Habur sınır kapısının öte yanında, Halil İbrahim gümrüğündeki “Irak Kürdistanı’na Hoşgeldiniz” tabelası yenilenecek gibi görünüyor. Tabelanın içeriğindeki değişiklik en geç bu yıl içinde netleşecek. Ancak kesin olan, içeriği tam doldurulmasa da, Amerika ile bu federasyonun sınırları konusunda çetin görüşmeler devam etse de Irak’ta bir Kürt Federasyonunun kurulacak olması. Bu durum artık kaçınılmaz görünüyor.
Iraklı Kürtlerin söyledikleri gibi zaten yıllardır orada bir Kürdistan var. Saddam Hüseyin döneminde Otonom bölge olarak, 1991’daki 1. Körfez Savaşı sonrası Amerika, İngiltere ve Türkiye’nin birlikte hareket ettiği Çekiç Güç şemsiyesiyle bu durum hem ismen hem de fiilen ortaya çıkmış durumda. Şimdi ise Kürtler bir “Kürt Federasyonu”nu resmileştirmek için uygun konjonktürü yakaladıklarının farkındalar.
Kürt bölgesindeki yeşil beyaz kırmızı üzerindeki güneşli bayrak Zaho’dan başlayarak, Erbil, Süleymaniye, Kerkük’e kadar bütün bölgede dalgalanıyor. Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin bölgesi ve Kerkük’te Kürt bayrağı ile yan yana bulunan Irak bayrağı bir süre sonra büyük ihtimalle tarihe karışacak. Kürtler Irak devletinin kurucu unsuru olarak Irak bayrağının sadece Arapları temsil ettiklerini düşünüyorlar. Bayrak konusunun Irak’ta bulunan grupların birbirleri ile ilişkilerinin gelecekte birlikte yaşamayı isteyip istemediklerinin ipucunu verirken, ileride yaşanacak sorunların ve düşmanlıkların görünen gerekçesi. Özellikle Kürtlerin ama hemen her grubun -Arap Şiiler, Türkmenler- Saddam Hüseyin yönetiminde nasıl baskı ve katliamlara uğradıkları hatırlanacak olursa, Kürtlerle Araplar arasındaki güvensizliğin bilinçaltında yarattığı ayrımı daha kolay anlayabiliriz.
Çünkü Kürtler hiçbir koşulda Araplarla “tek bir yönetim altında” yaşamak istemiyorlar. Köprülerin yıllar öncesinde atıldığını, her Arabın “Baasçı” ya da “Saddam”ın adamı” olarak algılandığı Kürt bölgesinde, “burası Kürdistan olacak ülkenin diğer yanının ne olacağı bizi ilgilendirmez” anlayışının federatif bir yapının “zorunluluğu” ya da kabûlünden öte, yılların oluşturduğu güvensizlik ve intikam duygularıyla beslenen bir tarihî süreci gözöne almanın gerekliliğini de ortaya koymaktadır. Ankara’nın etnik ya da coğrafi diye ayrımını yaptığı federasyon tartışmalarının Amerika’nın büyük oranda desteğini sağlayan, yapılan görüşmelerde Saddam Hüseyin’e karşı yapılan işbirliğini gündeme getiren, ondan da öte kendileri olmadığı takdirde Amerika’nın savaşı kazanamayacağı gibi abartılmış ama kısmen doğru tezlere dayanan Kürtler için çok bir anlamı yok. Türkiye’nin bir dönem büyük hararetle savunduğu “kırmızı çizgileri”nin artık geçerli olmadığını bilen Kürtler yıllar önce elde ettikleri “kazanımlarını” geri vermeyeceklerinin sinyalini veriyor. Dolayısıyla etnik ya da coğrafi temele dayalı ya da değişen uluslararası koşullarda yeni bir federatif yapı ile var olmayı zorlayacak; geri adım atmayacaklar. Amerika’nın, detayları tam netleşmese de kabul ettiği federatif yapı konusunda, Irak’ın ve bölge dengelerini gözardı etmeden ve uzun vadede kendi çıkarlarını en iyi koruyacak gruba yakın duracağı da ortada. Ancak, Irak’ta sadece Kürtlerin çıkarlarını korumakla geleceğini garanti altına alamayacağını bilen Washington yönetiminin işgâl valisi Paul Bremer, konunun ince ayrıntılarını sürece bırakarak çözmeye niyetli. Nitekim Amerika Kerkük konusunu sürekli gündemde tutan Kürtlere yönelik tepkilerin artmasıyla hem farklı dengelerin oluşmasına hem de iç savaş ihtimali de dahil olmak üzere daha tehlikeli ve içinden çıkılmaz sorunlar yumağı ile karşılaşacağını da biliyor. Bu yüzden Kerkük konusu tıpkı Saddam Hüseyin döneminde olduğu gibi Paul Bremer tarafından daha ileriki bir süreçte çözümü öngörülerek rafa kaldırılıyor. Kürtlerin Kerkük için talebi ise bir referandum yapılarak kent halkının kendi kararını vermesi. Bu konu da Irak’taki her konu gibi çok karmaşık: Irak’ın etnik, coğrafi ve dinî olarak hâlâ 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından Sykes-Picot’ta çizilen karmaşık mirasın bedelini ödediğini düşünürsek, içinden çıkması kolay bir hesabın olduğu ortaya çıkacaktır. Kerkük konusunda her grubun tarihî ve etnik gerekçesi olsa bile bu karmaşanın çözülmemesi, çözülmek istenmemesi bölgenin altında yatan petrol yataklarının iştah kabartan oranıdır. Amerikan yönetimi de 1970’li yıllarda Baas yönetiminin öngörüp gerçekleştirmediği referandum gibi bir yöntem uygulayıp farklı bir formülle bu kenti yönetmeyi deneyebilir. Kürtler ise Kerkük dahil olmak üzere talep çıtasını sürekli yüksek tutarak, belli konularda masadan kayıpla kalksa bile bu kaybın ne kadar az olabileceğinin hesabını yapıyorlar. 8 eyalet ya da 18 il yönetimi olarak formüle edilen sistemi kabul etmeyeceklerini açıkça deklare eden Kürt gruplar, bu formülün şu anki otonom yapıdan bile geride olduğunu düşünüyorlar.
Kürtlerin 1961 yılında Bağdat yönetimine karşı başlattığı silâhlı mücadele çoğu zaman merkezin kanlı bir şekilde bastırması ya İran gibi çevre ülkelerin bölgede değişen dengelerle birlikte yalnız bırakması sonucu inişli çıkışlı seyir izlemiştir. Soğuk Savaş sırasındaki Rusya’nın Ortadoğu politikalarının da bunda etkisi olmuştur. Özellikle Rusya’nın 1970’li yıllarda Bağdat yönetimi ile yakınlaşması Kürtleri daha da yalnızlığa itmiştir. Zaten Irak’ın Kürt bölgesinde yıllardır uğranılan baskılar; Baas yönetiminin başlattığı Anfaller (Kürtlerin katledilmesi, yerlerinden sürülmesi) ve Halepçe Katliamı haklı olarak gündeme getirilmekte ve tarihe atıfta bulunularak niçin diğerlerine güvenmediklerinin, federatif bir yapının zorunluğu olduğunun vurgusu yapılmaktadır. Iraklı Kürtler gündeme gelen federasyonun yeni bir şey olmadığını düşünmekte. Bu yüzden sık sık Baas Yönetimiyle 1970 yılının Mart ayında imzalanan özerklik anlaşmasına atıfta bulunuyorlar. Toplam 15 maddeden oluşan anlaşma, Kürtlere ana dillerinde eğitim, polis ve güvenlik teşkilatı kurma hakkı tanıyordu. Kürtler Irak parlamentosunda nüfus oranına göre temsil edilecek, Kürt çoğunluğu olan bölgelerde özerk yönetim kurulacaktı.[1] Antlaşma ile devlet başkanı yardımcısının Kürt olması öngörülmüştü ve Baas yönetimi, Kerkük’ün otonom Kürt bölgesine dahil olup olmayacağının belirleneceği referandumu süresiz olarak rafa kaldırmıştı. Ardından 1974 yılında çıkarılan yeni bir yasa ile yürürlüğe giremeyen özerklik anlaşması ile haklar sınırlandı. Saddam Hüseyin’in verdiği -her ne kadar içeriği tartışılsa bile- özerklik devam etmiş ve 1. Körfez Savaşından sonra 33. Paralelin üst kısmı yani Kürt bölgesi Amerikan ve İngilizlerin korumasında ve de Türkiye’nin denetiminde fiilî özerkliğe kavuşmuştur.
2004 yılının Haziran ayında Bağdat’ta bulunan Amerikan denetimindeki atanmışların oluşturduğu Irak Geçici Yönetimi, 18 ilin adaylarının yeniden seçimi ile sürekli hale gelecek. Buna paralel olarak çalışmalarını sürdüren Anayasa komisyonu ise ülkenin yeni anayasasını belirleyecek. Bu konseyin çalışmalarına federatif anayasa taslaklarını -aslında yasa demek daha doğru, çünkü anayasada olması gereken birçok nokta dikkate alınmamış- sunan Kürdistan Demokratik Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği, bu çalışma sırasında oldu bittiye gelmemeleri için ellerini çabuk tutuyorlar. Genel hatları ile Irak’ı Federal bir cumhuriyet olarak tarif eden anayasa, ülkenin Arap ve Kürdistan bölgesi olarak iki federal yapıdan oluşmasını öngörmekte, Kerkük ve Musul’un belli bölgelerini de içine alan sınırlar çizilmekte, Kürt bölgesinin güvenliğini peşmergelere bırakmakta , Cumhurbaşkanı ya da başbakanın Kürtler’den olmasını öngörmektedir.[2]
Bir dönem bölgenin düşman kardeşleri -hattâ Kerkük ve Musul’un alınması yağmalanmasında bile birbirleri ile yarışan- KDP ve KYB tarihlerinde olmadığı kadar birbirlerine yakın ve uyum içinde çalışıyorlar. Geçiçi yönetim içinde birlikte hareket ederek Şii ve Sünni Araplar karşısında iki başlı davranmayıp; Erbil, Süleymaniye ayrımını ortadan kaldırarak tek bir temsil niteliği olan Parlamento ve hükümetle temsil edilmeyi kararlaştırdılar; 2005 yılından önce Kürt bölgesinde seçim düzenlenerek yeni hükümet ve parlamento belirlenecek; federasyon tartışmalarında, Bağdat ve diğer grupların karşısına daha donanımlı çıkacaklardır. Irak’ın geneline baktığımızda 1. Körfez Savaşı’ndan sonra elde edilen kazanımlarla oluşturdukları yapılardan dolayı, demokratik niteliği tartışılsa bile bu konuda en deneyimli grubun Kürtler olduğu görülecektir; parlamento, hükümet, güvenlik, eğitim ve benzeri konularda kurumsallaşma açısından deneyimleri ile Avrupa ve Amerika ile yaşadıkları diplomatik deneyimleri, diasporası ile diğer gruplardan avantajlıdır.
Irak’taki resmin yarısını tamamlayan Kürtler önündeki en büyük engel çevre ülkelerinin takınacağı tavır, ama ondan da önemlisi Şii Araplardır. Sayısal olarak üstünlüklerinin avantajını federatif bir yapıyla kaybetmek istemeyen Şiiler en azından şimdilik böyle düşünüyorlar. Bu yüzden başta dinî lider Sistani bu yılın Haziran ayında seçimlerin yapılması ve geçiş sürecinin seçilmiş bir Irak yönetimi ile devam etmesinde ısrarlı.
Irak’ta süreç çok hızlı, ama çok karmaşık devam ediyor. Kürtler, adını nasıl koyarsak koyalım bir federasyona gidecek. Amerikan işgâlinin Kürt bölgesi dışında meşrûlaşmadığı, güvenliklerinin sağlanamadığı düşünülürse, Irak’ın geleceğine yönelik yönetim ve yapı tartışmaları çok hızlı ilerlemek zorunda. Ancak Kürtlerin geleceği ile ilgili alınacak kararı Irak’ın geleceğinden soyutlamak da mümkün değil. Çünkü Kürt bölgesinde oluşacak yeni yapının ne kadar sağlıklı yaşayacağı Irak’ın diğer bölümündeki gelişmelere bağlı olacak.
METE ÇUBUKÇU
[1] Baskın Oran, Kalkık Horoz-Çekiç Güç ve Kürt Sorunu, Bilgi Yayınevi, 1996, s.26-28)
[2] Milliyet gazetesi, 25 Aralık 2003.