi onun taşıyıcısı olacaklar. Biz Birikim’de sadece bu yeni tarzın, yaratıcılığın bir platformunu sunmaya çalışıyoruz. Bu yeni dili oluşturma çabası içinde yer alıyoruz. Ve bu tartışma gerçek bir yenilenmeyi arzulayan herkese de açık.