Üç buçuk milyon nüfuslu küçük Balkan ülkesi Arnavutluk, yaşadığı çok yönlü krizle bir kez daha bütün dünyanın dikkatini çekiyor. Demokratik sisteme geçişin bütün Balkanlar’da yaşanan zorlukları, Avrupa’nın bu en yoksul ülkesinde katlanacağa benziyor.
Arnavutluk 1912’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını ilân etti. Bir yıl sonra, Londra Konferansı’nda ülkenin Kosova bölgesi Sırbistan’a, Çameria bölgesi Yunanistan’a verildi. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Arnavutluk’un devlet varlığının sona erdirilmesi uluslararası konferansların gündemine geldi. Ancak 1922’de Arnavutluk Milletler Cemiyeti’nin tam üyesi olarak kabul edildi. O tarihten beri bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürüyor. 2. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Arnavutluk, İtalya ile Yugoslavya’nın yayılmacı baskıları arasında kaldı. 2. Dünya Savaşı’nda sonra, ilk yıllarda Yugoslavya’nın, 1948’den sonra ise Sovyetler Birliği’nin etkisi altındaydı. 1961-1978 döneminde Çin’le balayı dönemi geçirdi; bu dönemde ve sonrasında da Enver Hoca yönetiminde diktatörlük yönetimi sürdü.
Doğu Avrupa’da demokratik protestoların başlamasıyla Arnavutluk’ta da 1990 Aralık’ında öğrenci protestoları patlak verdi. Neticede, 1992 Mart ayında seçim yoluyla Dr. Sali Berişa başkanlığındaki Demokratik Parti iktidara geldi.
’90’lı yılların başında komünist rejimden çıkan Arnavutluk’un ekonomisi tıkanmış, teknolojisi ise çok geriydi. Bu durum, Batı’dan kopuk yaşanan 50 yılın ürünüydü. Bu şartlarda, geçimini sağlamak amacıyla yaklaşık 400 bin kişi Yunanistan’a, 100 bine yakın kişi İtalya’ya ve diğer Batı ülkelerine gitti. Bu insanların memleketteki akrabalarına gönderdikleri para miktarı yıllık 300 milyon dolar olarak hesaplanmaktadır. 1993’ten itibaren ülkeye girmeye başlayan bu para kaynağının, ekonomi için çok önemli bir unsur olduğunu vurgulamak gerek. Diğer yandan, yabancı yatırımları çekecek uygun bir kanun mevzuatı ve piyasa ekonomisi mekanizmalarını bilen uzmanlar da ülkede yoktu. 50 yıldır kapalı ve son derece yoksul koşullarda yaşayan halk, çok çabuk bir şekilde, silah, uyuşturucu ticareti ve yeraltı ekonomisine yöneldi.
Arnavutluk, 1993-95 yılları arasında Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu tarafından verilen malî yardımı aldıktan sonra bu kuruluşların tavsiyeleri doğrultusunda yürümeye başladı. Enflasyon düşmeye, yerli para birimi değer kazanmaya yöneldi, fakat büyük çaplı yatırımlar hep eksik kaldı. Üretime yönelmek isteyen sermaye sahiplerini ürküten, devlet bürokrasisindeki yolsuzluktu. Serbest piyasa sisteminde hayatî bir konuma sahip bulunan bankacılık sistemine de, hiçbir zaman verilmesi gereken önem verilmedi. Devlet, özel bankalara bir türlü yeşil ışık yakmadı. “Zengin olmak” için sabırsızlanan Arnavut halkının beş yılda biriktirebildiği paraları teslim edeceği, bankerlerden başka bir seçenek yoktu.
Banker olayı, Arnavutluk’ta yeni bir olay değil. Birkaç şirket 3-4 yıldır bu alanda faaliyet gösteriyor. Bankalardan kredi alamayan ve ticari faaliyetlerini yürütebilmek için büyük miktarda paraya ihtiyaç duyan bu şirketler, yüksek faizle halktan para topladılar. Yıllık % 80 civarında faiz veren bu bankerlik faaliyetinin devamı, ancak yeni yatırımların devreye girmesiyle sağlanabilirdi - oysa Arnavutluk’ta işadamları yıllardır yatırım “ihtiyacı” duymadılar. Başka birçok ekonomik faaliyetle de uğraşan bu şirketlerin halka açılmasından da hiçbir zaman söz edilmedi. Nihayetinde diğer ülkelerde benzeri örneklerde görüldüğü gibi bankerler peş peşe iflas etmeye başladılar. Böylece Arnavut ekonomisinin 6 yıl öncekinden çok daha zor bir duruma düştüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
1992 yılındaki genel seçimlerde Arnavutluk tarihinin ilk muhalefet partisi olan Demokrat Parti iktidara gelmişti. Aslında Demokratik Parti 1992’de bir parti olmaktan uzaktı, daha çok bir anti-komünist cephe niteliğindeydi. Bir süre sonra buradan ayrılan çeşitli gruplar kendi partilerini kurdular.
Eski çağlarda Balkanlar’ın medeniyetin beşiği olmasına karşılık, bugün dünyada insan haklarının ve demokratik hakların en çok ihlâl edildiği bölgelerden biri burasıdır. Arnavutluk’ta da demokratik tartışmanın geleneği yok. Cumhurbaşkanı, Demokratik Parti’nin başkanlığını fiilen sürdürebiliyor. Özel öneme sahip kararlar, muhalefetin düşüncesine hiç başvurulmadan alınabiliyor. İki ana parti olan Demokratik Parti ile sosyalistler, birbirlerini düşman gibi görüyorlar.
Avrupa’nın en yoksul ülkesinde, yolsuzluk kaçınılmaz. Yeni bir iş kurmak için devlet kademelerindeki sorumlu kişilere rüşvet vermekten gayet normal bir iş olarak söz ediliyor. Cumhurbaşkanı Berişa sırf bu nedenle birkaç kez Bakanlar Kurulunda değişiklik yapmak zorunda kaldı. Geçen yıl yapılan genel ve mahalli seçimlerde de siyasal yolsuzluk söylentileri çıktı, bunun üzerine ABD Berişa’ya karşı tavır aldı. Demokratik Parti parlamentodaki koltukların % 88’ini kazanmıştı. Seçim kampanyasında bankerler de Demokratik Parti liderlerinin yanında kürsüye çıkmışlardı. Halkın belirli bir kesiminin Demokratik Parti’ye “parasını kurtarma” maksadıyla oy verdiğini söyleyenler var. Bankerlik yapan şirketlerin iflası üzerine, bankerlik faaliyetlerinde devletin parmağı olduğunu düşünen halk, parasını istemek için hükümeti muhatap aldı. Nitekim bankerlik şirketlerinden üç tanesi iflas ederken, hâlâ ayakta duran “Vefa Holding”in devletin sübvansiyonuyla faaliyetini sürdürdüğü söyleniyor. Vlore şehrindeki olaylar, bu manzara karşısında çaresiz kalan insanların tepkisinden ibaretti.
Arnavutluk hükümetinin şimdiye dek aldığı önlemler yetersiz görünüyor. Kanlı olaylardan sonra herkes hükümetin düşmesini bekliyordu, ama Demokratik Parti Meclis Grubu hükümetine sahip çıktı. Sosyalist Parti öncülüğündeki muhalefet partileri de halkın gösterilerini ve eylemlerini tahrike yöneldiler. Aslında Demokratik Parti beş yıllık yönetiminde ilk kez bu bankerlik olayı dolayısıyla hoşnutsuzlukla karşılaşmış gibi görünüyor. Ancak hükümet etkili ve hızlı önlem almazsa, halkın istekleri radikalleşmeye doğru gidecektir. Halk arasında, hükümeti düşürmeyi amaçlayan açlık grevlerine girişileceği söyleniyordu.
Cumhurbaşkanı Sali Berişa, parasal kaybı yüksek olan yerleri ziyaret etti. Halkı sakinleştirmeye çalıştı, devletin yanlarında olduğu mesajını vermeye çalıştı. Demokratik Parti, ilk defa olarak, ana muhalefet partisini (Sosyalistler) görüşmelere çağırdı. Bu iki partinin masaya oturması ve neticesinde bir toplumsal uzlaşmanın ortaya çıkması, Arnavutluk’un bu ağır durumdan kurtulmasının tek çaresi. Ancak Sali Berişa’nın tavizsiz siyasal kişiliği ve halkın iki ana parti arasında ikiye bölünmüş olduğu düşünüldüğünde, bu yönde iyimser olmak hayli zor.
DRİTAN EGRO