Ece Temelkuran’ın, 99. sayıda çıkan yazısını gülerek okudum. Soyadıyla mantığı arasında ciddi bir uçurum var. Böyle sert bir eleştiri yazmak isteyen gazeteci, demagojiyi bile uydurma bilgiler üzerine oturtmaz. Temelkuran’ın öncelikle İpekçi ve Mumcu’dan öğreneceği çok şey var: “En az iki değişik kaynaktan doğrulanmayan haberi koymayın” ve “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın.”
Temelkuran makalesini hırçın, ukâla üslubuyla yazarken kendi kendine yarattığı kin psikozları bilincini örtmüş. Bu tartışma esasında o ve Baykam arasında değil. Aydın sorumluluğu taşıyan bir ressamla, bunu kabul edemeyen bir gazeteci arasında. Temelkuran benim hakkımda boyalı basından biriktirdiği imaj yüklemelerini halüsinatif parodilerle zenginleştirmiş.
Öncelikle sergimdeki fiyatlara takmış. Bunlardan söz ediş tarzı, bir kaçakçılık ipucu yakalamış zanneden toy muhabir gibi. Sonradan “Deniz’in parkası üzerine boya akıtılmış resim” diye sergiyi aşağılayarak yapılan yorumlar başlamış. Hanfendi bir sanat eleştirmeni mi? Hangi cüretle bir dev sergiyi aşağılayacak hakkı kendinde görüyor? Ben Cem Mansur’u sevmesem “İki çöp hareketiyle orkestraya yön verdiğini zanneden adamcağız” mı diyeceğim? Temelkuran’ın sanatçıya da saygısı yok, dev araştırma emekleriyle oluşturulmuş ve tanıklıklara dayalı derin analizlere de.
Temelkuran benden pahalı satan ve farklı konular işleyen ressamlara saldırmadığına göre, benim suçum inandığım tarihi kişilik ve olayları seçmek! Peki, yarın bir başka “temel kuramayan” da çıkıp, sinemayı, edebiyatı aşağılayıp orada da devrimcilerden, demokrasi savaşlarından söz etmeyi yasaklarsa? Konu şu: Bu toplum bir Nazım Hikmet’i, bir Yılmaz Güney’i, bir Yaşar Kemal’i, bir Erdal Öz’ü yaşamış. Ama daha önce siyaset ve resmi böyle birleştiren bir Bedri Baykam olmamış. Bu boşluk kimilerinde karın ağrısı yaratıyor. 30 yıl sonra benim örneğim bu bedeller ödenerek arkada kalacağından, gençler böyle ön yargılarla boğuşmayacaklar.
Gelelim fiyatlara. “Che” resmi yapmadan önce de 38 yılda binlerce resim yaptım, “raicimi” onlar belirledi. Ben bugün hangi resmi yaparsam yapayım, fiyatlar boylarına göre neredeyse aynı olur. Yani, fiyatlarını son sergim belirlememiştir! Yaşayan ünlü Türk sanatçılarının fiyatları, batılıların fiyatlarının yüzde biridir! Ölmüş ressamlarda bu oran, dört binde bire çıkmaktadır. Ama Temelkuran’ın buna bile tahammülü yoktur!
Bir filmi binlerce kişi seyreder, katkısını TV’ler ve devlet veya özel kuruluşlar verir. Bir kitap on baskı yapar. Yayınevi ve yazarın bedellerini 1 milyon TL vererek o kitabı satın alan herkes öder. 68’li yıllar gibi giriş ücreti de olmayan dev bir sergide ben hem “prodüktör” hem de sanatçıyım. İki yıl emek verdiğim ve gurur duyduğum o işlerin fiyatlarından da sorumluyum. Zaten ben resim satarak yaşamımı sürdüren bir adam olmasam o sergi de olamazdı. Temelkuran’ın kinini kustuğu sergi defterinde binlerce kişi övgü dolu sözler sarfedemezdi. O dönemi içinden Denizlerle beraber yaşamış arkadaşları, aileleri, avukatları bana o kadar hararetle teşekkür etmezlerdi. Binlerce genç Deniz ve Che’nin gerçek yüzünü keşfedemezdi. Onca bilet veya kitabın getirdiği parayı çarkın dönmesi için 30 resim sağlar.
Resim fiyatlarının Temelkuran’ın gözünde bir “değer” değil, bir aşağılama konusu olabilmesinin ardında yatan dram da Türkiye’deki kültür seviyesi düşüklüğü ile ilgilidir. Bir ülkede binlerce cami ve futbol stadı varken, bir tane modern sanat müzesi yoksa, altı yaşından başlayarak çocuklara gerçek sanata saygı öğretilmiyorsa o zaman da tabiî Temelkuranlar çıkar sanatsal, entellektüel emeğe de bu kadar komik tezlerle saldırırlar. Aziz Nesin, Sivas’ta “Ben bizi burada yakmaya gelen bu insanlardan değil, onları bu şekilde yetiştiren hükümetlerden şikâyetçiyim” demişti. Ben de Temelkuran’ın kendisinden değil, onun bu yetersizliğine neden olan hükümetlerden ve yoz toplum yapısından şikâyetçiyim. Ama anlamadıkları sanata karşı bile saygıyla bakan nice saygın taşralı köylümüzle de tanıştım. Resim fiyatları o toplumun sanata biçebildiği değerin ifadesidir. Keşke sanatçılarımızın eserleri çok daha değerli bulunsaydı. Ülkemiz birçok seviyesizliği belki o zaman aşardı. Sanatın fiyatı “değer”dir. Bunu aşağılayıcı bir spekülasyon olarak görmek kültürsüzlüktür. Yaptığım “Deniz” resimleri 100 sene sonra yoz tutuculukları aşmış bir Türkiye’de apartman fiyatına satılacaktır. Bu, o toplumun kendi tarihine ve sanatına verdiği önemin işareti olacaktır. Resim, akıp giden zamanın tapusudur. Kültür yaşamının en değerli birimidir. Bu ülkede her meslekten herkes kıyaslanamayacak kadar daha büyük paralar kazanırken, Temelkuran günümüzde zaten tek-tük satılan sanatın para etmesine üzülmektedir!
Temelkuran bana söylesin, sözünü ettiği “Deniz” resmi satın almak için, bugün birbirini yiyen kapitalist insanlar nerede? Kaç tane tutucu alıcı tam tersine Bedri Baykam’ı yaptığı solcu resimler yüzünden ”silmeye” çalışıyor, biliyor mu? Tam tersine para sahiplerine en ters düşen resimleri, her türlü riskini alıp yapıyorum.
Bir de anlaşılan Temelkuran sanatı yalnız bir kapitalist olay sayıyor. Bugün Rusya’da, Polonya’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Küba’da resim koleksiyonculuğu ve çağdaş sanatın durumunu merak etti mi? Sanat kitapları ne hızda satılıyor, farkında mı? Bu mantığa göre Rivera ve Orozco da duygu sömürüsü yaparak tarihe kalmışlar!
Gelelim para ve devrimciliğe. Temelkuran’ın hayatına yön veren Che ve Castro emperyalistlerin tüm saptırmalarına rağmen dünyanın en yakın iki insanı olarak kalmışlardır. Castro, Küba’da çok zengin, toprak sahibi bir aileden geliyordu. Bu onun yüzyılın en meşhur sosyalistlerinden birisi olmasını engellemedi. Bugün de serveti 1,6 milyar dolar olarak görünüyor.
Sakın bundan benim de böyle paralarım olduğu gibi bir düşünce üretmeye kalkmayın! Hangi zor günler ve şartlardan geldiğimi bir gün otobiyografimi okuyanlar öğrenecek. Onca yıllık resim hayatımdan ne bir ev, ne bir arsa satın alabildim. Ama namusuyla sanatsal ve politik faaliyetlere devam edenlerin hiç kimsenin kişisel sorunlarının hedefi olmasını kabul etmiyorum. Arşivlerde tozlanarak, Türk solunu toparlayan dev röportaj dizileri yaparak, Anadolu’nun her köşesinde ayağımın çamuruyla konuşmalara giderek, şeriatçı-faşist çetelere karşı göğsümü siper ederek, sürdürdüğüm yaşamımın her noktasının hesabı açıktır.
Temelkuran, “Sergideki her şey yalan” diyerek benim ve genç bir ekibin aylarca çalışarak çıkardıkları emek ürünlerini bir kalemde silmeye çalışıyor. Üretmek zor, iftira atmak kolaydır. Yalnız sergi gazetesi onu ömür boyu mahçup edecek kadar kalıcı bir yayındır. Bunu daha da kapsamlı “68’li Yıllar” kitabı izleyecektir. Ayrıca, solcu/Kemalist gençlerle girdiğim işbirliklerinde onların, eylemlerine her türlü katkıları yapıyorum. Bütün bunlar karşılığında aldığım “mükafatlar”, “resmi bıraktı, kafayı politikayla bozdu” veya “Din düşmanı Baykam’ın yüzsüz sergisi” gibi şeriatçı saptırmalar.
Gelelim Temelkuran’ın “cahiliye” yanlışlarına... Bedri Bayram devlet bursuyla yurtdışında okumamıştır. Harika Çocuklar kanunundan istifade etmemiştir. Etse de zaten bundan gocunmazdı. “Harika Çocuk” sıfatı bana iç-dış eleştirmenler tarafından verilmiştir. Bundan da hiçbir sıkıntı taşımıyorum.
Benim politikaya girme tarihim 1987’dir. Dadaist barın o meşhur, açılışı 1993 yazıdır. 1987’de Özal terör estirirken sansürü ve işkenceyi protesto sergisini AKM’de, 1988’de açmaktan tüm ikazlara rağmen çekinmemiştim. 1990’da 27 Mayıs sergisini ve araştırmasını yapıp bitirmiştim. 1989’da ADD’nin ve ÇYDD’nin kuruluşlarından itibaren en aktif üyelerinden biri oldum. Kuvay-ı Milliye sergisi 94’te açıldı. 1993’te Dadaist bar açılırken bir yandan da solu bir araya getirmek için başlattığım “Taban Operasyonu” çalışmaları sürüyordu.
Dadaist’te 15 dakika Dadaist şair ve boksör Arthur Cravan anısına travestiler değil, kızlar, çamurda değil, minder üstünde güreştiler. Ne bu Dadaist şaka, ne cinsellik, ne pornografi benim utandığım şeyler değil. Üzerimde tutucu, dinci hiçbir baskı kabul etmiyorum, neyi resmedeceğime, ne hükümet, ne resim alıcısı, ne de Temelkuran gibi haddini aşanlar karar verir.
Konu, CHP’ye yönelik eleştiriler ise, ona hiç girmeyelim. CHP ile ilişkilerim Temelkuran’ın dünyada bulunmadığı yıllardan başlar. Babam CHP’de gençlik ve kadın kollarının kuruculuğu, üç dönem milletvekilliği, grup başkanvekilliği, ortanın solunun sözcülüğünü üstlenmiş, tüm gençliği yobazlarla mücadelede geçmiş bir örnek insandır. CHP’lilik, çekirdekten içinde yetiştiğim, büyüdükten sonra da sorgulayarak seve seve daha da inançla kabul ettiğim bir övünç ilişkisidir. Cumhuriyetçi ve demokrasiyi kurmuş CHP’yi aşağılamaya çalışarak devrimciliğe veya sosyalizme hizmet ettiğini sananlar ancak Türkiye’de gerici hükümetlerin, solun parçalanmasından istifade ederek görev başına gelmelerini sağlarlar.
Hayatımın her dakikası tutarlı. Aynı bakış açısı ve demokrat felsefeye hizmet ediyor. Dolayısıyla, o sergi ve yaşamımın tüm çizgisi arasında da hiçbir çelişki yoktur. Cemil Gezmiş’le son sergimde buluşacağım gün, Şişli Yıldız Teknik Üniversitesi’nde, şeriatçıların saldırısına maruz kaldığım için geç kaldım. Diyeceksiniz ki, “Geç bunları, sen nereden devrimci oluyorsun? Deniz silahı alıp dağa çıkmıştı.” Evet, ben düşünceleri sözle ve yazıyla savunmayı tercih eden bir sosyal demokratım. Peki, Temelkuran Deniz’in 1970’den sonra seçtiği öbür yoldan gidip banka soydu da haberimiz mi olmadı?
Temelkuran bir de çelişkilerini abartarak, kalkıp benim günlük “tepkili demokrat” tavrımla alay ediyor. Ben ise herkesin bu demokratik bilince gelmesi için her gün savaş veriyorum. Hangimizin doğru yaptığına siz karar verin.
Benim görüşlerim “ortalama doğrular üzerinden ev ödevleri”ymiş. Yazdığım sekiz politik kitap ve yüzlerce makale ortadayken hangi fikirlerimle uyuşmadığını söylesin. Temelkuran, Cumhuriyet gazetesinin düşüncelerine de aynı gözle mi bakmaktadır? Bendeki Kemalizm’i, 1923’ü ve laik demokrasiyi ödünsüzce savunan, solda birliği talep eden ısrarlı tavrı aşağılıyorsa Cumhuriyet’te ne aramaktadır?
Temelkuran bir de bana “Milli değerlere saygılı aykırılar” ve “Elhamdülillah Müslüman devrimciler” diyerek sataşmasını sürdürüyor. Herhalde Bedri Baykam’ı pek çok tutarsız insan birçok şekilde suçlayabilir ama böyle değil! Hangi cümlemde böyle bir ima ağzımdan çıkmış? Tam tersine hiçbir tereddüte izin vermeyecek şekilde sahte uzlaşmalara karşı çıkmış, ödünsüz, laik bir demokratım.
Evet, Temelkuran ve tüm önyargılılar, devrimcilerin aydınlar tarafından sanat eserlerinde konu edilmesine alışacaklar. Tam tersine bu değerlerin izlerinin kaybolmasından korkacaklar. O zaman böyle tuzaklara düşmeden, daha “faturasız” yaşayacaklar...
Beterin beteri de var. Bir başka “istisna” da ağzımdaki ucuz puroya takıp bunun 68’e yakışmadığını söylemiş... Yirmi metre ilerlerse Che ve Fidel’in ağzından en pahalı Havana purolarının eksilmediğini görecekti!
Temelkuran yazının sonunda Blair, Woodstock, Meinhof, Cezayir ve Genelkurmay arasında bir çorba yapmış. Bu arada Fettullahçılar ve Parsadan skandalını herhalde unutmuş! Tüm bu şizofrenlik çorbasının fişini de bana takmış.
Bir de şöyle bir cümlesi var: “Çelişkiler karmaşıklaştıkça iş boka sarıyor.” Ben cesaret edemezdim böyle bir cümle yazmaya. Ama o kendi seviyesine bunu uygun görmüş ve birçok görüşünü böylece özetlemiş/tanımlamış olmuş.