Birikim’in Ocak (177.) sayısında yayımladığımız Rıfat N. Bali’nin “Komplo teorileri ve teorisyenleri” başlıklı yazısında adı geçen Atilla Akar, dergimizin bir sonraki sayısında yer verdiğimiz cevabi yazısında, Rıfat N. Bali’yi ve dolayısıyla Birikim’i “hedef göstermek”le itham etmekteydi. Bu Bay’a göre yazıda “komplo teorisyeni” olarak isimleri geçenler, İsrail gizli servisi Mossad’a işaret edilmiş ve onun tarafından da “hedef tahtasına konulmuş” oluyordu.
Birikim’in aynı sayısında, cevap vermeye tenezzül dahi etmeyeceğimiz bu aşağılık ve az sonra açıklamaya çalışacağımız üzre tam bir çarpıtma eseri olan ithamın sahibine edebini takınmasını tavsiye etmekle yetinmiştik. Ne var ki, bu tür tavsiyelere tıynetleri gereği kapalı olanlar vardır. Nitekim en ufak ve olmadık bahanelerle Birikim’in paçalarına hamle etmeye pek meraklı Aydınlık dergisi, ancak bu gibilerden beklenebilecek bir çirkeflik ve şirretlikle konuyu “Ulusalcı aydınlara tehdit” başlığı altında okurlarına sundu. “İsrail Başkonsolosu ve Birikim dergisi aynı dili konuşuyor” ibaresini eklemeyi de ihmal etmeyen Aydınlık, “haberi”nin özetinde “ortak noktaları ulusalcılık ve anti-emperyalizm olan... aydınlar Birikim dergisindeki yazıda hedef gösterildiler” demekteydi.
Bu iddiaya cevap vermek için asla değil, ama dilin, kelimelerin kavramların çarpıtılması, alçakça kullanılması konusunda uzmanlaşmış bu çevreyi -utanmayacaklarını bilsek bile- teşhir etmek için şu “hedef gösterme” deyimi üzerinde duralım biraz.
Birilerini, infaza yetkili resmî güçlere veya bunu içten yapan gizli servislere, illegal örgütlere ya da mafyalara, onların nezdinde suç sayılan fiiller isnat ederek bildirmek değildir hedef göstermek. Buna ihbar denir ve açıkça hele yayın organları yoluyla değil, gizlice, ihbar mektubu ya da raporuyla yapılır.
“Hedef göstermek” ise evet alenen, yayın yoluyla yapılır. Ama “infaz” çağrısı yapılan sadece yukarıda sayılan türden örgütler değil, “durumdan vazife çıkaracak”, “tahrik oldum” “kanıma dokundu” diyecek herkestir. Ortaya salınmış bir “icabına bakmanız meşrûdur” çağrısı, teşvikidir “hedef göstermek. Öte yandan ihbarda sadece adı geçen türden örgütlerin özel olarak “hassas” oldukları mevzulara ilişkin bir suç isnadı söz konusu iken; “hedef göstermek” toplumun büyük çoğunluğunun veya hatırı sayılır bir biriminin bilhassa “hassas” olduğu, en fazla öfke duyacağı türden bir suç ithamı içerir.
Şimdi duruma bakabiliriz. Aydınlık ve Bay A. Akar, Rıfat N. Bali’nin Birikim’deki yazısının Mossad’a yazılmış “istihbarat raporu” izlenimi verdiğini, dahası “ulusalcı aydınları hedefleyen bir tehditin, hattâ olası bir saldırı hazırlığının ön çalışması olduğu”nu söylüyorlar.
Başkalarının da kendileri gibi bir şey olduğunu sanan vıcık vıcık siyasal kimlikleriyle yaşamayı ancak bu yollarla içlerine sindirebilen bu Baylar ve bilhassa Aydınlık, gizli istihbarat örgütleriyle hemhal olmayı, onlarla rapor, ihbar alışverişinde bulunmayı normal ve meşreplerine uygun sayabilirler. Ama yazarımız ve Birikim, değil Mossad’la, herhangi bir istihbarat örgütüyle böylesi bir ilişkinin olmasını, yayın ve fikri faaliyet etiği açısından şerefsizlik sayar. Birikim’in çeyrek asrı aşan tarihi bunun kanıtıdır. Tıpkı Aydınlık’ın tarihinin de bunun tam tersinin kanıtı olması gibi.
A. Akar, komplocu kafanın beslendiği paranoyanın pusu içinden, Aydınlık ise debelendiği çukurun dibinden, bu, kendilerine pek yakışan çirkin ve gülünç iddiayı öne sürebilirler. Gizli servislerin ve hele Mossad’ın içinde infaz listeleri bulunan raporları dergilerde yayımlatmasının usûlden olduğuna inanıverecek tüm eblehleri de peşlerine takacaklarına güvenebilirler.
Herhalde bu tür bir “güven”den dolayı, A. Akar ve Aydınlık Rıfat N. Bali’nin “komplo teorileri ve teorisyenleri”ni konu alan yazısını, okurlarına “ulusalcı ve anti-emperyalist aydınları” hedef alan bir yazı gibi sunma marifetine yelteniyorlar.
Okurlarımızın pekâlâ bildiği noktayı peşinen belirtelim. Eğer Birikim, Aydınlık ve onun yapışmaya çalıştığı türden çevrelerin “ulusalcı, anti-emperyalist” görüş ve tutumlarının teşhirini yapan bir yazı yayımlamak isteseydi, bunu adlı adınca yapar -ki defalarca yapmıştır- “komplo teorisyenleri” gibi bir kılıfa sığınmaya tenezzül dahi etmezdi. Bu baylar bizim kendileri gibi milliyetçilik tabusuna dokunmaktan çekindiğimizi mi zannediyorlar? Kendileri ve bilhassa Aydınlık, Veli Küçük gibi birinin vaftiz babalığı altında* “Kızıl elma koalisyonu” şemsiyesi altında icra-ı sanat eylemekten zul duymayabilir, hattâ aksine, şirretliklerine bir “boyut daha ekleyen” bu milliyetçiliği MHP’lilere bile “pes doğrusu” dedirtecek biçimde sahiplenmiş olabilirler. Bize gelince tüm toplumların ve özel olarak Türkiye toplumunun, özellikle bu çağda, en azından sağlıklı, insanca bir yaşayış ve düşünüş ufku kurabilmesinin ön şartı olarak milliyetçilikle doğrudan ve cepheden hesaplaşılması gerektiğine, bu tabunun aşılmasına birinci dereceden önem verdiğimizi defalarca belirtmiş ve bunun örneklerini de vermişizdir. Bu tutumun sosyalist insan ve dünya görüşünün kurucu unsurlarından biri olduğuna da yürekten inanırız. Dolayısıyla da soy milliyetçiliği kesin ama serinkanlı bir dille teşhir etmemiz ne denli normal ise, sosyalizme milliyetçilik bulaştıranları, o lanetli nasyonal sosyalist bulamacı Türkiye toplumuna yutturmaya kalkışan Aydınlık ve İP grubundan iğrenerek söz etmemiz de o denli normaldir.
Ama Birikim’in adı geçen sayısının ve Rıfat N. Bali’nin yazısının konusu bu değildi. Kasım ayında iki sinagoga ve HSBC binasına tertiplenen intihar saldırılarının akabinde, olayın faillerinin “İslâmcı” sıfatı taşıyor olmalarından dolayı İslâmcılar ve terör ilişkisini ele alan bir dosya hazırlamıştık. Burada kimi yazarlar El Kaide türü “İslâmcı terör” örgütlerinin oluşum nedenleri ve mantığını irdelerken, kimi yazarlarımız da İslâmcı çevrelerin Türkiye’de yapılan türden terör eylemlerini yorumlayış farkları üzerinde durmaktaydı. Ve bu cümleden olarak bazı İslâmcı kılıflı faşizan çevrelerin, faillerin kimlik ve sıfatı açıkça belli olmasına rağmen Kasım ayındaki o meş’um eylemlerin “Yahudi komplosu” olduğunu iddia etmekten yine de geri durmamalarını dikkate alarak bu “komplocu” mantığın da üzerine gidilmesi gerektiğini düşündük. Rıfat N. Bali’nin benimseyerek yayımladığımız “komplo teorileri ve teorisyenleri” başlıklı çerçeve yazısı bu bağlamda hazırlandı. Şüphesiz böyle bir konu ele alınırken, tüm dünyada yüzyıllardan beri soy ırkçı ve milliyetçilerin, fanatik Hıristiyanların pek rağbet ettikleri “Yahudi komplosu” tezinin merkezî bir tema olması doğaldır. Son yıllarda bazı İslâmcı çevre ve akımların da bu mektebe yazılmaya pek teşne oldukları da malûmdur.
Ama anlaşılan, şu son on-onbeş yılda Türkiye’de önce milliyetçiliğin bunun öncesinde ve ertesinde İslâmcılığın bir yükseliş dalgası yakalaması, “popülerleşmesi”, bazılarının da bu “yükseliş”ten pay kapma iştahını kabartmış olmalı ki; bu dalgaların diplerinde, dip akıntılarında hayli rağbet bulan komplo teorilerini ve Yahudi düşmanlığını “işleyen” sol etiketli “teorisyenler” bile türedi. Bunlar o komplo teorileri piyasasının “yerli”lerinden soy milliyetçilerden sözde farklı olduklarını belirtmek için kendilerini “ulusalcı” diye etiketliyorlar. Ve ayrıca yine bunlar tam bir sonradan gelme-sonradan görmelik psikolojisi ile kraldan fazla kralcı kesilerek komplo teorilerini çok daha küstah, şirret ve saldırgan bir üslûpla sergiliyorlar. Rıfat N. Bali’nin, yukarda belirttiğimiz bağlamı içinde komplocu zihniyeti ele alan yazısında bu tiplerin adlarının da geçmesi bu yüzdendir.
Tekrar ediyoruz. Eğer konumuz o “ulusalcı” zevatı ve zihniyetlerini teşhir olsaydı -ki bunu yeri geldiğinde defalarca yaptık- komploculuk bunların ikinci dereceden bir marifeti olduğu için üzerinde bile durmayabilirdik.
Ve üstelik, bunu yapmış olsaydık dahi, ne yazık ki bu ülkede “ulusalcı” posta bürünmek, Yahudilik başta olmak üzere öteki din ve milliyetlere karşı düşmanlık ve nefret yüklü laflar etmek hâlâ geçer akçe olabildiği için birilerini “hedef göstermiş” de olmazdık. Olsa olsa bu kirli ama geçer akçeyi tedavülde tutan çeşitli renklerdeki çoğunluğun tepkisini kendiliğinden çeker, hedef tahtası olurduk.
Pek sağolsunlar, Aydınlık bunu da kendiliğindenliğe bırakmamış. Hemen tüm siyasal akımların milliyetçilik bahsinde birbiriyle yarıştığı, milliyetçiliğe toz kondurulmayan bu ülkede bizim “ulusalcı aydınları tehdit” ettiğimizi ilân eden bu fikir ve inanç namusu malûm dergi; bununla da yetinmeyip aynı ilanın baş tarafına “İsrail Başkonsolosu ile Birikim aynı dili konuşuyor” ibaresini yerleştirirken “fanatik İslâmcılar”a da nasıl bir mesaj veriyor dersiniz?
Asırlardır zulüm görmüş, zulmün her türüne marûz kalmış bir halkın devleti olmasına rağmen, Ortadoğu halklarına, özellikle de Filistin halkına bunca zulmü reva gören ırkçı İsrail devletinin temsilcileri ile Birikim’in “aynı dili konuştuğu” çirkefine sarılacak biri, Aydınlık’ın mekânı olan çukurların civarında olabilir belki. Bunlar var ve bunlara yani ırkçılığın, milliyetçiliğin ve dinsel fanatizmin paçalarımıza diş geçirme teşebbüslerine rağmen yürümek zorunda olduğumuzun gayet bilincindeyiz.
Ve bunlara rağmen yürüdüğümüz; yürüyebildiğimiz için Aydınlık da -atalarımızın dediği gibi- böyle, bağırıp duracaktır.
Not: Bu yazı, Aydınlık -İP- çevresine yönelik bir eleştiri yazısı değildir. Çünkü eleştiri, sizce doğru olduğuna inanılan bir tutumu benimseme ihtimali -az bile olsa- bulunanlara, ciddi ortak referans ve değerlerinizin olduğunu düşündüklerinize dönük fikri bir faaliyettir. Birikim’in Aydınlık -İP- çevresini baştan beri böyle addetmediği gayet açık olmalıdır. Bu kesin tutumumuzun gerekçelerinin “bize özgü” olmadığı, bunun çok ötesinde ve derininde sosyalist insan-dünya görüş ve idealinin temelini oluşturan değer ve kabûllerle ilgili olduğunu, İP’nin bu zeminin olabilecek kadar uzağında yer tuttuğunu, biz de başkaları da yeterli açıklıkla göstermeye çalıştık.
Ama buna rağmen hâlâ sol-sosyalist etiketi taşıyan birileri, bu çevreyi sosyalist sıfatlı platformlara hattâ ittifak görüşmelerine bile çağırabiliyor veya çağrılmasını normal karşılayabiliyor!
Bunu Aydınlık -İP- çevresinin kendini her kesime örneğin Sünni-faşizanlara “gavur”lu, “Yahudi komplosu”lu bir jargonla, soy milliyetçilere, ırkçılığa aşina bir hamaset ve Kürt düşmanlığı motifleriyle çanak tutan şirret üslûbunu soldan yaftaları da eksik etmeyip o sol-sosyalist cenaha da kabûl ettirme marifetine mi yormalıyız; yoksa o sol-sosyalist cenahta kendi aslî, özgül değer ve kabûllerine karşı bir kayıtsızlığa, “asabiyye” tükenişine mi?
Mutlaka ve acilen cevaplanması gereken sorudur bu.
(*) Bkz. “Veli Küçük’ün Sahneye Çıkışı”, Aksiyon, 16 Şubat 2004.