Baltimore’de geçen ünlü Amerikan dizisi The Wire (2002-2008) ilk sezonunda oldukça farklı bir mafya ahvali gösteriyor bize. Buna göre mafya mensupları özel arabalarında, büro ve evlerinde işleriyle ilgili konuşmuyorlar.
Sokağa çıkıyorlar, sürekli yürüyerek ve karşılıklı yön değiştirerek, ağızlarını aralıklarla kapatarak, bazen şifreli dil kullanarak konuşuyorlar. İzlendiklerini, dinlendiklerini biliyor ve ona göre yaşıyorlar. Kameralar gelmeden konuşmasına başlamayan, en çarpıcı demeçlerini canlı yayına geçildiği zamana saklayan siyasetçilerin tavrıyla kıyaslanabilecek bir takip edilme sendromu bu. Seksenli yılların pop ikonu Madonna’nın ahir zaman yıldızlardan farkının, hayatının her anını kameralar tarafından kaydedilecekmiş gibi yaşaması olduğu iddia ediliyordu. Biri Bizi Gözetliyor türünden reality şovların yaygınlık kazanmasının nedenlerinden birinin de başdöndürücü teknolojik gelişmeler olduğu söylenebilir. Hobsbawm’ın deyişiyle 20. yüzyıl, sıradan insanların yüzyılıydı ve onların ürettiği, onlar için üretilen sanat bu yüzyıla hâkim olmuştu. Birbirleriyle bağlantılı iki araç, sıradan insanın dünyasını ilk kez bu kadar görünür ve belgelenebilir hale getirdi: röportaj ve kamera. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla nihayetlenen Soğuk Savaş döneminin etkileri en çok ve bir kez daha gündelik yaşama sirayet eden teknoloji ile kendini gösterdi. Cep telefonları ve internet bu yeni dönemin simgeleri oldular. Cep telefonları sayesinde kolaylaşan ses ve görüntü kayıtları internet aracılığıyla global ölçekli olarak dolaşıma girdi. İnsanların mahremlerine ilişkin görüntüler büyük bir hızla yaygınlık kazandı. Bazen canını kurtarmak için ikiz kulelerden kendini atan 11 Eylül mağdurları, bazen trafik kazasında can veren kurbanın ölüm anı, bazen de zamanında rızaya dayalı olarak çekilmiş, ancak sonra karşı tarafı incitmek için silaha dönüşmüş cinsel ilişki görüntülerinden mürekkep mahrem anlar birer birer internete “düşüyor”du. Dikkat edilirse gündelik dilde “internete düşmekten” söz edilir oldu. Kontrolsüzlüğü, teşhirciliği, ahlaki zaafiyeti, kalitesizliği, herkes tarafından ulaşılabilir olmayı ifade ediyor bu deyim. Dolayısıyla, internet çağında, kendimize saklamak istediğimiz şeyi nereye kadar ve nasıl koruyabileceğimiz konusunda kaygı yaratacak, hatta paranoyaya dönüşecek kadar büyük bir belirsizlik var.
Türkiye’de internet, kabaca son on yıldır yaygınlık kazanmış durumda. Hemen tüm toplumlar gibi bizi de etkilediğini, ahlak, siyaset ve kültürü dönüştürdüğünü söylemeye dahi gerek yok. Cinsellik merkezli bir hayatı bir yandan normalleştirdiği, diğer yandan teşhir ettiği düşünülürse internet kullanıcıları için bir seks kasedinin dolaşıma girmesi ne yenidir ne de sürpriz. Buna göre Deniz Baykal-Nesrin Baytok ilişkisini içerdiği iddia edilen, sansürlenmiş ve/veya kurgulanmış görüntüler, tefrika vaadiyle internette yayımlanmaya başladığında kullanıcıların çoğu görüntüleri aramaya başlamış sonra da bu görüntüleri kim(ler)in vermiş olabileceğini sorgulamıştır. Aslında sayısız tuhaf ve grotesk haber ve görüntü arasında bir flaneur edasıyla dolaşıp, hayli sarkastik ve cool esprilerle hayatı yorumlayan genç kullanıcılar için Baykal’ın içine düşürüldüğü durum sahiden sıradan ve çabuk unutulacak, devamı gelmedikçe reytingini yitirecek bir vakıadır. “Bakalım neler olacaktır?” Bu görüntülere dair internetteki yorumlara bakılırsa Ağca’yı dans yarışmasında jüri yapmak isteyen Fatih Aksoy, acaba “Ali Kırca ile Deniz Baykal’ı bir sohbet programında bir araya getirebilecek midir?” v.s.
Haksızlık etmeyelim, gazeteciler ve medyatik siyaset erbabı, Baykal’ın istifasını, emanetçinin kim olacağını, dış mihrakları, Kılıçdaroğlu’nu, Tayyip Erdoğan’ın ne dediğini, Fethullah Hoca’yı, halkın nabzını ve tabii ki “Bu AKP varken Baykal kalmalı”yı konuşacaktır ve konuşuyor da. İşbu yazı yazılırken ana haber bültenlerinde Baykal’ın evinin önünde çadır kuran, kameraları görünce sahiden ağlayan partililere yer veriliyordu: “Sayın Baykal’ın partiyi ve ülkeyi AKP’ye bırakmamasını” istiyorlardı. Deniz Gezmiş ile Baykal’ın portrelerini tişörtlerine bastırmış gençler “İnadına Baykal İnadına Sol” diye bağırıyorlardı. Suikast haberiyle gündemi değiştirmek, beklenmedik biçimde işin içine Fethullah Gülen’i katmak, hem soruşturulsun deyip hem ifade vermemek, CHP’yi kurtarmaktan söz etmek, dava adamlığına atıfta bulunmak, parti tabanı ne derse olur gibi klişeler kullanmak bu süreçte sıkça konuşulan haber ve yorumlardı. Kimisi ilginç çoğu yeknesak ve bildik-beklenen gelişmelerdi.
Siyasi bir tezgâhın içine itildiklerini, kamuoyunun bunu bilmesi gerektiğini, bütün CHP’lilerin birlik içinde hareket etmesini söylüyordu bir CHP ileri geleni. Başbakan ise “komplo diyorsun ama bir türlü ben yapmadım demiyorsun” veya “bu toplum eşine ihanet edeni mağdur saymaz” derken başka bir kamuoyuna sesleniyordu. CHP, videonun kendisini mevzu bahis etmediği gibi süregelen alışkanlıklarla polemiklerini devam ettiriyor, görünen o ki devam ettirecek. Benden yana olmayan AKP’lidir tavrını sürdürmeye çalışacak. Anlaşılıyor ki CHP de AKP gibi, ataerkil, tekeşli ahlakı savunan politik bir düzlemde yol alıyor. Cinsel özgürlüğü savunmak veya evlilik kurumunu sorgulamak gibi bir eğilim yok CHP’de de. Şaşırtıcı değil ama kurucu ötekisi saydığı partiyle aynı noktaya savruluyor bu tavrıyla da.
Kriz zamanlarında hukuk devleti, adalet ve demokrasi sözlerinin çokça sarfedildiğine şahit oluruz. Yeni iletişim teknolojileri aracılığıyla bir şeyler dökülüp saçıldığındaysa özel hayatın korunması ve mahremiyet gibi ilkelerden söz ediliyor çoğunlukla. Magazin dünyasının hem teşhir edip hem de ahlak bekçiliği yapan arsız gözü/sözünü andırıyor bu yaklaşım. Öyle ki parti muhabirleri, köşe yazarları ve magazinciler ortak bir paydada birbirlerine yakınlaşıveriyorlar. Önemli bir farkla: teşhir edilen eğer erkekse özel hayat vurgusu çoğalıveriyor ve meslek etiğini sahiplenmenin gururuyla beyan ediyor gazete yöneticileri: Bize gelse yayımlamazdık. Oysa biliyoruz ve görüyoruz ki, kadınları teşhir ederken aynı vakur eda, etik özen gösterilmiyor. Eski erkek arkadaşı tarafından tecavüze uğrayan Gamze Özçelik veya yakın zamanlarda hocasıyla ilişkiye giren bir öğrencinin videosu ve videodan alınan fotoğrafları kolaylıkla teşhir edilebiliyor. Ali Kırca veya Deniz Baykal söz konusu olduğundaysa etik ilkelerden hararetle söz edilebiliyor ve bazen görüntüler büyük bir komplonun parçası sayılabiliyor. Meslek etiği ya da özel hayatın mahremiyeti, mağdur eğer bir kadınsa vicdanları da rahatsız etmeyebiliyor. Haber değeri bütün bu değerlere galebe çalabiliyor.
Olayın bir de cinsel ayrımcılık boyutu var. Nesrin Baytok, ilk demecinde, en çok partisi ve kocası için üzüldüğünü söylerken geleneksel ahlakın ve eril kültürün ağzıyla konuşuyordu. İster duyguların ve/veya cinsel arzuların yönlendirmesiyle olsun, isterse ikbal beklentisiyle olsun, Baytok’un evlilik dışı bir ilişki yaşadığı iddia ediliyor ve bu iddia görüntülü olarak kanıtlanmaya çalışılıyor. İkbal beklentisiyle kurulan her türlü ilişki etik bakımdan sorgulanmalıdır. Böyle bir beklenti varsa ve bu beklenti, karşı cinsle kurulan ilişki neticesinde gerçekleşmişse asıl tartışılması gereken budur ve bu durumda da ilişkinin kendisi değil, neticesi teşhir edilmelidir.
Ama olay arzu edilmeyen biçimde gelişti ve var olduğu iddia edilen ilişkinin bizatihi teşhiri, sonucunda da tarafların lanetlenmeleri söz konusu oldu. Böyle bir durum karşısında Nesrin Baytok, geleneksel ahlakın ve eril söylemin kurallarıyla yargılanmayı yadırgamıyor. Onun yerine, partisi ve eşinin “namusu”na halel getirdiği için eksikleniyor. En zor sınavı eşinin verdiğini beyan ediyor. Neden? Çünkü biliyor ki, eşi CHP karşıtları başta olmak üzere, hemcinsleri ve halkın büyük çoğunluğu tarafından amiyane tabirlerle anılıp hor görülecektir. Hele ki “olay kadın”la evliliğini sürdürmeye kararlı olduğu anlaşıldıktan sonra. Nesrin Baytok’un eşi Can Baytok bu koşullar altında mağdur olmaya bile layık görülmeyip, “nesebi geniş” bir erkek olarak ayıplanacaktır. Üstelik, Nesrin Baytok’un “bağlantıları” sayesinde CHP’ye iş yapıp kazanç sağladığı söylentileri de yayılmış, ihanetin hesabını sormak bir yana, ondan çıkar sağlamış bir koca figürü olarak yaftalanmıştır. İşte bu ithamlarla karşı karşıya kalan bir erkek olarak Can Baytok’un mağduriyeti, Nesrin Baytok’a göre, kendisi dâhil, olayın taraf olan diğerlerine kıyasla daha incitici ve başa çıkılması zor bir sınava dönüşmüştür. Skandal olarak nitelenen olay ile bir kadın olarak özgürlüğünün, mahremiyetinin, kariyerinin ve saygınlığının elinden alınmaya çalışılması Nesrin Baytok’a neredeyse doğal görünmektedir. Erkekler arası bir mücadele, bir oyun alanı olan ve dili, kuralları, taktikleri, ödül ve cezaları yine erkeklerce belirlenen (istenildiğinde dönüştürülen) siyasetin içinde bir figüran olduğunu anlamak onu bir an bile şaşırtmamış görünmektedir. O sebepten kendisinden önce, siyaset arenasının asıl yıldızı olarak Baykal ve ihanete uğramış olduğuna inanılan ve bununla baş etmeye çalışan eşini dert edinmektedir.
Özel alanın kamusal alandan itinayla uzak tutulması, özel alandaki eşitsizliklerin, şiddetin, ayrımcılığın da gözden uzak tutulmasına neden oluyor. Bunu biliyoruz. Bu ayrım özellikle muhafazakâr kesimin savunduğu bir ayrım... Ama siyasi mücadelede elini güçlendireceğini fark ettiği hallerde, her cinsten, her ideolojiden muhafazakârlığın özel olanı (bu örnekte görüntüler gerçek ya da fotomontaj olsun) kamusal alana taşımakta tereddüt etmeyeceğini bir kez daha görmüş olduk. Sorun mahrem olanın teşhiri değil bunun ne sebeple yapıldığı. Ve bunu yapanların riyakâr ve fırsatçı olup olmadıkları.