• Kızılay’a, Beyazıt’a, Taksim’e öğrenciler çıktılar.
29 Şubat, Perşembe günü, çeşitli “siyasî grupların” oluşturdukları Üniversite Öğrencileri Platformu’nun İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni “işgali”, olayların akışını hızlandırdı. “Rektör”, “dekan” klasik yönetici tavrını göstererek “polis”i üniversiteye davet etti. Klasik tavır: yani diyaloğu boşver, işleri karman çorman et. Her zamanki gibi “polis kuvvetleriyle” öğrenciler karşı karşıya.
• Aynı gün bir grup öğrencinin harçlara yönelik tepkilerini duyurmak için TBMM’de “harçlara hayır” pankartı açıp bağırmaları “mümtaz” “milletvekil”lerini çileden çıkarıyor. Meclis tarihinde ilk kez karşılaşılan bu eylem, eylemcilerin tutuklanmalarıyla son buluyor. Tabiî ki “vekil”lerin dumurlarını da çatlatmıyor değil.
• 30 Şubat Cuma günü işgâl eylemine destek vermeye gelen öbür “örgüt” “İstanbul Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu” ile bağımsız öğrenciler “polis”in üniversiteyi sarması nedeniyle içeri sokulmuyor. Bekleme süresi... Öğrenciler, “kayıt hakkımız engellenemez”, “üniversiteler bizimdir, bizimle özgürdür”, “Meclis’i bastık, fermanları yaktık”, “sokağa eyleme, özgürleşmeye”, “yılgınlık yok, direniş var” sloganlarının yanında “polis boş durma, bize çay getir” diye de haykırıyorlar. Elbette “polis” boş durmuyor ve “çay” yerine “cop”u servise sunuyor. Sağolsun “rektör bey”in “ya çıkacaklar, ya da çıkarılacaklar” katkısı da unutulacak değil. “Konuşan coplar.” Öğrenciler “kaçıyorlar”; “polis” arkada. Bu sırada öğrenciler “Güvenlik”in önünde barikat kuruyorlar. Tam o sırada öğrenci arkadaşlardan biri tepesinde “Güvenlik” yazan odadaki “Atatürk” resmini alıp yırtıyor. Tabiî ki “medya”mız her zamanki yavşaklığıyla eylemin amacını bir yana bırakıp “Atatürk” resmini yırtan öğrenciye odaklanıyor. Bacağı kırılan, çeşitli yerlerinden yaralanan öğrenciler buharlaşıp, “resim yırtma hareketi” tıpkı cam çerçeve inme olayı gibi ön plana çıkarılıyor. Hattâ resmi yırtan kişi daire içinde zoomlanmaktan ve daha sonra da bir kenarda sigara içerken görüntülenmekten kendini kurtaramıyor. Bir TV programında öğrencinin “anarşizm”i savunduğunu da öğreniyoruz...
• İşgâl’deki yemek yemini; “çalışana kuvvet/yiyene afiyet/faşizme ölüm/halka hürriyet.”
• İşgâl’deki öğrencilerin temsilcileri “dekan”la konuşmak için 7 metre yükseklikteki binadan hortumla aşağı sarkıtıldılar. İsteklerinin kabul edilmemesi nedeniyle tekrar hortumla yukarıya. Eyleme devam. Daha sonra “rektör”le görüşme. Ve “kimsenin gözaltına alınmayacağı” teminatıyla eyleme son verilmesi. Yan kapıdan dışarı çıkışı “bıçkın” “kuvvet”lerimiz beklemediğinden öğrenciler rahatça “özgürleştirecekleri sokağa” çıkıyorlar. Geç de olsa “polis” işin farkına varıyor ve “rektör”ün de mükemmel katkısıyla taarruza geçiyor. Gene kollara, bacaklara, sırtlara, kafalara coplar. Kaçışma. Gözaltılar. Tekrardan “sağolsun rektör bey”.
• İnterStar TV günah mı çıkartıyor ne? Olayları her zamanki yavşaklığının tersine öğrencilerin “yanından” yansıtıyor. “Yorumsuz” olarak “polis”i teşhir ediyor, elbette “genel ahlâk ve değerler çerçevesinde.” Ama kıllanmamak da elde değil; yoksa, ANAYOL muhabbetinin bunda etkisi var mı, bilinmez... TGRT ise olaya doğrudan “provokasyon” olarak bakıp, devlet hizmetkârlığının doruk noktasına fırlıyor... Ötekilerde ise aynı tas aynı hamam...
• ’68’li ve ’90’lı ana-kızın bir programdan ötekine koşmaları da ayrı bir mevzu... 90’lı arkadaş, öğrenci eylemlerine katılanların tipik bir özelliğini gözler önüne seriyor: Bir eyleme çıkılıyor. Sonuçta ne olacağı malûm. “Polis” her halükârda saldıracak. Coplar konuşacak; bir yerler kırılacak. Tavır konusunda ’90’lı arkadaş “gerektiği zaman tepkimizi veririz” diyor. Ama, ya eyleme katılanlar buna hazırlıklı mı geliyorlar; ya da eyleme katılacaklara “ön duyuru” olarak olacaklar anlatılıyor mu? Burası karışık. Artık “iş” bir anlamda ciddiyete binmiş durumda. Eylemlerin hızlanacağı kesin. Zaten eylemlerin “eğitim parasız” olana ve saireye dek süreceğini hem koordinasyon, hem de platform belirtmiş durumda. Artık samimi olmalı ve eylemlere katılacaklara öngörülebilen tüm muhtemel durumlar anlatılmalıdır.
• Öğrenci eylemleri sayesinde “dilli medya”ya da gün doğdu. Haber görünümündeki manipülasyonlar nedense “Avrasya meselesi”ni hatırlattı bize. “Post”-düşünürlerimizin önde gelenlerinden Gülay Büyüközden/Kurnaz/Göktürk “üniversite harçları umurunda bile olmayan küçük azınlığı” kutlayarak, onların da ileride çocuklarına anlatacak bir efsaneye sahip olduklarını beyan etti. Ayaklarında beş milyonluk spor pabuçlar ve Levi’s pantolonlar olduğunu iddia ettiği öğrencilerin temel dertleri “rüşt”lerini ispatlamak Göktürk’e göre. Büyük bir küstahlıkla aktardığı 1969 ODTÜ işgâli ise bir başka hikâye... Taleplerini hatırlamayan Göktürk’ün en iyi hatırladığı kafeteryada yaptığı acemi aşçılık. Yaptığı pilavların bıçakla kesildiğini yazma gereği duymamış nedense. Rüşt ispatlama yarışına girilecekse, önce kendisi “pilav” rüştünü ispatlasın... “Medya”mızdaki bütün ’68’liler birden sidik yarışına girer gibi “nasihat” söylemleri çekmeye başladılar. Ajitasyonlarının beyinlerimizin kılcal damarlarında gezintiye çıkması bir yana, bir de abileri, “ağladığı için davete buyur edilen liboş”umuz “çok muhterem devlet kalemi”yle birlikte, hem ulu ’68’lilere, hem de öğrencilere lâf ediyorlar... Ama korkmayın gümbür gümbür geleceğiz. Bekleyiniz efendim. Bizim 50 yaşına kadar beklemeye takatimiz yok, efendim...
• “Rektör”, işgâlin 15 milyar liraya malolduğunu söylüyor. Nasıl olsa “har(a)ç” topluyorsunuz; bu da KDV’si olsun... Bir de, “rektör” işgâl sırasında “yabancı dilde” türküler çığrıldığını da belirtiyor. Ne yani, hiç mi “yabancı dilde” parça söylemeyeceğiz? Nasıl yakalayacağız çağı?