AKP “atası” sayacağımız partilerin (Erbakan önderliğinde İslâmcı partiler) yapamadığını başarıp tek başına iktidar olduğunda bir süre makul ölçüler içinde davrandı. Derken, muhtemelen Tayyip Erdoğan ayağını daha sağlam yere bastığını düşündüğü için, durum değişti. “Cumhur İttifakı” Devlet Bahçeli’nin takdirini kazanan bir üslupla hareket etmeye başladı. Bu yeni aşamaya geçtiğimiz günlerde düşündüğüm bir şeyi hatırlıyorum: Erdoğan bu gidişle “dış ilişkilerde” zorlanacaktır. İlk oradan sıkışacaktır, demiştim.
Tam böyle olmadı. Erdoğan dış ilişkilerle ilgisi olmayan ekonomik alanda verdiği kararlar sonucunda şu anda geldiği yere geldi. “Dış ilişkiler” sözkonusu olduğunda AB ve başkaları tahmin ettiğim gibi davranmadılar. Sanırım dönemin önemli afeti “göç” olayında Tayyip Erdoğan’a bir “dalgakıran” işlevini uygun gördükleri için (ve muhtemelen Erdoğan’ın fevri davranışlarından ürktükleri için) iktidarın hukuku altüst eden karar ve uygulamalarına fazlasıyla yumuşak davrandılar.
Ama bunu söylemek Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin dış ilişkilerini iyi bir şekilde sürdürmeye devam edeceği anlamına gelmiyor. Sisi olayı da, Esad olayı da, Erdoğan’ın dış politika alanındaki “ustalığı” hakkında yeterli fikir veriyor. “Göçmen Politikası” da bu ustalığın sonuçlarının daha uzun süre yakamızı bırakmayacağını ortaya koyuyor.
Amerika’nın en önemli müttefikimiz olduğunu Erdoğan kendisi de söylemişti. Şu son Amerika (BM dolayısıyla) gezisinde Kamala Harris veya Trump’la bir görüşme talebinde bulunup bulunmadığını bilmiyorum ama en azından böyle bir randevu olmadığını biliyoruz. Biden’ın yemeğine de kalmadan memlekete döneceği haberini aldık. Bizim bir kesim basın, alıştığımız ve beklediğimiz gibi, bunun Biden’ın haddini bildirecek bir jest olduğunu ima ederek verdiler ama bunun değil, öbür yorumun daha inandırıcı olduğu anlaşılıyor. Yani şu günlerde patlak veren “rüşvet” konusunda birtakım hoşa gitmeyecek soruyla karşılaşma ihtimalinden kurtulmak için böyle yaptığı. Ama ayrıca, yemeğe katılmayıp yurda dönme kararının Biden’ın hayatını karartacak ve Erdoğan karşısında edebini takınmasını sağlayacak bir olay olduğu kanısında değilim.
Avrupa Birliği ile ilişkilerin daha parlak bir şekilde ilerlemesini beklemek için herhalde bayağı safdil olmak gerek. Türkiye AİHM kararları karşısında halen takındığı tavrı sürdürecekse bu durumun değişmesi de “beklenemezler” kategorisine girecektir. Sözünü ettiğim göç durumu karşısında Avrupa bir kirpi gibi dikenlerini çıkarmış, teyakkuzda bekliyor.
Bu ülkelerin sorumlu kişilerinin olumsuz tavırları böyle ama zaten biz de onlara bayılmıyoruz. Bayılmadığımızı her fırsatta söylüyoruz onlara. Peki, başka türlü ilişki kurduğumuz ülke yok mu? “Var” diyoruz ve muhtemelen ilkin “Rusya var” diye ekliyoruz. Ama Putin’in bize karşı birtakım davranışları var ki, öyle pek derine inen bir dostluk izlenimi vermiyor. Benim gördüğüm, Putin, Tayyip Erdoğan’ın saklamadığı Batı düşmanlığı üstünde çalışarak Türkiye’yi başta NATO, Batı bağlantılarından ayırmak istiyor. “Dostluk” edebiyatının altında yatan bu hesap.
Ne yapalım, Müslüman bir toplumuz, dünya önyargı dolu filan diyebiliriz. Diyebiliriz de, Sisi ve Esad’ın gösterdiği gibi, onlarla da aramız fena halde bozuk olabiliyor. Bu olaylarda sergilediğimiz tavırlar aramızda benzer kavgalar çıkmayan Müslüman toplumlara da Türkiye ile yakın ilişkinin pek akıl kârı olmayabileceğini gösteriyor.
Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama, bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü, doğrusu hiç emin değilim.