Gücü elinde bulunduranın hakları ile güçsüzün hakları bir değildi bu ülkede. “Kalem kimin elinde ise kuralı da o yazar” denklemine ikna olmadıysak da kabullendik. Muktedirlerin yönetme aracı olan hukuki düzenlemeler, varlıklarını zoru uygulama ve gösterme kapasitesine borçlu oldukları oranda, faşizan yöntemler açık ve olağan hale gelir. Birilerinin “özgürlüğünün” derecesi sadece diğerlerinin hakimiyet derecesine bağlı olur o zaman. Burjuva egemenliği sarsıldığı oranda “hukuk devleti” içeriksiz bir gölgeye dönüşür, maske düşer, sınıfsal olarak örgütlenmiş şiddet daha görünür olur.[1]
Yine de kimimiz, hukuk metinlerini ortaya çıkaran iradenin temel paradigmasının aslında değişmediğini, hukuki güvenlik, belirlilik gibi ilkelerin işler ters gittiğinde ilk terk edilecek normlar olduğunu unuturuz. Artık her yeni yasal düzenleme bir öncekinin inkârına dönüşür. Son hız kanunlar yapılıp bir torbaya doldurulur. Tombala torbası gibi, bahtımıza ne çıkarsa! Önceden bilinmez, bilinmesine izin verilmez. Basına verildiği kadarı ile yorumlamaya çalışırız. Meclisin “yavaşlatan” çalışma şekli karşısında imdada kararnameler yetişir. Yasayla yapılması gereken düzenlemeler kararname ile yapılır. Yapabilme gücünün olduğu yerde metnin hukuksal niteliği, tanımı önem taşımaz. Yapılabiliyorsa, mevzuatta ve hayatımızda yer alır.
Gücünü sonuna kadar kullanmayanın iktidarı sorgulanır zira bu anlayışta. Korona’dan daha hızlı hareket eden kurmaylar, hiçbir bağlama oturtmak zorunda hissetmeden neye ihtiyaç duyuyorlarsa ertesi güne yasasını yaparlar onun. Kimsenin içinde ne olduğunu tam anlayamadığı, anlamaya çalışırken de mevzuatın çoktan güncellendiği yasalar çıkar.
Hızlı olmalı, covid-19 bitmeden bir taşla çok kuş öldürmelidirler ki sığırcık sürüsü büyüyüp üzerlerine taş yağdırmasın!
Artık yönetemedikleri, mali yükü de artan hapishanelerden adli mahkûmları çıkartıp, iktidarlarına muhalif olanları “düşman”lıkla damgalanmış olarak içeride daha kolay tutmanın yasasını yaparlar.
Yoğun iş üretim merkezlerine de dönüşmüş olan hapishanelerde, “asamadıkları” muhalifler iyileştirme programı adı altında üretimin bir parçası haline getirilirler. “Teröristin” “düşmanın” hakkı hukuku olmaz. Korona’dan sağ çıkmayı başaranları biatin, siyasi asimilasyonun aracı haline gelen iyileştirme programları bekler. Elleri değmişken “teröristlerin” avukatlarının evraklarına “fiziken bakma” adı altında inceleme ve el koyma yetkisi getirirler. Hapishaneye savunma hazırlığı için götürdüğünüz dava dosyasındaki delilleri örgütsel döküman olarak görüp elinizden almaya çalışan infaz koruma memurlarına verirler bu yetkiyi.
12 Eylül mü demiştiniz? Hüküm almış olmanız hapishaneden alınıp on beş gün sorgulanmanıza engel olmaz. Tutsakların aleyhine delil olacak olan tutanaklarda kolluk güçleri isimlerini yazmak zorunda kalmayacak denir, cezaevi dışında da olsa tutsakların her hal ve hareketi cezaevi içinde gerçekleşmiş gibi disiplin cezası konusu yapılır. Cezaevinde yattığı bölümün bile suç isnadına yeterli olduğu[2], pişmanlık göstermediği, itirafçılık yapmadığı sürece koşullu salıvermeden yararlandırılmayan, varlığı ceza sebebi olan politik tutsaklar için cezasının sonuna kadar infazı dışında seçenek bırakılmaz. Cezaevi “düşmanlar” için vardır. “Düşman” topluma değil, devlete karşı suç işleyendir. Düzenin “iyi çocukları”nın ise disiplin cezaları kaldırılır, iyi halli kabul edilip dışarı çıkarılmaları sağlanır.
Türkçe bilmeyenler için Almanca, Fransızca, İngilizce dillerinde hakları hatırlatılır. Politik mahkûmların yarısından fazlasının ana dili olan Kürtçe ise on yıllarca önce mahkemelerde kullanılan tabirle “bilinmeyen bir dil” muamelesi görmeye devam eder. Böylece onlar için duvarlar daha da yükseltilir ve kalınlaştırılır.
Cumhurbaşkanına yönelik ifadeler öncelikli olmak üzere, 2014-2015 yılları arasında Çözüm Süreci döneminin barışçıl havası içinde yapılmış, devamındaki sokağa çıkma yasakları sürecinde yaşanan yoğun hak ihlalleri karşısında yoğunlaşmış olan sosyal medya paylaşımlarının, CİMER aracılığıyla işleyen ihbar sistemi ile savcılıklara taşınıp yıllar sonra ceza davalarına konu yapıldığı biliniyor. Uçuşan kanun teklifleri arasında, sosyal medyanın “sosyal ağ sağlayıcı” olarak tanımlanan yurtdışı merkezli internet ağ şirketleri üzerinden denetleneceğine dair hüküm de tasarılarda yer alır. Tüm sosyal ağ sağlayıcılarına temsilci bulundurma zorunluluğu, BTK’nın kararlarını sorgusuz 24 saat içinde uygulama zorunluluğu, kullanıcı verilerini Türkiye’de bulundurma zorunluluğuna dair yasa tasarıları hazırlanır. Bir adım sonrası ise söz konusu temsilcinin verilen cezalardan şahsen sorumlu olması, halihazırda sosyal ağ sağlayıcıları tarafından paylaşılmayan kullanıcı bilgilerinin tamamına erişimin sağlanması olacaktır. Düzenlemeye uyulmaması halinde internet trafiği bant genişliğinin yüzde doksan beş oranına kadar daraltılması uygulaması ile, ifade özgürlüğü mecralarına müdahalede başka bir boyuta geçilir. Covid-19’un önleyici, denetleyici fonksiyonunun keşfi! Muhalif fikirlerin mecrası haline gelen sosyal medyanın kontrolüne ilişkin bu yasa taslağı peşinen iş görür ve yasalaşmadan paylaşımlar azalır, otokontrol artar.
Salgının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması adı ile 17 Nisan’da bir torba kanun daha hazırlanır. Konut ve işyeri su faturalarının ödemesinin üç ay ertelenmesi hususunda taslakta Cumhurbaşkanına verilen yetkinin kanunda belediye meclislerine aktarılması ilginç. Yasanın taslak halinde, elektrik üretim lisansı sahibi şirketler ile termik santral işleten firmalara hiçbir yükümlülüğe girmeden sözleşmelerini feshetme, kamunun uğraması muhtemel her türlü zarar ve ziyan için alınmış olan teminatların hiçbir koşula bağlanmadan iadesinin sağlanmasına dair düzenleme ise şimdilik ötelenir. Daha az tepki çekeceği bir zamana kadar.
Elektrik faturaları evlere gönderilmeye devam ederken, Türkiye Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (TEDAŞ) elektrik tüketiminden kaynaklanan alacakları (özelleştirme devir işlemleri sırasında TEDAŞ’a devredilmiş olan alacaklar) ile ilgili 2021 yılının Eylül ayına kadar yapılandırma hakkı verilir. Faiz, zam uygulanmaz.[3] Amaç “ekonomiyi canlandırmak”tır. Ekonomi canlanırken bitkisel hayata geçen vatandaşın elektrik tüketiminin, virüs nedeni ile sayaç okuma işlemi yapılamasa da, geçmiş dönem ortalama tüketime göre faturalandırılacağı açıklanır. Gerçek tüketime dayanmayan faturalandırmaya “hırsızlık” demez kimse.
Yasa tasarılarının, Türkiye Odalar Borsalar Birliği, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu gibi sermaye örgütlerinin bilgi ve görüşüne öncelikle sunulduğu, sivil toplum örgütlerinin, hukuk ve meslek örgütlerinin ise en iyi ihtimalle meclis komisyon toplantısından birkaç gün önce öğrenebildiği süreçleri anlamak için bize unutturulan (ya da unutmayı tercih ettiğimiz) gerçekliklerle mesafemizi kısaltmaya çalışmakta fayda var. Engels, adaleti veya adaletsizliği üretimin ve değiş tokuşun maddi yasalarıyla uğraşan bilimin (ekonomi-politiğin) belirlediğini söylememiş miydi?
KOSGEB genel kurulunda esnaf odalarının temsiliyetine dokunulmayıp, mimar mühendis odalarının temsiliyetine son veren düzenleme teklifi ile de meslek odalarının etkisiz hale getirilmesi politikasına istikrar kazandırılır. Hükümet için öncelikli temsiliyet sahibi kuruluşlar Odalar ve Borsalar Birliği ,esnaf odaları ve benzeri yapılara, kurulan ilgili her komisyonda temsil yetkisi verilirken, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının temsillerine gerek duyulmaz artık
İş hukukunda yasak olan ücretsiz izin yasal hale getirilir. Üç aylık ücretsiz izinde sigorta primlerinin yatmadığı (genel sağlık sigortası hariç), işçilerin başka bir işe giremedikleri, istifa ederlerse kıdem tazminatlarının yandığı, sonuçta patronun hem maaş ödemediği hem işgücünü kaybetmediği, zaten hazırda tutulmakta olan düzenleme yasalaşır. İşçi için güvence olarak sunulan, işverenin bu üç ayda işçinin iş akdine son veremeyeceğine ilişkin düzenlemeye (fesih yasağı), İş Kanunu 25/II’deki “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri” istisnası getirilir. İş akdi fesihlerinin zaten %90 oranında İş Kanunu’nun 25/II maddesinden yapıldığı gerçeği karşısında işçilere vaat edilen iş güvencesi havada asılı kalır. İşsizlik ödeneğinden yararlanamayan işçilere bu üç aylık süre için İşsizlik Sigortası Fonu’ndan günlük 39,24 Türk lirası nakdi ücret desteğinin da hangi şartlarla verileceği de bilinmez. Geriye kalan tek şey uzun süredir patronların talep ettiği ücretsiz izin uygulamasının yasalaşması olur.
Toplu iş sözleşmelerinin yapılması, toplu iş uyuşmazlıklarının çözümü ile grev ve lokavta ilişkin süreler 17 Nisan 2020 tarihinden itibaren üç ay süreyle uzatılarak bu süreçte ortaya çıkabilecek grev ve benzer hak arayışları da ötelenmiş olur.
Covid-19 düzenlemeleri, sermaye sınıfı için borçları, işçi sınıfı için ise hakları öteler, kısacası. Salgının yaratacağı ekonomik, sosyal ve nihayetinde siyasal “riskler” için önlem niteliğinde…
Geçen dört yılda başlarına “bela” olan akademisyenler de unutulmayarak, YÖK kanununda yapılan değişiklikle ihraç gerekçeleri arasına “terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek” eklenirken rektörler de bu işin bekçisi haline getirirler.
Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri seçimlerinin 2020 yılında yapılmayacağı düzenlemesi yapılır.
Düzen “tırşik”tır.[4]
Torbaya girenin de çıkanın da bilinememesi gibi, başımıza geleceğin de gelmeden tam bilinemediği bir dünyaya uyanıyoruz her gün. Gücü olanın, olanağı olanın her şeyi yaptığı, kimsenin de şaşırmadığı ülkenin vatandaşlarıyız. Bildiğimiz inandığımız evrensel hukuk kuralları, açıklamakta da buna karşı mücadele etmekte de zorlanıyor. Gerçek toplumsal mücadele dinamikleri ile hukuki mücadele araçlarını buluşturduğumuz/buluşturabildiğimiz anlara kadar.
[1] Evgeny B. Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, çev. Onur Karahanoğulları, Birikim Kitapları, İstanbul, 2010, s. 154, 155.
[2] Politik tutsağın adlilerin olduğu bölüm yerine diğer politik mahkûmların bulunduğu bölümlerde bulunmayı tercih etmesinin yasadışı örgütsel bağlantı olarak değerlendirildiği durum.
[3] https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-2812.pdf İlgili tasarı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na 14 Nisan’da, salgınla mücadelede ekonomik ve sosyal haklarda alınacak önlemler açıklaması ile sunuldu. 17 Nisan’da değiştirilerek yasalaştı. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/04/20200417-2.htm
[4] Anayasa Mahkemesi Ankara Üniversitesi Rektörüne “tırşik” denilmesini ifade özgürlüğü kapsamında bulmuştur. https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/34463