Birikim Dergisi'nde, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın göreve başlarken verdiği mesajları, AKP hükümetine ve kamuoyuna 'şahince' bakış olarak değerlendirdiniz. O mesajlar bugün pratiğe nasıl yansıdı?
Büyükanıt Genelkurmay Başkanı olduğundan bu yana henüz bir şey yapmadı. Belli bir kesimin ona yüklemek istediği roldü. O da bir takım beyan ve davranışlarıyla 'şahin' rolünü üstlenebileceğini göstermişti. Göreve gelmeden önceki altı ay içinde iki önemli gelişme oldu. Devletin teamüllerinde olmayan bir şekilde Başbakan Erdoğan ile Büyükanıt baş başa görüştüler. İçeriği açıklanmadı ama toplum bunu bir konsensus, siyasi pazarlık şeklinde algıladı. İkincisi gelişme de Büyükanıt'ın aleyhine -ona şahin rolü biçip, beklenen Genelkurmay Başkanı olarak gören çevrelerin başlattığını tahmin ettiğim- bir karşı kampanya yürütüldü. Sabatayist olduğu, Yahudilerle anlaştığı türü söylentiler sitelerde yer aldı.
Büyükanıt'a "rol biçenler" daha sonra neden tavır değişikliğine gitsinler ki?
Ordu üzerinden siyaset yapmak isteyen bir taktım çevreler var. Her şey 1970 öncesi ordu içindeki sol subayları, cuntaları hatırlatıyor. Son zamanlarda ordu içinde çete benzeri oluşumlar gündemi işgal etti. İçeride hareketlenmeler var. Bunların çoğu AB karşıtı, ulusalcı, laikçi tavırda orta ve alt kademe subaylar. Bu kesimlerin nazarında Büyükanıt, onları en yüksekte temsil eden kişi olarak seçilmiş. Uzun zaman böyle sürdü. Paşa'nın da buna karşı olduğunu gösteren bir söylemi ve tavrı olmadı.
Başbakan Erdoğan'la görüşmesi, "role uygunsuzluk" olarak mı değerlendirildi?
Paşanın bu rolü tam da oynamayabileceğine dair endişeye kapıldılar. Erdoğan görüşmesinden sonra, her zaman konuşan insan, müstakbel Genelkurmay Başkanı'na yakışan bir sessizliğe büründü. Hükümeti geriletme unsuru olarak çalışacağını varsayan çevrelerin memnuniyetsizliğini artıran başka şeyler de olmuş olmalı ki, karşı kampanya başlatıldı.
Büyükanıt o konuşmada demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi kavramların bazı mihraklarca teröre kamuflaj malzemesi olarak kullanılabileceğini söyledi. Bu yaklaşım sağlıklı mı?
O makamda birinin, devletin korumak zorunda olduğu demokrasi, insan hakları, özgürlük gibi temel değerlere bakışı böyleyse, çok sakıncalı bir kafa yapısı var demektir. Demokrasi ve insan haklarını bir kamuflaj malzemesi olabilecek şeyler gibi görmek, kullanılan kamuflaj sözcüğünün askeri tınısı nedeniyle "nüanslı bir ifade" sayılabilir ve böylece kullanılabileceği varsayılmış bir demokrasi ve insan hakları "cephesi"ne karşı "askerî bir teyakkuz"un elzemliğini çağrıştırır.
Asker yeniden gündemde. Paşalar konuşuyor; irtica tehdidi arttı... Laiklik elden gidiyor… AB tehdidi… Kararlıyız… Bu çıkışlar toplumu nasıl etkiliyor?
İrtica, laiklik, rejim türü tartışmalar esasında bir sınıf meselesidir. Bugün İslami referanslı bir sosyal sınıf kamusal alanda haklar istiyor. Tarzlarıyla, değer sistemleriyle ötekilerden farkları var ama toplumda ötekilerle beraber yaşıyorlar. Kamusal hayatta kendilerine biçilen ikincil rolden çıkma talepleri, birincil rolü işgal edenlerce dirençle karşılanıyor. Laik tepki bu tepkidir.
Asıl kamuflaj burada mı var?
Geçmişte "yoksulluk"tan bahsetmenin sosyal adalet talep etmenin "örtüsü altında" komünizm propagandası yapıldığından kuşkulanıldığı için, nasıl yoksulluk ve sosyal adalet ibarelerini kullanmak bile netameli hale getirilmiş; konuşmasında Allah sözcüğünü birkaç kez kullananın mürteci olabileceğine hükmedilebilmişse; son dönemlerde de demokrasiden, hukuk devletinden, insan haklarından bahsedildiğinde sözün ne zaman bölücülüğe getirileceği beklentisi epeyce sindirtilmiştir bu ülke insanlarının zihnine.
Asker AKP iktidarına direniyor mu?
Direniyor gözüküyor. AKP bu direncin belirli bir kısmını zaten kabullenmiş. Beş yıldır iktidar, beş yıl daha iktidar gözüküyor, ama hâlâ askerin harcamasını denetleyemiyor, denetlemek niyetinde de değil... Orduya siyasette, ekonomide yeni roller biçilmesi aşırılıktır. Bunlar sistemi kötürümleştirir. Batı ülkelerinde ordunun adı 'büyük dilsiz'dir.
Bizde niye tersi?
Özel sebepler deniyor. Birileri için meşruiyet kaynağı olduğundan "özel sebeplerin" özel kalmasına özenle çalışılıyor seksen senedir.
Topluma yeni bir cepheleşme mi dayatılıyor?
Açıktan yapıyorlar. Bu anlayış laik-milliyetçi koalisyonun 'mızrak uçluğunu' üstlenmiş kesimlerden giderek bünyeye yayılıyor… "Cumhuriyet... sandıkta kaybedilmeyecek" diyen Baykal'ın CHP'si de o yaklaşıma ortak. Bu kamp, Şemdinli'den beri, giderek şiddetlendirdiği ataklarla ilk planda AKP hükümetini sarsmak, en azından -hâlâ oturmamış ve heterojen- bünyesinde bölünmelere uğratarak güçten düşürmek için uğraşmakta ise de aslında hedef tahtası çok daha geniştir. AKP iyice geriletilse bile, bu kampı temsil eden hiçbir siyasal hareketin oy yoluyla iktidara gelemeyeceğini kesinkes bilmenin verdiği hırsla sadece AKP'yi değil, onun boşluğunu dolduracak, izlediği politikaları kısmi rötuşlarla sürdürebilecek diğer partileri terörize etmeyi de kapsayan bir saldırı sözkonusu.
Kim o koalisyonun tarafları?
CHP, gayri resmi parti olarak ordu ve orduyu arkasına alıp güç elde etmeye çalışan İşçi Partisi, Türk solu gibi oluşumlar var. Bunlar AB karşıtıdırlar, ulusalcılık derler, kışkırtıcıdırlar, darbe lafına meraklıdırlar. AKP'nin içinde de bu kanadla gerektiğinde iş birliğine hazır bir kesim var…
Bunlar AKP'nin 'dikiş yerlerini' mi zorluyor?
AKP bir koalisyon partisidir ve dikişleri kolay atabilir. Kararlılık ve tutarlılık lazım. AKP çıktığı noktayı unuttu gibi… "Cephe'nin, "vurucu güç"lerinin "altın çağ" saydıkları 1923-50 Türkiye'sinin resmî manzarasını, o dönemin devlet politikalarını eleştiren, hatta sadece kutsal saymayan herkesi ve her eğilimi "düşman" safına kaydederken; bu eleştirilerin dayanağı olan "demokrasi", "hukuk devleti", "temel hak ve özgürlükler" gibi kavram ve değerlerin "cumhuriyeti koruma" adına çiğnenebileceğini açıkça ilan ederek; 1923-50 politikalarında ciddi revizyonu zorunlu kılan AB'ye üyeliği, "Kürt sorunu"na demokratik çözüm arayışlarını savunanları da ihanetle suçluyorlar.
Cumhurbaşkanlığı ve sonrasındaki seçimler bu süreci 'tetikleyici' faktörler mi?
Evet, önce cumhurbaşkanı seçilecek. Ayrıca AB de Türkiye'yi gittikçe zorlayacak. Bu ülkede korkular çok kolay oluşturuluyor, fakat "irtica yeniden hortluyor" söylemi bugünlerde fazla tutmuyor. Bölücülük gibi başka argümanlar devreye girecek. Yine de AKP'nin birilerine danışmaksızın cumhurbaşkanını seçmesi "irticanın büyümesi" olarak algılanacak.
Kürt sorununda bir süreç işliyor. Öcalan'ın PKK'ya silah bırak çağrısı 'içeriden' sabote edilebilir?
Mümkün. Kürt sorunu bir Ortadoğu sorunudur. Bunu başka türlü ele almak kafayı kuma gömmektir.
Asker soruna rejim sorunu olarak mı bakıyor?
Rejim sorunu olarak bakmak zorunda. Çünkü rejim, homojenleştirme mantığı üzerine kurulmuş. 20 sene önce Kürtlerin yüzde 90'ı belli bir bölgede yaşıyor diyebilirdiniz, şimdi yüzde 40'ı o bölgenin dışında. Bir bölgede yoğunlaşmış sorun olmaktan çıktı, toplumsal sorun haline geldi.
Soruna iktidar nasıl bakıyor?
Nasıl baktığını kendisi de bilmiyor. Dar konuşuyor, geniş konuşmanın şartları da sağlanmıyor. Eğer bu toplum kendi akli güçlerine güveniyorsa, Kürt milliyetçisi kamuoyunda rahatça konuşmalı, tartışmalı, kendisiyle yüzleşmeli, Türk milliyetçileri de eleştirilebilmeli. Sağlıklı bir tartışmanın olmadığı yerden topluma kabul ettirilmiş bir çözüm çıkmaz… Son olaylar gösterdi ki yazarlar hakkında açılan davalara izin veren hukuk adamlarının o makamlarda bulunmaları utanç verici. Devlet bu tür propagandalara kanmamalıydı. AKP de ulusalcı-milliyetçi kışkırtmanın tuzağına düştü ve ürktü.
CHP özgürlüklerin neresinde gözüküyor?
Özgürlükler için çok tehlikeli bir yerde…
AK Parti cumhurbaşkanı seçerken kime danışacak?
Rejimin yazılı olmayan kurallarından birisi; komutanlar adına cumhurbaşkanının konuşmasıdır. Çankaya'da konuşan, büyük ölçüde askerin de onayı alınmış bir konuşma ve tavır gösterirdi. Bu geleneği Özal bozdu, Demirel devam ettirdi. Sezer de sürdürüyor. Seçilecek olan giden gibi olmazsa, ordunun ağzı kapatılmış olacak. Bu sadece sözü kaybetme değil, esas olarak güç kaybıdır. Çünkü asker Çankaya'da istediği atamayı yaptırıyor. O atamalara müdahale yalnızca bölücülük, irtica hassasiyetinden değil, ordunun iktisadı çıkarlarıyla da ilgili olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimi orduyu ilgilendiriyor ama bu çıplak iktisadı çıkarlardan bahsederek söylenmez, buna irtica, bölücülük falan diyecekler.
Asker yeni bir rol mü üstleniyor?
Ordunun başka ordularda olmayan bir takım imtiyazları var. Firmaları, bankaları, sigorta şirketleriyle iktisadi bir varlık. Kurum olarak yararlandığı başka sosyal-iktisadı imtiyazlar da var. Siyasetteki ağırlığı da malum… Ordunun komuta kademeleri -sınıf demeyelim- bir zümre olarak toplumsal düzen içinde bir yere sahipler. Bu yapı zorlandığında ani refleks verir. Ordu, bütün bu avantajlar ve imtiyazlar sistemini, siyasi ağırlığını; bu ülkenin en hassas konusu olduğunu sürekli söylediği "laiklik" mevzuundaki titizliğine dayandırıyor. Meşruiyet kaynağı orası. Korkut ve yönet.. her fırsatta "laiklik kalkarsa Türkiye kaosa sürüklenir" diyorlar. Laikliğin Türkiye'de hassas bir konu olduğu doğrudur. Ama ben Türkiye'deki İslami hareketin ana zemininin laikliği ortadan kaldırmak gibi bir politikaları olduğunu düşünmüyorum. Laikliğe yeni bir yorum getirmeye çalıştıkları doğrudur, ama bunu da bir sağduyu ile yapıyorlar.
Yeni Şafak, 2.10.2006