Yerel Seçimler Sonrası Bir Galibiyet Placebosu Olarak Ayasofya

Tarihî mekânlar, geleceğe taşınma umudunu saklı tutan, unutulmaya karşı direnen mekânlarken; hafıza mekânları unutulmuş olanı hatırlatmayı amaçlar. Bir kilise, bir cami ve bir müze olarak Ayasofya da kimin nasıl hatırlamak ve neyi unutmak istediğine dair tabelası değişen hem tarihî bir mekân hem de bir hafıza mekânıdır. Dahası Ayasofya, bir galibiyetin ardından o galibiyeti ve arkasında yatan anlamı somut bir gösterene dönüştüren sembol mekândır. Fatih’in çağ atlatan İstanbul’u fethiyle “Hıristiyanlığa” karşı zaferini, Kemalizm’in dağılıp parçalanmış bir imparatorluktan kurduğu yeni Cumhuriyet’in Batılılaşma azmini imleyen bir sembolik mekândır. Kısacası Ayasofya, kiliseden camiye, camiden müzeye çevrildiği iki seferde de, Ayasofya’ya “tabela dikme” erkine sahip iktidarların kazandıkları galibiyetlerinin sembolü olmuştur. Peki, bu durumda 11 Temmuz 2020 tarihli Danıştay’ın “Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi” yönündeki kararı hangi başarının sonucunda gelmiştir ve hatta bir başarının sembolü olarak mı yeniden gündemdedir? Bu soruyu müzeleştirme yönündeki karara ilişkin olarak “sorumluluk” almayıp, çevresinden dolaşarak bu kararı Danıştay eliyle yürürlükten kaldırmayı başlı başına bir başarı olarak addeden anlayışı dışarıda bırakarak sorup, cevaplamak istiyorum.

Hizmet Yarışında Yerel-Genel Mücadelesi

15 Temmuz darbe girişimi, iktidarın uzun zamandır iki ileri bir geri dillendirdiği kuruculuk iddiası için bizzat iktidar tarafından önemli bir dönüm noktası haline getirildi. Zira AKP, 2010 yılından sonraki üçüncü döneminde, daha çok da son birkaç senesinde Kemalist tarih anlatısının dışında bıraktıklarını kapsamak isteyen, aslında belki de tam da onu hedefleyen bir tarih söylemi ileri sürüyor. İktidar, “otantik öze dönme” vaadi olarak bir boşgösteren haline getirdiği Yeni Osmanlıcılık zemininde hem mağdur hem kurucu olmak istiyor. Daha doğrusu tarihten gelen bir mağduriyet üzerinden kuruculuğa hakkı olduğunu söyleyerek, bunu talep ediyor. Ekonominin, siyasi eleştirinin, sosyo-kültürel problemlerin giderek arttığı bir dönemde iktidarın en yoğun gündeminin kendisine yönelik her olumsuz eleştiriyle denk tuttuğu “beka tehdidi” söylemi olduğu görülüyor. İktidar, “dış mihraklar ve onların içerdeki işbirlikçileri” tarafından Yeni Türkiye’nin geleceğinin tehlike altında olduğunu söylerken, tabanını ise bu güruha karşı sürekli konsolide olmaya çağırıyor. Cumhur İttifakı’nın “beka tehdidini” ileri sürerken, muhalefetin “mutfaklar yanıyor” diyerek, ekonomik ve sosyal kayıplara dikkat çektiği 2019 yerel seçimleri ise yeni ile eski arasında gelip giden Türkiye’yi başka bir zemine taşıdı. Cumhur İttifakı, 31 Mart seçimlerinde on büyükşehir belediyesini ve Erdoğan’ın Türkiye’nin özü, özetidir diyerek, İstanbul’da teklemenin, Türkiye’de teklemek olduğunu, dolayısıyla orası kaybedilirse her şey nafiledir[1] dediği İstanbul büyükşehir belediye başkanlığını kaybetti. Seçimin sonunda Türkiye’nin gerek demografik gerekse ekonomik gücünün önemli bir kısmını sırtlayan bu yerlerdeki yönetimi yitiren/kazanamayan iktidarın durumu kabullenmeyen tutumu karşısında, YSK da sonucu sürüncemede bırakan önemli bir karara imza atarak, İstanbul seçimin tekrarına karar verdi. Bir bakıma Erdoğan karşı yarışılan 31 Mart seçiminde 13.000 oy farkla belediye başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu ise, YSK kararıyla yapılan tekrar seçimde bu kez 800.000 farkla yeniden belediye başkanı seçildi.

İmamoğlu, Erdoğan’ın seçim boyunca muhatap almayarak, görünmez kılmaya çalıştığı hiç tanınmayan bir isimken, adaylığındaki çalışmalarıyla farklı kesimler tarafından tanınıp benimsenmiş, öyle ki daha henüz belediye başkanlığına dahi seçilmemişken, cumhurbaşkanı olabileceği, olması gerektiği tartışmaları başlamıştır. Zamanı ileri saran bu kariyer parıltısı, tarihin tekerrür ettiği ancak tekerrür ederken, öznesinin değiştiği bir durumu bize hatırlatmaktadır. 1994 yılında gerçekleştirilen yerel seçimler için Refah Partisi’nin, sonrasında da yine AKP’nin ilk yıllarında devam ettirdiği “hizmet” anlayışının farklı toplum kesimlerde önemli bir taban desteği yarattığı ve bu anlayışın Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığına kadar taşıdığı su götürmez bir gerçektir. Zira siyasi partiler açısından yerel yönetimler, partilerin çeşitli toplumsal gruplara temas etmesini, hizmete yönelik arz-talep ilişkisinin yerel temaslarla çok daha kısa süre ve etkin bir biçimde hayata geçirilmesini sağlaması bakımından genel seçimlere yönelik önemli bir yatırım aracıdır. Etkin örgütlü bir muhalefetin olmamasından, sandıklara sahip çıkıl(a)mamasından şikâyet edilirken; Canan Kaftancıoğlu’nun başkanlığında CHP İstanbul il örgütü ile İYİ Parti İstanbul il örgütünün ve hapishanedense tabanına “gerekirse bağrınıza taş basın ama mutlaka sandığa giderek faşizme hayır deyin”[2] diyen Demirtaş’ın mesajını karşılıksız bırakmayan HDP seçmeninin ortaya koyduğu örgütlü irade, bunu arzu eden, ama seçimlerde yaşadığı hayal kırıklıkları ile bunu umut etmekten dahi korkar hale gelen muhalif kesimlere önemli bir can suyu oldu.

Yerel seçimlerin üzerinden geçen süre zarfında AKP’li belediyelerin el değiştirmesiyle belediye hizmetlerinden yerel halktan ziyade, AKP teşkilatlarının ve yakın sermaye sahiplerinin faydalandırıldığına ilişkin yeni yönetimlerin ortaya koyduğu israf düzeni söylemi, ülkenin kötüye giden ekonomik gidişatında AKP’nin elini iyice zayıflattı. Bunun üstüne Covid-19 salgınıyla artan işsizlik ve yaşanan ekonomik kayıplar karşısında ürünü elinde kalan üreticiden ürününü satın alıp, ihtiyacı olana erzak olarak temin etmek, devletin temin ve dağıtımında aksaklılar yaşanan maske ihtiyacını işsiz kalan terzileri işe alarak gidermek gibi, hem üreticiye hem tüketiciye destek veren dayanışma planlarını devreye sokan, dahası toplumda alan elin veren eli görmediği, insan onurunu koruyan yardımlaşma yöntemleri geliştiren muhalif belediyelerin hızlıca hayata geçirdikleri bir hizmet yarışı dönemi başladı. Bu esnada birçok belediye meclisinde ittifak ortağı AKP ve MHP’nin ellerinde bulunan oy çoğunluğunu toplumsal kesimlere hizmet götürmek yerine, CHP’li, HDP’li ve İYİ Partili belediyelerin hizmetlerini sekteye uğratmak adına kullanması ve bazı belediye başkanlarının aldığı kritik bir kararla belediye meclis toplantılarının internet üzerinden canlı yayınlanması sonucu bu tutumun kamuoyunda yarattığı rahatsızlık iktidarın hizmet niyetinin daha da sorgulanmasına yol açtı. Zira tüm engellemelere rağmen, belediye başkanları hizmetlerini sürdürmek için yeni yeni yollar, projeler geliştirmekte, bunların sonucunda ortaya konan hızlı, yaratıcı ve etkin strateji üretme kapasitesi ise toplumdaki “basiretsiz muhalefet” algısını yıkarken, “çalmadık kapı kalmayacak, durmak yok yola devam” şiarına endekslenen iktidarın gönül hizmeti anlayışının gönüllüğünü tartışmaya açtı. Türkiye siyasetinde önemli bir süredir gündemi belirleme erki AKP iktidarındayken, yerel yönetim düzeyinde yaşanan bu gelişmelerle belediyeler hızlı karar verip, öncelikli eylem aldıkları proaktif bir siyaset unsuru olurlarken, tüm devlet gücünü elinde tutan iktidarsa yerel yönetimleri yakalaması gereken reaktif olduğu bu yeni durumla yüzleşmektedir. Oysa ikinci yılını dolduran hükümet sistemine ilişkin yaptığı değerlendirme toplantısında Erdoğan, yeni sistemin eskiden çok ciddi zaman ve enerji kaybına yol açan düzenlemelerin hızlı ve etkin şekilde yapılabilmesine imkân sağlamasındaki önemini dile getirmiş, aksaklık ve eksiklikleri vakitlice belirleyerek çözüm yolları bulma ve hızlıca hayata geçirme imkânında yaşanacak kolaylığa dikkat çekmiştir.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonucu ilan edilen olağanüstü hal kapsamında, hükümete darbe girişimi haricinde de pek çok farklı konuya ilişkin karar alma imkânı sağlayan bir “KHK’lar dönemi” yaşanmıştır. AKP, KHK’lar döneminde demokrasinin gereği hesap verme, şeffaflık gibi unsurlarından azade kalacağı, yeni bir güç kaynağı keşfetmiştir. Karar alma süreçlerinin demokrasinin bir gereği olarak farklı kesimlere söz hakkı tanımasından kaynaklı olarak zaman alabildiğini göz ardı eden iktidar, bu “uzun” süreçlerin, koalisyonlardan, bürokrasinin gereksiz ağır aksak ilerleyişinden kaynaklandığını ileri sürerek, durumu “düzeltilip, ortadan kaldırılması gereken bir handikap olarak” ifade etmiştir. Zira bu dönem, topluma hizmet etme anlayışının, toplumu kontrol etme anlayışıyla değiştirildiği bir dönem olmuştur. İktidar, kendisine büyük bir güç ve hız kazandıran olağanüstü halin bitiminde ise aralıklarla gündeme getirse de hayata geçirebileceği şartları yakalayamadığı cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini, aynı hız ve “pratikliğin” hükümet edebilmesi için elzem olduğunu söyleyerek, 16 Nisan 2018 yılındaki anayasa değişikliği ile hayata geçirmiştir.

Semboller Savaşında Yerel-Genel Mücadelesi

Yerel yönetimleri toplumsal kesimlere yakın kılan ikinci bir özelliği daha bulunmaktadır. Bu da sosyal dayanışma ağlarına katkı sunmak kadar ellerindeki imkânları resmî bayramlar, özel toplumsal durum ve gruplar adına seferber edebilme kapasitesidir ki bu da bize yerel seçim sonrasının neden aynı zamanda ciddi bir semboller mücadelesi içerdiğini de gösterir. Zira AKP hizmet anlayışıyla kan kaybederken, %50+1 oya endekslediği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde tabanını, toplumu kutuplaştırarak, dağılması ya da saf değiştirmesi halinde ülkeyi döndürülemez bir beka tehdidin teslim alacağı söylemiyle konsolide etmektedir. İktidar, ekonomik gidişatı iyileştirme konusunda zorlandıkça, giderek artan bir sıklıkla dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri olarak ötekileştirdiği muhalif kesimlere karşı Yeni bir Türkiye’nin kurulması gerektiğini iddia etmektedir. Bu kuruculuk iddiası, Yeni Osmanlıcılık olarak ifade ettiği yeni kültürel bir hegemonyayı ve Kemalizm’den ayrıştırılmış bir tarih anlatısını imlemektedir. Nitekim 18 Mart 2019 tarihinde katıldığı bir yayında kendisine Ayasofya’nın ibadete açılmasına yönelik gelen soruya cevap olarak, “Bu oyunlara gelmeyelim, bunlar tahriktir, şu anda orada namaz kılınıyor, ama ileriki aşaması bizim için çok ağır olur, ben henüz o kadar istikametimi kaybetmedim,” diyen Erdoğan, 31 Mart seçimlerinden hemen önce İstanbul için “Burası Konstantinapol olmayacak, buranın adı İslâm-bol,” diyerek, seçimlerden sonra bunun nişanesi olarak Ayasofya’yı müze olmaktan çıkarıp, cami ismiyle müsemma hale getirmeyi vaat etmişti.[3] İkinci İstanbul seçimi içinse bu seçimi 1453’ün rövanşı olarak görenlere patlatılacak bir Osmanlı tokadı olarak gördüğünü açıkça ifade etmişti.[4]

Ne var ki İmamoğlu’nun “16 milyon İstanbulluya hizmet için çalmadığım kapı, konuşmayacağım, hatta kucaklamayacağım insan yoktur” şeklindeki duruşu, bir kutuplaştırma siyaseti izleyen AKP’nin çok da arzu ettiği bir çıkış olmamıştır. Zira son dönemde Erdoğan, yerli ve milli olduğunu iddia ederek, İstanbul’un fethi kutlamalarına sahip çıkmakta, bunun üzerinden Osmanlı eski bakiyesi topraklarda kurulan devletlerin hamisi olduğunu iddia ettiği Yeni Türkiye’yi dünya beşten büyüktür şiarıyla, Batı karşısına konumlandırmaktadır. Bu anlayışa göre Erdoğan, aday İmamoğlu’nu, İstanbul’un fethini yüzyıllardır içine sindiremediğini söylediği Hıristiyan dünyasından ayrı bir yere konumlandırmamaktadır. Nitekim 2020 yılında Covid-19 nedeniyle Türkiye’nin Batılı bir devlet olma yolunda verdiği mücadelenin sembol tarihleri olan 23 Nisan ve 19 Mayıs resmî bayramları sokağa çıkma yasaklarıyla evlerde geçirilirken, iktidar yeni normalleşme sürecinin başlangıcını 29 Mayıs İstanbul’un Fethi olarak belirlemiş, fethin 567. Yılı kutlamaları kapsamında Ayasofya’da Fetih suresi ve fetih duası okunmuş, Ayasofya’nın önüne de İstanbul’un fethinin canlandırılacağı bir platform kurulmuştur.[5] Milli Eğitim Bakanlığı tarafındansa “İstanbul’un Fethi ve Fatih Sultan Mehmet” hakkında çevrimiçi olarak bir bilgi yarışması düzenlenmiş, kazananınsa 29 Mayıs Fetih Günü duyurulmasına karar verilmiştir.[6] İmamoğlu başkanlığındaki İBB ise dijital ortamdan canlı yayınlanmak üzere düzenlediği fetih şenlikleri kapsamında bir yandan tarih söyleşileri, belgesel ve video gösterimleri ile Fatih Sultan Mehmet’i anlatırken, “7 Tepeli Şehir için 7 Şiir” adıyla Yahya Kemal’den Sabahattin Ali’ye, Necip Fazıl’dan Vedat Türkali’ye farklı tonlardaki şairlerin İstanbul ve anlamı üzerine yazdıkları şiirlerin İBB tiyatro oyuncuları tarafından seslendirildiği bir video hazırlatmış, öte yandan da 80.000 çocuğa İstanbul konseptli boyama kitapları dağıtıp havai fişek, su ve ışık gösterileri gerçekleştirmiş, İBB Orkestralar Müdürlüğü Mehter Takımı da yine bir konser vermiştir.[7]

Elbette bu iki kutlama örneğinden tarihî bir günün belli bir kesime atfedilmesi ve yalnızca onlar tarafından sahiplenilmesi gerektiği değil kastım. Amacım kutuplaşmanın arttırılmasına yönelik çabaların olduğu bir yerde, İmamoğlu’nun kimi zaman herkese mavi boncuk dağıtmakla eşdeğer görülerek eleştirildiği farklı görüşten kesimlere sahip çıkma pratiğinin iktidarı zaman zaman nasıl sendelettiğini göstermek. Zira genellikle Kemalist kesimin kendisini sınayan beklentilerinin aksine M. Kemal isminden çok daha cömertçe, Fatih Sultan Mehmet ismini anan ve yücelten, bunu da yerli ve milli bir tarihe sahip çıkma arzusunun tezahürü olduğunu söyleyen Erdoğan bir tarafken; öte tarafta konumlandırılan İmamoğlu’nun talimatıyla Londra'da açık artırma ile satışa çıkarılan, İtalyan ressam Gentile Bellini’nin atölyesinden çıkmış olup, günümüze kadar gelebilmiş üç orijinal Fatih Sultan portresinden biri olan “Sultan 2. Mehmet, mevki sahibi genç ile birlikte” adlı eserin İBB tarafından satın alınarak İstanbul’da sergilenmesine karar verilmiştir. İktidara yakın medya kuruluşlarının portreyi alanın İBB olduğunu öğrenmelerinden hemen önce, portreyi alana ilişkin, “tarihe, gerçek değerlere sahip çıkıldığına” yönelik sarf ettikleri övgü dolu sözlerin yerini, portreyi alanın İBB olduğunun (bizzat İmamoğlu tarafından) duyurulmasından sonra portrenin orijinal olup olmadığı tartışmaları almıştır. Alanın kimliği henüz öğrenilmemişken ecdadımıza sahip çıkma göstergesi olduğu söylenen bu eyleme yönelik getirilen ve yine alanın kimliğiyle müsemma ikinci eleştiri ise, bir portreye bu kadar para vermenin, milletin parasını israf olduğu yönünde olmuştur. Neyse ki günlerce süren “uzman” tartışmalarından sonra, portrenin orijinal olduğu kabul edilmiş, israf tartışmalarına yönelik olaraksa cevap İmamoğlu’ndan gelmiştir. İmamoğlu, portrenin ülkemize ait olduğunu hissettiğini, bu şehirde olmasını gerekli bildiği bir eser olduğunu ifade etmiş ve asıl sorgulanması gerekenin önceki belediye yönetiminin TRT’de yayımlanacak bir dizi olan Kut’ül Amare Mehmetçik dizisine neden 12 milyon 750 bin TL değerinde sponsor olduğunu söylemiştir.[8] Bu tartışmaların hemen akabinde iktidar kanadından gelen karşı bir hamleyle Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı da o güne kadar envanterinde olmasına rağmen sergilemediği, kendi koleksiyonundaki Fatih tablolarını sergileme kararı aldığını duyurmuştur.[9] Tüm bu süreçlere ek olarak, İBB bir yandan da otuz yıldır suyu akmayan Sultanahmet meydanında yer alan 3. Ahmet Çeşmesi, Küçükçekmece’deki Vezir Ahmet Paşa Çeşmesi gibi tarihî değeri olan yapıları da aslına uygun biçimde restore edip vatandaşların kullanımına açmıştır. Zira tarihî eserlere, özellikle de iktidarın yaslandığı kuruluş zemini olması gerekçesiyle Osmanlı eserlerine yönelik restorasyon çalışmalarında eserlerin orijinal yapısını koruyacak biçimde geleceğe taşınmasını sağlayacak özenin gösterilmediği yönünde iktidara gelen eleştirilerle beraber düşünüldüğünde, bugüne kadar büyük bir iddiayla ortaya konan “onlar konuşur, AK Parti yapar” anlayışının “AK Parti anlatadursun, biz gerekeni yaptık” türünden yeni bir anlayışa dönüştüğü tartışmaları gündeme taşımıştır.

Bu tartışmaları akılda tutarak biraz daha ilerlemek istiyorum. AKP’nin siyaset anlayışında köprüler, yollar gibi projeler için planlanan yükseklik, uzunluk türünden farklı niceliksel özellikler, AKP tarafından tarihe sahip çıktıklarının bir emaresi olan ve tarihsel referanslara dayandırılan sembolik göstergeler olarak ortaya konmaktadır. Örneğin dünyanın orta açıklığı en uzun olan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün orta açıklığı, iktidarın 2023 hedeflerine de referans olacak biçimde 2023 metre olarak belirlenirken, köprünün isminde geçen “1915” tarihin, 18 Mart 1915 yılında gerçekleştirilen Malazgirt Zaferi’ni referans aldığı ifade edilmektedir.[10] İktidar bu anlayışını Ayasofya’ya ilişkin kararın bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından duyurulacağı konuşması için de devam ettirmiştir. 2013 yılında “öğrenci andı”nın kaldırılması konusundaki kararı 2018 yılında bozan Danıştay için “Bunu soracak, oradan izin alacak, müsaade alacaksak o zaman ben bu makamda durmayayım, çekeyim gideyim,” diyen Erdoğan[11], 1934 yılında altında M. Kemal’in de imzası olan Bakanlar Kurulu kararıyla müzeleştirilen Ayasofya’yı camiye çevirmek için, hızlı karar almasının önünü açan Cumhurbaşkanlığı kararname uygulaması yerine Danıştay kararını beklemiş, Danıştay’ın iptal kararının ardından hızla Cumhurbaşkanlığı düzenlemesi çıkarılmıştır.[12] Akşam bizzat Erdoğan tarafından tekrar duyurulacak açıklamanınsa saat 20.53’te yapılacağı söylenmiş, saat seçimi ise İstanbul’un fethinin 600. yılı olacak olan 2053’e bir gönderme olarak yorumlanmıştır.

Sembolik göndermeler bununla da kalmamış, Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin ardından kılınacak ilk namaz için, Osmanlı’nın yıkılış, Türkiye’nin ise kuruluş belgesi sayılan ve Erdoğan içinse darbe girişiminden kısa bir süre sonra yeni kurulan devletimizin tapusuyken[13], iki ay sonra “Sevr’i gösterip, mecbur bırakıldığımız, zafer diye yutturulan[14] bir hezimet olan[15] 24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması’nın yıldönümü seçilmiştir. 1923 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanan antlaşmaya Ankara hükümetiyle birlikte İstanbul Hükümeti de çağrılmış, Ankara Hükümeti bu duruma tepkisini 1.Kasım 1922’de saltanatı kaldırarak cevap vererek, karar merci olarak tek temsilcinin TBMM olduğunu göstermek istemiştir. Lozan Anlaşması, Kemalist tarih anlatısında yıkılan bir imparatorluğun ardından, zor şartlarda kazanılarak Cumhuriyet’in kurulmasına olanak sağlamış bir kuruluş belgesiyken, Yeni Osmanlıcı tarih anlatısında saltanatın ortadan kaldırılması ve böylece Ankara Hükümeti’nin tek söz sahibi kalmasıyla Osmanlı’nın yıkılış belgesi olarak görülmektedir. Zira Cumhuriyet’i kurarken Osmanlı ile arasına mesafe koyan Ankara Hükümeti’nin bu tavrı, Kemalist tarih anlatısında tarihsel bir sürekliliğe referans vermek yerine, Osmanlı geçmişiyle kırılma momentine işaret etmektedir. Dolayısıyla kendisini Kemalist anlatıdan ve Batı’dan ayrı bir konuma konumlandırmak isteyen iktidar için 24 Temmuz seçimi tesadüf değildir. Açıklamalara da bakıldığında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde tabanını konsolide etmekte giderek daha zorlanan Cumhur İttifakı, 24 Temmuz’da Ayasofya’da kılınacak namaza katılacaklarını açıklarlarken; Ekrem İmamoğlu, Ankara’daki Lozan Barış Anlaşması kutlamalarına katılacağını ifade etmiştir. Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener ise çeşitli gerekçeler ileri sürerek namaza katılmayacaklarını belirtmiş, Diyanet İşleri tarafından yapılan namaz davetine ise HDP, TİP ve DBP çağrılmamıştır.[16] Böylece Ayasofya’nın kapılarının tüm insanlığa açık olduğu söylenen bir noktada, ezanın başlı başına bir namaza davet olduğu İslâm anlayışıyla örtüşmeyecek biçimde, Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla gerçekleştirilen davet ile içeride namaz kılınacaklar tayin edilmiştir. Bunun yanı sıra iktidara yakın medya kuruluşları, Lozan’ın yıldönümüne yönelik Atatürk ve İsmet İnönü’yü minnetle andığını ifade eden Kemal Kılıçdaroğlu’nun mesajının namazla bilinçli olarak aynı saate yayınlanmasını bir eleştiri olarak söylerken, Atatürk için Kılıçdaroğlu’nun vurgusundaki “kuruculuğa” değil; camiyi müze yapan bir “zat” olduğuna dikkat çekmektedirler.[17] Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’sa, dosta güven verme, bir iyi niyet göstergesi anlamına gelecek biçimde sol elinde tuttuğu kılıçla hutbe okumak üzere yerini alırken, hutbesinde sarf ettiği “Fatih Sultan Mehmet burayı kıyamete kadar cami olarak kalması için vakfetmiştir. Vakfedileni çiğneyen lanete uğrar” sözleri ise Kemalist kesimde camiyi müzeye çeviren kararda imzası olan Atatürk’e hakaret olarak anlaşılmıştır.[18] Bakıldığında Ayasofya’nın cami olarak ikinci kez açılışının 24 Temmuz Lozan Barış Antlaşması’yla aynı güne denk getirilmesi, gündeme hangi liderin nerede olacağı tartışmalarını da getirmiş, kutuplaşmayı besleyecek biçimde, bu “bir yerde olma” tercihinin, kimin hangi anlatıya sahip çıktığının da zımni bir göstergesi olduğuna yönelik bir algıyı derinleştirmiştir.

Sonuç olarak tek başına İmamoğlu’nun ya da yerel seçim sonuçlarının Ayasofya’nın camiye dönüştürülme konusunda etkin birer unsur olduklarını kabul etmekle beraber, yegâne neden olduğunu söylemek, Ayasofya üzerinden yapılan ve yapılacak olan tartışmalara ve Ayasofya’ya dair çok kısıtlı bir değerlendirme sunacaktır. Ne var ki, baştaki soruya geri dönersek, hep bir “başarının” arkasından, bir ödül olarak statüsü değiştirilmiş, o başarının sembol mekânı kılınmış Ayasofya, Yeni Osmanlıcılığa sahip çıkma iddiasıyla, seksen altı yıl sonra artık müze değil, camiyse, şimdi gelen bu statü değişikliğinin sebebi nedir? İktidarın karar almadaki değişkenliğini de göz önüne alarak, istikametini kaybettiği söylenen bir iktidarın kendisine yeniden bir istikamet bulmuş gibi yapacağı çok hızla ya da uzun uzun düşünerek aldığı bir karardır. Ve nitekim bugün sembol bir mekân olarak Ayasofya, iktidarın fetihle elde ettiği bir başarının ya da kuruluşun değil, seçimde aldığı mağlubiyetin de etkisiyle kazanmış gibi gözükeceği placebo bir “galibiyet” ihtiyacıdır.


[1] Birgün, 20 Ağustos 2017. “Erdoğan: İstanbul Türkiye ortalamasının altına düştüğü an buna yanarız”, https://www.birgun.net/haber/erdogan-istanbul-turkiye-ortalamasinin-altina-dustugu-an-buna-yanariz-175602

[2] Evrensel, 23 Mart 2019. “Demirtaş: Sandığa gidip "Faşizme hayır" anlamındaki oyunuzu kullanın”, https://www.evrensel.net/haber/376149/demirtas-sandiga-gidip-fasizme-hayir-anlamindaki-oyunuzu-kullanin

[3] T24, 26 Mart 2019. “Erdoğan'dan Trump'a 'Golan Tepeleri' tepkisi: Sen nasıl oluyor da orayı İsrail'e peşkeş çekiyorsun?”,  https://t24.com.tr/haber/erdogan-secimlerden-sonra-ayasofya-yi-muze-olmaktan-cikarip-cami-ismiyle-musemma-haline-getiririz814103

[4] T24, 14 Haziran 2019. “Erdoğan'dan İmamoğlu'na: Ordu valimize 'İt' diyor”, https://t24.com.tr/haber/erdogan-toplu-acilis-toreninde826534

[5] Yeni Şafak, 28 Mayıs 2020. “Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladı: Ayasofya'da Fetih Suresi okunacak”, https://www.yenisafak.com/gundem/cumhurbaskani-erdogan-acikladi-ayasofyada-fetih-suresi-okunacak-3541952

[6] TRT Haber, 26 Mayıs 2020. “MEB'den 'İstanbul'un Fethi ve Fatih Sultan Mehmet' konulu bilgi yarışması” https://www.trthaber.com/haber/egitim/mebden-istanbulun-fethi-ve-fatih-sultan-mehmet-konulu-bilgi-yarismasi-487419.html

[7] İBB Kurumsal, 28 Mayıs 2020. “İstanbul’da Fetih Coşkusu”, https://www.ibb.istanbul/News/Detail/36862

[8] Cumhuriyet, 28 Haziran 2020, "Fatih Sultan Mehmet portresi"ne 'israf' diyenlere 4 yıl önceyi hatırlattı”, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/fatih-sultan-mehmet-portresine-israf-diyenlere-4-yil-onceyi-hatirlatti-1747986

[9]  Birgün, 29 Haziran 2020. “Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Milli Saraylar da kendi koleksiyonundaki Fatih tablolarını sergileme kararı aldı”, https://www.birgun.net/haber/ibb-nin-fatih-tablosunu-almasi-ardindan-milli-saraylar-dan-karsi-hamle-306407

[10] Karar, 16 Mayıs 2020, “Erdoğan'dan '1915 Çanakkale Köprüsü' mesajı: Hamdolsun bize nasip oldu”, https://www.karar.com/erdogandan-1915-canakkale-koprusu-mesaji-hamdolsun-bize-nasip-oldu-156366

[11] TCCB, 24 Ekim 2018.  “Şûra-yı Devlet’ten Danıştay’a Uluslararası Sempozyumu’nda Yaptıkları Konuşma”, https://tccb.gov.tr/konusmalar/353/99346/-s-ra-yi-devlet-ten-danistay-a-uluslararasi-sempozyumu-nda-yaptiklari-konusma

[12] TCCB, 10 Temmuz 2020. “Millete sesleniş Konuşması”, https://tccb.gov.tr/konusmalar/353/120589/millete-seslenis-konusmasi

[13] Vatan, 25 Temmuz 2016. “Tapumuzu Vermedik”, http://www.gazetevatan.com/tapumuzu-vermedik-970020-gundem/

[14] TCCB, 29 Eylül 2016, “27. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma”, https://tccb.gov.tr/konusmalar/353/52447/27-muhtarlar-toplantisinda-yaptiklari-konusma

[15] Yeni Şafak, 2 Ekim 2016. “Lozan hezimettir de kaç sıfır? Gelin bunu tartışalım”; TCCB, 29 Eylül 2016. “27. Muhtarlar Toplantısında Yaptıkları Konuşma”, http://www.cumhurbaskanligi.gov.tr/konusmalar/353/52447/27-muhtarlar-toplantisinda-yaptiklari-konusma.html

[16] Gazete Duvar, 22 Temmuz 2020. “Ayasofya'nın açılışı için üç partiye davetiye gitmedi”, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/07/22/ayasofyanin-acilisi-icin-uc-partiye-davetiye-gitmedi/

[17] Yeni Akit, 24 Temmuz 2020. “Ayasofya'da ilk namaz kılınmaya başlandığı sırada Kılıçdaroğlu 'Lozan'ı övdü”, https://www.yeniakit.com.tr/yorum/haber/1341594/ayasofyada-ilk-namaz-kilinmaya-baslandigi-sirada-kilicdaroglu-lozani-ovdu

[18] Cumhuriyet, 24 Temmuz 2020. “Ayasofya’da kılıçla cuma hutbesi okuyan Diyanet Başkanı, Atatürk’ü hedef aldı”,  https://cumhuriyet.com.tr/haber/ayasofyada-kilicla-cuma-hutbesi-okuyan-diyanet-baskani-ataturku-hedef-aldi-1753874

Fotoğraflar: Murat Bergi