Bir Oğuz Demiralp Yazısı

Yazmak meşakkatli ve zor bir yolculuktur. Zamanın akışına ve gelgitlerine rağmen hayat boyu böyle bir uğraşı sürdürmek öncelikle sabır, dayanıklılık ve daimonik bir adanmışlık ister. Hele bir de yazınsal uğraş mücadelenizi başka bir çalışma ortamında, mesela bürokrasi gibi bir alanda veriyorsanız karşılaşacağınız zorlukların sayısı daha da artar. Çalışılan alanın ideolojisine ve ilişkilerine kapılmadan kendi yazınsal çabanızı sürdürmeniz gerekir. Devlet aygıtındaki ve bürokrasideki savrulmaların ötesinde kalıcı bir yazınsal patika ve mimari oluşturmanız gerekir. Yazınsal yolculuğunuzun patikalarını belirlemeniz ve bu patikalarda bazen bilinçli bazense bilinçsiz yolculuklar yapmanız gerekir. Kültür ve yazın hayatıyla kurduğunuz bu ilişki zaman içerisinde yeni şekillere ve anlamlara kavuşur. Her okuma başka bir okumayı, her yazı da başka bir yazıyı mümkün kılar.

Bürokrasi ve benzeri yazınsal alan dışı ortamlarda avangard bir tutum almak ve böyle bir yazınsal çaba içine girmek sürdürülmesi daha da zor bir uğraştır. İşin aslı böyle bir yolu seçmiş olan yazar bunun karşısında bir zihinsel bölünme diyeti öder. Benliği de zihni de ikiye bölünür. Artık ikili bir bilincin taşıyıcısıdır. Hatta zamanla bu ikili zihinsel yaşamın geriliminden ortaya çıkan üçüncü bir zihinsel yaşam bile ortaya çıkabilir. İki alan içerisinde ve arasında yaşanan varoluşsal gerilim üçüncü bir benliğin melankolisinde kendine yer bulur.

Oğuz Demiralp yıllara yayılan yazın uğraşının ve çabasının ülkemizdeki en önemli örneklerinden biridir. Bir bürokrat yazar ve düşün insanı olarak yaşadığı durumu kendi ifadeleriyle şöyle anlatır: “Sekiz saat bir işyerinde çalışmakla bitmiyor sorun. Sekiz saatini verdiğin işyeri bir insan ortamı, ilişkiler ağı, düşünce, kişilik yapısı. Para kazanmak için temelde onu ilgilendirmeyen bir iş yapmakla, elinde olsa katılmayacağı bir dizgenin parçası olmaya itiliyor yazar.”[1] Böyle bir yaşamsal ve bilişsel yarılmanın ortasında geriye onun ve onun gibilerin sığınacağı tek yer-zaman kalır: gece. Gündüz işin, gece ise yazının, okumanın ve kendine çekilmenin zamanı olur. Gündüz kaybedilen özgürlük gecenin verdiği imkânlarla tekrar elde edilmeye çalışılır. Bu haliyle Demiralp de bir gece insanıdır. Geceyle dostluk kurar. Gecenin karanlığına kaleminin ışığıyla aydınlık saçmaya çalışır.

Avangard Meselesi ve Bir Aydın Olarak Demiralp

Demiralp’i anlamak için sadece yazdıkları değil, aynı zamanda beslendiği entelektüel kaynaklar da önemlidir. Türkiye’de akademinin bile çok geç fark ettiği Foucault, Lacan, Deleuze, Blanchot ve Saussure gibi figürlerle biraz da Fransızcaya olan hakimiyetinin verdiği avantajla görece erken tanışır ve bu figürleri düşünsel hayatının önemli uğrakları ve referans noktaları yapar. Erken tanışmak veya Fransızcaya hakim olmak bu düşünürlerle kurduğu ilişkinin olsa olsa onun için nasıl mümkün olduğunu açıklar. Hikâyenin bütününü anlamamızı sağlamaz. Bu düşünürlerle yazınsal ve düşünsel bir derdin ortağı olmaya çalışmak ise çok daha önemli olan bir adanmışlık gayretiyle mümkün olur. Demiralp’in erken dönem yazılarında kurmaya başladığı bu ilişki biçimi çok önemli bir özelliğe sahiptir: düşünürleri sadece bir referans noktası olarak kullanmamak ve mümkün olduğu kadar onların düşünceleriyle kendine bir perspektif yaratmak.

Walter Benjamin ve Frankfurt Okulu Demiralp düşüncesinin en önemli kurucu öğeleri olarak ortaya çıkar. Erken dönem kitaplarında özellikle Frankfurt Okulu etkisi çok güçlüdür. Bütün eleştirel çabasına maddi bir zemin, bir kapitalizm eleştirisi de hakim olur. Kültürel hayatın eleştirisi maddi hayatın eleştirisiyle birlikte yol alır. Frankfurt Okulu ve Benjamin etkisi Fransız avangard yazarlarıyla ve bunların düşünceleriyle bir melezliğe kavuşur. André Breton, Charles Baudelaire, Paul Verlaine ve Paul Éluard onun yazınsal ve düşünsel matrisinin diğer önemli parçaları olur. Türkiye’den Ahmet Hamdi Tanpınar ve İran’dan da Sadık Hidayet Demiralp düşüncesinin Batı dışı arayışlarını ve odaklarını oluşturur.

Hem Benjamin hem de Tanpınar üzerine yaptığı çalışmalar alanın en güzel örneklerindendir. Özellikle Benjamin okumalarının bir ürünü olan Tanrı Bakışlı Çocuk: Walter Benjamin Üzerine 49'a Parçalanmış Deneme[2] kitabı Batı’daki örnekler de dahil alanında yapılmış en güzel çalışmalardan biridir. Demiralp’in kendi ruhunu ve Benjamin sevgisini ortaya koyarak bu kitabı yazdığı, âdeta her cümlede kendini hissettirir. Şüphesiz Demiralp’ın seçtiği ve etkilendiği düşünürler onun ikili hayatının düşünsel ve yaşamsal özlemlerini de yansıtan figürlerdir.  Yazmak kadar okumak ve okunacak figürleri seçmek de estetik ve yaşamsal bir kaygının ürünüdür. Okuma tutkusu, meslek olarak, uğraş olarak ve bir adanmışlık olarak okumak çabası Demiralp’in de vurguladığı bir mevzudur.[3] Uzun soluklu bir yazar olduğu kadar dikkatli ve özenli bir okuyucudur Demiralp. Seçtiği kitaplar ve referanslar onun kurmaya çalıştığı düşünsel mimarinin önemli ipuçlarını verir. Okuyuşu bir arayış ve zihinsel bir mimari çalışmasıdır. Kültürel ortamın zayıf kaldığı bir coğrafyada bu elbette daha yorucu bir uğraştır. Tek başınıza veya birkaç kişiyle ve grupla birlikte düşünsel bir patika ve mimari kurmaya çalışıyorsunuzdur. Gündelik kısır çekişmelere boğulmuş veya üzerinde yeterince düşünülmemiş basit ayrımlarla düşünme pratiği geliştiren bir toplumda bunun mücadelesini vermek önemli ve korunması gereken bir değerdir.

Demiralp ne akademik diskurun ne de sadece edebiyat ve eleştiri alanına has bir diskurun içinden yazar. Yazılarında ve düşüncelerinde farklı diskurları bir arada melezleştirmeye yeltenen bir üslup bulunur. Bu üslubunu anlamanın önünde aslında öz Türkçe ısrarından gelen bir engel söz konusudur. Ve fakat bu konuyu çok fazla abartmamıştır Demiralp. Okudukça aşina olmaya başladığınız ve birkaç yazısından sonra ise neredeyse tamamen alıştığınız bir üslup ve dil biçemidir bu.

Bir Yasak Meyve: Yazmak

Eleştirel ve avangard bir yazınsal uğraş az çok her coğrafyada ve kültürde bir sorun olarak ortaya çıkar. Sorunun kaynağı bazen siyasal iktidarken bazen de toplumsal ve bireysel ilişkiler olur. Yazarın çabası ve uğraşı üzerine kurulu olan zihinsel yolculuğu ya görünmez kılınır, ya bastırılır ya da küçümsenir. Bu haliyle eleştirel ve avangard yazın çabası âdeta yasak bir meyveyi andırır. Demiralp’in sözleriyle devam edersek, “yazmak, yasaklanmış olmasa da yasaklanmak istenen bir edimdir aslında. Çünkü alışılagelmiş günlük yaşantıda kesintiye yol açar. Odasına çekilen, yazı yazacağı gerekçesiyle bir takım şeyleri yapmayan yazar mutlaka bencillikle, birlikte yaşamanın gereklerini yerine getirmemekle, beceriksizlikle suçlanacaktır”.[4] Dahası siyasal otoriteye boyun eğmemekle suçlanması da sıkça rastlanan bir durumdur.

Demiralp gibi eleştirel zihne sahip bürokrat yazarların hissettikleri önemli bir mesele de daima yasanın ve ihlalin içinde olmuş olmalarıdır. Çalışma yaşamları nerede çalışırlarsa çalışsınlar devlet aygıtının ve bürokratik aygıtın bir parçasıdır. Bu haliyle de bu düşünürler daima yasanın taşıyıcısı olduklarını hissettikleri bir ruh hali içinde yaşarlar. Bürokratik aygıtta açamadıkları yarığı zihinsel dünyalarında açmaya ve orada bir ihlal öznesi olmaya çalışırlar. Demiralp kendisinin de yaşadığı ve deneyimlediği bu ihlal ve yasa arasındaki ilişkiyi iyi görür. Kendi yaşamı memuriyet hizmetinden dolayı sistemin ve yasanın içindedir. Yaratıcı eylemin ancak ihlalin sınırlarında kendini oluşa getirdiğini iyi bilir. Bürokraside olmak aynı zamanda istenilmeyecek kadar kalabalıklar arasında olmaktır. Hele bir de hariciye çalışanı iseniz her gününüz sayısız toplantı ve karşılaşmayla geçer. Böyle bir ortamda bir dert daha sizi yakalar: kaçmak, kendi yalnızlığınıza ve düşünsel hayatınıza çekilmek. Yazarın veya düşün insanının “kendine dönmesi gerek öyleyse, kavuşması; kendisiyle baş başa kalarak derişmesi. Kalabalık, gürültü engeldir. Yazarın, gördüğü, dokunduğu sayıda insana, nesneye bölünmesidir”.[5] Zaten bölünmüş olan zihin artık bir de insanlarca ve kalabalıklarca bölünmek ve rahatsız edilmek istemez.

Aydın, Entelektüel ve Demiralp

Demiralp bir denemesinde aydın yerine entelektüel kavramını yeğlediğini belirtir. Bunun sebebi ise aydının entelektüele göre daha fazla ilerlemeci-ilerletici bir misyonu üzerine almış olmasıdır.  Fakat “Yolunun Ayrımında Bir Aydın adlı denemesinde aydın kavramına entelektüel kavramına yüklediği anlam içinde sahip çıkar. Aydının muhalif konumuna ve iktidarla mesafeli olması gereken ilişkisine önem verir. Aydın bilgi üreten biridir ve bunu mümkün olduğu kadar egemen sınıfların dışında yapmalıdır. Demiralp’in bu ikircikli tavrının iki temel kaynağı vardır. Demiralp henüz Doğu-Batı ilişkisini bir çözüme kavuşturamayan bir toplumda yaşadığını bilir. Bu hal aydına bir görev yükler. Aydın bu belirsizlik içinde topluma ve siyasete bir yol ve ufuk göstermelidir. Fakat bir yandan da kendi entelektüel hayatının da dahil olduğu eleştirel tavır aydına daha avangard ve mücadeleci bir rol verir. Bu ikinci rolde, aydın insanlara reçete sunan değil, aksine düşüncesiyle, yazın uğraşıyla ve eylemleriyle kendini görünür kılan daimonik bir figürdür. Aydın siyasetini siyasete müdahil olarak değil, yazınsal çabası içindeki estetik arayışlarla yapar.

Demiralp’in aydın veya entelektüel figürü ekseninde tasvir ettiği kişisel özelliklerin yanında belirtilmesi gereken önemli başka bir mesele daha vardır. O da aydının otonom ve özerk bir yazın ve düşün alanının içinde olmasıdır. Bu aydının kişisel tercihinden çok aydının kendini de içinde bulduğu toplumun ve yazın cemaatinin bir sorunudur. Her ne kadar kişisel çaba ve adanmışlık bir aydın için önemli olsa da toplumsal ve entelektüel çerçeve ve çevre de bir o kadar hayatidir. Bundan dolayı, otonom bir aydın ve kültür alanı Demiralp’in en fazla vurgu yaptığı konular arasında bulunur. Demiralp’e göre Batılı ülkelerin en büyük kültürel avantajı bu ülkelerde bir okur-yazar cemaatinin var olması ve bu topluluğun kendi otonomisine sahip olmasıdır. Esasında, Batı’da yaşayan insanların da popüler kültürle aralarında o kadar büyük yarıklar yoktur. Fakat belli bir otonomiye sahip bir okuryazar alanı vardır ve işte bu okuryazar alanıdır ki avangardın ve daimonik aydın ruhunun mümkün olmasını sağlar. 

Bu kısa yazıda biraz da gözlerden kaçmış olabileceğini düşündüğüm bir düşün ve yazın insanını kendimce okumaya ve biraz da tanıtmaya çalıştım. Demiralp’in çok sayıda önemli çalışmaları bulunuyor. Bunların bir kısmının baskıları maalesef tükenmiş durumda. Bu yazıda daha çok erken dönem eserlerinden faydalandım. Son dönem çalışmalarına bakmak da yazarın izini sürmek açısından elbette hayatidir. Hem sıradışı bir düşünürü tanımak hem de Türkiye entelektüel hayatının seyrine bakmak için Demiralp oldukça önemli bir figür. Yazarın düşünsel seyri ve çabası birçok genç insana ve bürokrata da örnek olacak mahiyette.


[1] Oğuz Demiralp, Yazı ve Yalnızlık, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998, s. 9.

[2] Oğuz Demiralp, Tanrı Bakışlı Çocuk, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1999.

[3] Oğuz Demiralp, Okuma Defteri: Eleştirel Denemeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, s. 10.

[4] Oğuz Demiralp, Yazı ve Yalnızlık, s. 10.

[5] A.g.e., s. 39.