“Onlar Bir Avuç, Biz Milyarlarız” şiarı bildiğim kadar ilkin İngiliz Romantizmi’nin ikinci kuşak şairlerinden Percy Bysshe Shelley’nin Peterloo Katliamı’ndan (1819) sonra yazdığı (yayımlanması 1832’yi bulan) “The Masque of Anarchy” (Anarşinin Maskesi) şiirinin son kıtasında yer alır:
Rise like lions after slumber
In unvanquishable number
Shake your chains to earth like dew
Which in sleep had fallen on you
Ye are many – they are few!
Düz çevirisiyle:
Alt edilemez sayınla,
Aslanlar gibi uyan uykundan.
Savur toprağa çiğ gibi,
Uyurken üzerine vurulmuş zinciri.
Sen milyonlarcasın, onlar bir avuç!
Shelley’nin bu popüler baladında “aslanlar gibi uyanmaları”nı beklediği kalabalıklar David Daiches’ın isabetli gözlemiyle aslanlardan çok tilkiler gibi hareket ederek İngiliz Parlamentosu’ndan müzakere ve pazarlık yoluyla birtakım tavizler koparma yolunu izlemiş; 1860’lara gelindiğinde İngiltere’de sayısal çokluğu sayesinde klasik anlamda “devrim” yapabilecek bir işçi sınıfı kalmamıştır. Öte yandan sayısal çoklukla “devrim yapma” umudu bir motif olarak solun belleğine yerleşmiştir.
Peterloo Katliamı’ndan 200 yıl sonra bugün İngiliz İşçi Partisi ve onun kitle örgütü Momentum’un şiarı “for the many, not the few” (“azınlık değil çoğunluk için”).
***
Solun sayısal çokluğu kutsayan “onlar bir avuç” şiarını bu kadar benimsemesi ilk bakışta makul görünebilir: “Bir avuç kapitalist bütün dünyayı sömürdüğüne göre dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan biz mazlumlar ayaklanıp onları alt etmeli ve sömürü düzenini sona erdirmeliyiz” tarzı bir mantık yürürlüktedir burada.
Ancak bir mantık ya da ilke, değerlerden ziyade sayısal çokluk üstüne kurulduğunda solun tekelinden çıkıp sağın eline geçmesinin önünde hiçbir engel yoktur.
Nasyonal Sosyalizm’in şefi Adolf Hitler, Alman halkına dünyanın beynelmilel Yahudi sermayesi tarafından yönetildiğini; III. Reich’ın safkan Alman çoğunluğuna oranla sayıları bir avuç olan Yahudilerin Almanya’da yaşam hakkı olmadığını söylüyordu.
Sovyetler’de Stalin, “devrime ihanet eden” bir avuç Zinovyevci ve Troçkist karşısında “hakiki” Bolşevikleri seferberliğe davet ederken sayısal çokluğu arkasına almanın konforuna yaslanıyordu.
Günümüzde temsili demokrasilerin seçim mekanizmaları sayesinde iktidara tırmandıktan sonra kurdukları çoğunlukçu-otoriter rejimlerde “azınlık” haklarını hiçe sayan popülist liderlerin can simidi sayısal çoğunluklar değil mi?
Macaristan’da Orban, zaman zaman göçmen tehdidini zaman zaman ülkede yerleşik Roman topluluğunu kastederek “Macar halkını rahatsız eden azınlıklardan” söz ederken Türk devlet geleneğinin “marjinal gruplar”a olan nefreti “ortalama”nın sağduyusuna ve sayısal çokluğa duyulan güvenden kaynaklanmıyor mu? “Ya sev ya terk et” dayatmasının hedefinde hemen her zaman sayıları bir avuç olan etnik ya da siyasal azınlıklar yok mudur?
Sayısal çokluk solun hareket noktası olduğunda, ilkesel-etik-estetik çekincelerin yanında varolan dünya düzeninde “aritmetik” sorunlar da ister istemez gündeme gelecektir: Türkiyeli bir Alevi’nin Hanefi-Sünni çoğunluk karşısında “onlar bir avuç” demesi gerçekçi bir tavır mıdır? Bir vejetaryan, etobur çoğunluk karşısında “onlar bir avuç biz milyarlarız” diye kendini teselli edebilir mi? Ekolojistler doğayı talan edenler karşısında sayısal çokluk demagojisiyle idare edebilirler mi?
Hayat felsefesi ve gelecek perspektifi sayısal çokluk üstüne kurulduğunda, bir vejetaryanın ya da bir siyasal marjinalin sayısal gerçeklikle mecburen uzlaşıp milyarların zaferini kabullenmesi gerekir. İlkeler değil sayıların belirleyici olduğu bir dünyada acziyet ve konformizm kaçınılmazdır.
***
Sayısal çokluk yalnız siyasette değil estetikte de sakıncalı bir hareket noktası: Milyonlar Recep İvedik izlemeye koştuğu için bir avuç Kore sineması meraklısı; milyonlar Tarkan dinlediği için bir avuç Schubert dinleyicisi; milyonlar Turgut Özakman okuduğu için bir avuç Vüs’at Bener okuru yanlış yolda sayılır mı?
Solun “onlar bir avuç, biz milyarlarız” gibi reel-politik hesaplardan önce feragat edilemez ilkeleri, değerleri, estetik kabulleri vardır ve bir avuç değil bir kişi kalsak da bunları sahiplenmek gerekir.
* Bu yazıya ilham veren Tanıl Bora'ya teşekkürlerimle.