Eğer ortada uygulama takvimi bile neredeyse tespit edilmiş, çerçevesi ve hattâ kimi ayrıntıları önceden belirlenmiş bir program var ve sorun sadece bunu orta vadede yürütecek ekibi seçmek ise, bunun için yapılacak seçim siyasî bir seçim değil, olsa olsa idari bir seçimdir. Türkiye’nin 2002 Kasım’ında yapacağı “hayatî” denilen seçimin de aşağı yukarı böyle bir seçim olacağı giderek daha da açıklık kazanıyor.
Birikim’in son (Temmuz) sayısı, daha henüz ortada MHP’nin erken seçim teklifi bile yokken Haziran sonlarında hazırlanmıştı. Her ne kadar o sayıda mevcut yoğun belirsizliğin artık süremeyeceği sonbahara düşe kalka varmaya çalışan hükümete rağmen, her an bir erken seçimin gündeme geleceği belirtilmiş ise de; doğrusu gelişmelerin böyle birbiri ardından bu hızla geleceği tahmin edilmiş değildi. Gerçi DSP’de muhtemel bir bölünmenin sinyalleri gelmekteydi ve bunun daha aylarca önceden Kemal Derviş figürü etrafında teşkil edilecek -merkez solda- bir “yeni oluşum” etiketiyle ortaya çıkacağı da az çok öngörülebiliyordu. Ama bu hareketin Kemal Derviş’in hükümetten istifası ile onu vitrinin en önüne yerleştirerek başlatılacağı sanılıyorken, onsuz, kamuoyuna “o zaten bizimle” havası pompalanarak yola çıkılması biraz yadırgatıcıydı ama Derviş’in onlarla yolunu “kibarca ayırıp” CHP’ye yöneleceğini galiba hiç kimse hesaba katmamıştı. İsmail Cem-Hüsamettin Özkan ekibinin daha haftasında YTP’yi kurar kurmaz “merkez sağdaki yeni oluşum”la, DTP ile bu erken sönmüş balonla ittifaka girivermesi, büyük (Aydın Doğan) medya(sı)nın da bu ittifakı pek bir gayretle desteklemesi üzerinde düşünme fırsatı bulamadan ANAP’taki çözülmeler devreye girdi. Bütün bu kargaşa içinde AB ile uyum yasalarının çıkarılıvermesi başlıbaşına bir sürpriz oldu. Ve bu yasalara muhalefetini seçim kozu olarak kullanacağı besbelli olan MHP’nin usûlen yaptığı karşı çıkışlar ve zapta geçirmekten başka bir amaç gütmeyen hamasi nutuklar dışında direnme göstermemesi de ilginçti. Derviş’in merkez-solda birliğin şampiyonu olarak Ecevit’i ve İsmail Cem-Hüsamettin Özkan ekibini CHP şemsiyesi altında toplanmaya davet turunu attıktan sonra âlây-ı vâlâ ile CHP vitrininin çekim merkezi olarak yerini alması ile şu son bir buçuk aylık zincirleme gelişmeler durulurken; ortaya çıkan manzara özetle şudur: Türkiye, 2002 Kasım seçimlerine merkez-sağda, onu biraz daha muhafazakâr bir çizgiye çeken AKP’nin, merkez-solda Derviş “imajı” ile parlatılmış CHP’nin yükseldiği, DYP, MHP, ANAP ve SP’nin, bu iki partinin yükselişi oranında daralacak bir alanda barajı aşmak için çırpınacakları bir seçim atmosferine girmektedir. Belirsiz tek nokta, HADEP’in geçen dönem geçiştirilen temsil sorununun nasıl çözüleceğidir. HADEP’in SHP ve bazı sosyalist etiketli partilerle HADEP adı altında seçime katılmasından CHP şemsiyesi altına girmesine, hattâ SP ile pazarlık bağlamasına kadar uzanan çeşitli senaryolardan herhangi biri olabilir. Gerçek bir siyasî tartışma ve seçimin olmayacağı aşağı yukarı belli bu tuhaf “hayatî” seçimde, sol, sağ, sosyalist, dinci, milliyetçi... gibi sıfatların ekip-kadro numaralarından başka pek anlam, içerik taşımadığı bu yarışmada HADEP’in de kiminle olduğuna bakmaksızın sadece yeteri kadar temsilci çıkarmayı gözetmesini yadırgamamak gerekir.
Gerçi Eylül ayından itibaren hızlanacak bu yarışın start çizgisinde durum böyle gözüküyor, ama son günlerde yarışın ertelenebileceği kuşkusunu doğuran bazı girişimlerle ilgili haberler de yoğunlaşıyor. “Baraj sorunu” yaşayan ve halen toplam olarak Meclis’ten bir erteleme kararı çıkarabilecek milletvekili sayısına sahip olan DSP, ANAP, SP ve YTP’nin bazı partisiz Meclis üyelerinin ve bu arada bir kısım MHP’linin adının geçtiği, yeni bir seçim hükümeti kurulmasını da içeren sayısız kombinozonlar konuşuluyor. Her ne kadar sıkılmış macunu tekrar tüpe sokmak gibi görünüyor ve tüm partiler bu durumda erteleme kararının siyasal rezalet olacağını, siyasal etikle asla bağdaşmayacağını söylüyor iseler de; burası Türkiye’dir ve özellikle onun siyasî düzeninde o bildik vecize -“bu ülkede her şey olunabilir ama rezil olunmaz”- geçerlidir. Kimsenin rezil sıfatını üstlenmeyeceği formülü bularak bir erteleme kararı çıkarmak, zora düşmüş siyasilerimiz, partilerimiz için hiç de parmak ısırtan bir marifet olmayacaktır.
Bu erteleme girişimlerini caydıracak olan, seçimde başa güreşeceği kabul edilmiş “yükselen” partilerin Eylül ayının ilk haftalarında meydanlara çıktıklarında görecekleri ilginin büyüklüğü ve canlılığıdır. Eğer seçmen çoğunluğunun bu “yükselen” partilere yönelik ilgisi anketlerin gösterdiğinin üzerinde ve artma istidadında ise 3 Kasım seçimlerinin yoluna engel çıkarılamayacak demektir.
Seçime normal seyir içinde gidilirse, partilerin aralarındaki kıyasıya rekabeti hangi tartışma konuları üzerinden sürdürecekleri henüz belli değil. İddialı veya baraj civarındaki orta-küçük boy partilerden hiçbirinin yürürlükteki “ekonomik istikrar ve yeniden yapılanma” programına kökten bir muhalefet diskuruyla ortaya çıkmaya ne niyeti var ne de inandırıcı olur. MHP’nin malûm milliyetçi argümanları yinelemekten başka bir şey yapamayacağı, ama süngüsünün ve havasının epeyce düştüğü de ortada.
Başa güreşecek gibi gözüken Tayyib Erdoğan’ın AKP’si ile Derviş’li CHP’nin genel seçmen kitlesine ve birbirlerine karşı nasıl bir propaganda stratejisi izleyecekleri de Eylül ayı içinde netleşebilecek.
Bu bakımdan 3 Kasım sonrasını kestirebilmek için asgari verilerin henüz belirsiz olduğu şu noktada, okurlarımıza Ekim sayısında hayli etraflı bir seçim öncesi durum analizi sayısı hazırlayacağımızın sözünü vererek noktalayalım bu faslı.