Ece Ayhan gibi, o ana dek hiç duyulmamış, okunmamış, tamamen olağandışı bir şey yazmış olan bir şaire okurların ve toplumun borcunu ödemesi imkânsızdır. Şair, bize, ondan kimsenin istemediği ve beklemediği bir armağan vermiştir. Şimdi şair ile okurun dünyaları ayrıldı, genel bilgilere göre. Ama ne zaman bir olmuştu ki? Şimdi soruyoruz, hayret ve acıyla: hastane kuşu, herkesin belalısı, Ece Ayhan “sahiden yaşadı mı?” Patronlar suskun. Peki biz okurlar, bu imkânsızlığı tecrübe edebilir, bu ödenmez borcu ödeyebilmek için, o karşılıksız, beklenmedik armağana karşılık verebilir miyiz? Bir okur olarak kendi adıma, Ece Ayhan’ın ardından hızlıca bir kaç not düşmek isterim.
Herkesin hatırladığı gibi, Ece Ayhan şiirlerindeki gibi konuşuyordu. Dilin gündelik, iletişime yönelik kullanımının ya da halinin bu sessiz sedasız yokoluşunda kimin konuştuğunu sormakla başlayabiliriz. Ece Ayhan’ın sesi veya yazısı nereden geliyordu? Bu ses ve yazı, öylesine “önce”-siz, ve öylesine birdenbireydi ki, edebiyat tarihi ve eleştirisi görevi olduğu üzere Ece Ayhan’ı bir yere yerleştirmek istediğinde onun başlangıçsızlığını ve tekilliğini halletmesi zor olacaktır. Örneğin, onun daha geç ün kazanmasının, Devlet ve Tabiat ile politik temalara geçişinden dolayı olduğunu söylemek daha önceki şiirlerini politik olarak almamayı gerektirecektir, ki bu biraz zor üstelik hayli tartışmalı bir politika-şiir ayrımını yeniden-üretir: politika bir tema mıdır? Ortodoksluklar, Bir Bakışsız Kedi Kara, politikanın anlamına, alanına, biçimine hücum etmiyor muydu? Ortodoksluklar öyle çoktur ki, hiçbir verili politik, ideolojik, dinsel ortodoksi bu çokluk karşısında dayanamaz; Ortodoksluklar ortodoksinin çözülmesidir. Ece Ayhan daha geç ünlendi, çünkü sanırım birdenbire karşımıza çıkan bu yazıyı sökebilmek için politikanın anlamını değiştiren bir şeyler olması gerekiyordu, ve onun erken dönemi ile Devlet ve Tabiat’ın yayımlanması arasındaki Türkiye politik tarihi o değişimin tarihi değil midir?
Ama aynı anda paradoksal bir tez ileri sürmeli ve bu şiirin okunduğu anda, hemen ve büyük bir güçle etkilediğini söylemeli (öyle ki, okunamayarak bir yana atılması bile bunun kanıtıdır). Ece Ayhan’la tanışan okur, her türlü yorumdan önce, çarpılır. Hatta bu gücün, belki tam da okuru yorumun dışına atma gücü olduğu söylenebilir. Topladığı anda dağıtan, kopuk ve koparan bir dilin gücü. Dolayısıyla Ece Ayhan’ın ardından belki de ilk söylenmesi gereken, ilk not, daha doğrusu benim ilk aklıma gelen bu: Ece Ayhan, bir güçtü her şeyden önce. Hasta, atılmış, yarı-deli, büyük bir güçtü, ve onu okuyanlara güç verdi. Şiiri, her şiirin başına sık sık geldiği ve içinde yaşadığımız dünyada gelmek zorunda olduğu gibi meta formunu aldığında ve marjinalizm kurumu oluştuğunda, onu her şeye rağmen ve herşeyden koruyan tabiî hastalığıydı, veya hasta tabiatı. Nedir düzgün bir cümle, nasıl düzgün bir cümle kurulabilir? Bu da düşebileceğim ikinci not, sanırım, Ece Ayhan’ın bize bıraktığı miras-sorulardan: nedir hastalık? nedir sağlık? nedir tabiat?
Eğer Ece Ayhan’ın şiirinde tabiat, hâlâ bilemediğimiz garip bir bağlantıyla dile veya cümleye bağlanıyorsa, bu hasta-beden/bozuk-dil boyunca karşımıza çıkan, düşüncenin başkalığı olabilir mi? Ece Ayhan’ın yazdığı şiir şiirlikten çıkmak zorundadır adeta. Onun şiirinin olağandışı gücü, her türlü yorumdan çok önce ve okunduğu anda okuru etkilediyse (terk etmek veya kopamamak biçimlerinde), bunun nedeni belki de onda şiirin düşünmek haline gelmesidir. Üçüncü noktaya geldim: Ece Ayhan, şair olarak ve başka bir şey olmayarak, sadece düşündü, makale-şiirlerinde veya şiir-makalelerinde. Makale mi şiir mi, hangisi önce söyleyemediğimiz için, şu soruyla bıraktı bizi: şiir, dilin kurulamadığı zaman düşüncenin başkalığı haline gelmesi olabilir mi? Ya da, Ece Ayhan şairler arasında bir şair olduğuna göre, nedir böyle olan? Kim konuşuyor?
Ve sonuncu nokta: şiir-düşünce/düşünce-şiir, tabiatı itibariyle sivildir. Ece Ayhan’ın ki aşırı, dayanılmaz, otorite tanımaz bir sivillikti elbette; ama sivilliğin, onun söyleminde tüm tarihe bulaşıcı bir hastalık ya da bir tümör gibi yayılarak bu aşırılığa varması, ister istemez onu bir soruya dönüştürüyordu: sivillik, yani bu yabancı kökenli kelimeyi başka türlü söylersek, medeniyet nedir? Tabiatın devlete, hasta, aksak, bozuk-cümleli sorusu.
Bu soruları sormak, tek tek alındığında, kendi içinde zor değildir elbette. Ece Ayhan bu soruların sadece sorulması değil, yazılmasıydı.
O halde, sonuç olarak, sadece bir sivil savunma: yargıçlar, devlet adamları, edebiyat eleştirmenleri, belediye başkanları, ünlü futbolcular, sosyalist önderler, ulusal kahramanlar, köşe yazarları, yandaşlar, karşıtlar ve dahi şairler, Ece Ayhan’ı bağışlayın! O masumdur. Sadece istemediği hiçbir şeyi yapmadı. Tabiat, hepsi bu.
Ece Ayhan, ölü şair. Meçhul bir aşkı yazdı. Tabiata gömüldü.