Pirus Zaferi: Necip Fazıl Kısakürek, Popülizm ve Yeni Türkiye’nin İnşası

Necip Fazıl Kısakürek, 29 Aralık 1965 tarihinde Milli Türk Talebe Birliği’ndeki Ayasofya Konferansı’nda üç kıtaya yayılan “dev”i “cüce”leştiren cumhuriyeti, kendine has polemikçiliğiyle İslâm’ı bir lahit içine gömmek suçuyla hicvettikten sonra ruh ve mukaddesat odamız dediği Ayasofya’nın er geç açılacağını müjdelemişti.[1] Ona göre, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi, bir yönüyle her caminin kapalı ve bütün ruhların kilitli olması anlamına geliyordu. Necip Fazıl, Ayasofya’nın ruh, diğer camilerinse onun basit gölgeleri olduğunu söylüyor ve ruh özgürleşirse diğer camilerin de nurlanacağını savunuyordu. Önce 3 Mayıs 2019’da Çamlıca Cami, ardından 24 Temmuz 2020’de Ayasofya Cami ve son olarak 28 Mayıs 2021’de Taksim Cami’sinin açılışıyla Türkiye’deki Necip Fazıl kaynaklı mukaddesatçı siyasetin İstanbul’a ilişkin bir asra yaklaşan kültürel talepleri büyük ölçüde gerçekleşmiş görünüyor. Türkiye İslâmcılığı, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılışı ve peyderpey inşası tamamlanan camilerle, kolektif dinî arzular ve neoliberal kalkınmayı harmanlayarak tesis ettiği uzun erimli hegemonyada yeni bir veçheye geçti. İstanbul’un, Kemalist devlet aygıtının Ankara eksenli siyasal tutumuna cevap olarak muhafazakâr ana akım siyasal hareketler için taşıdığı ilksel değer biliniyor.[2] Dersaâdet, her ne kadar 1994’teki yerel seçimlerle resmî düzeyde İslâmcıların eline geçse de kökenleri Demokrat Parti iktidarına kadar gidebilecek bir silsileyle daima mukaddesatçı retoriğin tedarikçisi işlevi gördü. İstanbul’un özellikle Ayasofya temelinde İslâmcı siyaset geleneğinin elinde simgesel ve politik bir manevra aracına dönüşmesinde pek çok alanda olduğu gibi Necip Fazıl Kısakürek’in katkısını baş köşeye koymak gerekiyor. Türkiye’deki kültür hayatının en ikonografik figürlerinden biri olan Necip Fazıl gerek edebî ortamı kuşatmaya dönük sunduğu öneriler gerekse ideolojik alanı tanzim etmeye dönük pratik çabasıyla pek çok İslâmcı çizginin bir iktidar örüntüsü içinde ortaklaşmasına kaynaklık etmiştir. Tanıl Bora’nın deyişiyle, Türkiye kamusunda romantik, mitik ve heroik temayülleri aynı anda içermeyi başaran başka bir kültürel aktör yoktur.[3] Necip Fazıl’ın praksis safhasına da taşınan kültürel mücadelesi, 1943’te Büyük Doğu’yu çıkartmaya başlamasına tarihlense de bu mücadelenin Kemalizm karşıtı ve İslâmi popülist değerlerin ihyası çerçevesinde bir kimlik edinmeye başlaması, aslen Demokrat Parti iktidarı ve onu takiben yaşanan gelişmelere hasredilebilir.[4] Necip Fazıl’ın bu dönemden itibaren yeni bir “dava”nın, kendisinin tabiriyle “İslam ideolocyası”nın kalemşorlüğüne soyunması, ancak şiirsel alandaki birtakım feragat ve tasfiyelerle mümkün olmuştur. Şairin, Tek Parti döneminde yeraltına çekilmek durumunda kalan İslâmcılığı popülist bir temsille Türkiye’nin gündemine sokması, şiirsel alanda yaşadığı bilinçli geri çekilmeden bağımsız ele alınamaz. Necip Fazıl şiiri, Büyük Doğu dönemini takiben milliyetçilik ve İslâm gibi majör sesler tarafından temellük edilerek mukaddesatçı inşanın enstrümanı haline getirilmiştir.

Necip Fazıl’ın İslâmcılığı Namık Kemal, Ali Suavi ve Mehmet Âkif Ersoy gibi erken dönem İslâmcılarından farklı olarak Türklüğe imtiyazlı bir alan tahsis etmektedir. Bu açıdan, şairin kurucu figürü olduğu İslâmcı çizgi, Jenny White’ın Müslüman milliyetçiliği (Muslim nationalism) dediği kimlikle örtüşmektedir. Bu kimlik, ortodoks İslâmi gelenekle (Necip Fazıl’da mürşidi Abdülhakim Arvasi üzerinden Nakşibendiliğe tekabül eden gelenek) Türk ethos’unu harmanlayan, geleceğe ulaşmak için seküler Kemalist tahayyülden kopan ya da onu kendi tarihsel anlatısı için ehlileştiren ve bu yolda fütuhatçı Osmanlı geçmişine yaslanırken sahih kimliği ancak bu şekilde kurabileceğine inanan bir öznellik inşa etmektedir.[5] Necip Fazıl’ı, kendi geleneğinin diğer aydınlardan ayıran yönü, bütün kültürel üretimini Türklüğün merkezde olduğu İslâmcı bir ideoloji için seferber etmiş olmasıdır. Üstelik bu ideoloji, dolaşımda olan tarihsel anlatıdan saparak yeni bir hatırlama stratejisi ve hafıza politikası inşa etmek anlamlarını da ihtiva etmektedir.[6] Necip Fazıl şiirindeki majör ses, minör sesin kesinti ve kopuşlara dayalı nitelikleri yerine resmî, dinî ve göndergesel anlamlara açık bir nitelik gösterir. Majör seslerin şiirin yüzeyinde gezindiği örneklerden biri “Canım İstanbul”dur. Şairin “nur şehri” tasarımı, burada dinî aşkınlıkla fetihçi özlemlerin kaynaştığı bir temsile sahiptir:

 

Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;

Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…

Bulutta şaha kalkmış Fatih’ten kalma kır at;

Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;

Her nakışta o mâna: Öleceğiz ne çare?

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;

Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet…

O mânayı bul da bul!

İlle İstanbul’da bul!

İstanbul,

İstanbul…[7]

 

Necip Fazıl şiirindeki trajik, kamusal ve kültürel göstergeleri aynı anda içeren bu parça, İslâmcı geleneğin İstanbul’a dair tasarılarındaki reaksiyoner dürtüleri somutlaştırır. Necip Fazıl şiiri burada, Claude Lévi-Strauss’un “bricolage” kavramına uygun düşecek şekilde, tek başına sınırlı bir anlama sahip olan unsurları yan yana getirip bütünleştirerek daha işlevsel bir çerçevenin hizmetine sunmuştur.[8] İslâmcı tarihyazımının gözde teması olan İstanbul’un fethi fethin fatihi, şiddeti, araçları ve simgesel repertuvarıyla güncele taşınır. Güncel zaman fetihten münezzeh değildir; Karacaahmet ağlarken tepinen rakip ideolojilerin güzide serpilme alanı Beyoğlu da er geç fethedilmelidir. Tanıl Bora, İslâmcı siyasetin Refah Partisi üzerinden İstanbul’u yeniden Fatih’in şehri kılma çabasından söz ederken dönemin belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1994 yılında Taksim Camisi inşa etme projesine dair şu cümlelerini alıntılar: “İstanbul turizminin püf noktası o bölgedir. O bölgeye gelen kişi, bir defa, o merkezi gördüğünde bir İslâm kentinde olduğunu anlayacak… Şehrimizin tarihî ve kültürel dokusunu yavaş yavaş ortaya çıkarınca öyle zannediyorum ki, İstanbul’a gelen turist, halkı Müslüman olan bir şehre geldiğini anlayacak.”[9] Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bundan yirmi yedi yıl önce belediye başkanı olarak kurduğu hayali, geçtiğimiz günlerde İstanbul’un fethinin 568. yıl dönümünde gerçekleştirirken yüz elli yıllık bir parantezin kapandığından söz ediyordu.[10] Yüz elli yıllık hayale yapılan vurgu, Tanzimat’la başlayan modernleşme sürecine yapılan örtük göndermeyle, Türkiye’deki kadim hasım ideolojiler olarak Kemalist ve İslâmcı gelenekler arasındaki mücadelenin mukaddesatçı siyaset lehine çözüldüğünü ima ediyordu.[11] Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Taksim Camisi açılışında Ayasofya ve Çamlıca Camisi’ne selam yollaması ve bu üç manevi mirasın asırlar boyunca şehri kandil gibi ışıtacağına dair dileği, İslâmcı siyasetin İstanbul kurgusunun mekânsal hegemonyasındaki en kritik eşiğin geçildiğini ihtar eder.[12] Sembolik noktalarda cami inşa etmek, şehrin modernleşmeyle geri plana itilen metafizik imkânlarının yeni İslâmcı ulus projesi kapsamında tekrar temellük edilmesi demektir. Mekânsal sembolizasyonu aşan bir edim olarak cami mimarisi, bir başka düzeyde seküler devlet aygıtı tarafından baskısı altında tutulan Müslüman öznelliğin siyasal ve kültürel arzularının kuvveden fiile geçmesi anlamına gelmektedir.[13]

Necip Fazıl’ı sözgelimi Sezai Karakoç ve İsmet Özel gibi İslâmcı/Müslüman şairlerden farklı kılan özelliği, yaslandığı medeniyet anlatısını zamanı için kullanışlı kılma yönünde bir aksiyon geliştirme pragmatizmidir. Bir tür popülizm olan bu pragmatizm, kitlelere İslâmi bir uyanış doğrultusunda etkinlik kazandırma ve bu yolla Kemalizm’e alternatif yeni bir hegemonya kurma talebini dillendirir. Anti-entelektüelist eğilimlerin baskın olduğu popülizmde, rasyonel tutumdan çok ruhsal kolektif deneyime; etkileşim, diyalog ve sahici yüzleşmeden ziyade kutuplaştırıcı söyleme ve son kertede bilinç yerine bilinçdışına hitap edilir.[14] Necip Fazıl şiirindeki metafizik ve Doğulu kültürel göstergeler, Tek Parti döneminin sert dinî uygulamalarına verilmiş cevaplar olmalarının yanında, yine bu göstergelere dayalı olarak inşa edilecek olan dinî kamuoyunun tesisindeki popülist araçlardır. Şairin şehir şehir dolaşarak gerçekleştirdiği Büyük Doğu konferanslarının, Türkiye’deki siyasal İslâmcı geleneğin doğuşundaki payını azımsamamak gerekir.[15] Tek Parti döneminde gardı düşen İslâmi kimlik, özellikle 1960’lardan sonra Necip Fazıl’ın sunduğu dinî, fetihçi ve alternatif tarih anlatısına dayalı spekülatif şiirsel alandan beslenerek kendi öznelliğini keşfeder ve siyasal alanda söz almak için şiddetli bir arzu duyar. Şairin “Sakarya Türküsü” şiirinde geçen “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” dizesi, bir süre sonra bu popülist yönelimin sirkülasyon halindeki vecizesi olacaktır.

 

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,

Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?

Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!..

(…)

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

(…)

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;

Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..[16]

 

“Sakarya Türküsü”nün muhatabı, İslâm “ideolocya”sını ne pahasına olursa olsun taşıma sorumluluğunu üstlenen bir öznelliğin sahibidir. Tıpkı yukarıdaki “Canım İstanbul” şiirindeki muhatap gibi kutsal bir görevle yüklüdür. Zillet kamburuna yakalanan Sakarya, ancak Allah yoluna giren müminler ordusunun davayı sahiplenmesiyle haysiyetine erişebilecektir. Necip Fazıl tarihsel yenilgi ve travmaları, güncel koşullara taşıyarak popülist bir kitle hareketi yaratmak için araçsallaştırmıştır. Şairin şiir üzerinden oluşturmaya çalıştığı kamusal alan, aşikâr biçimde seküler araçlarla tanzim edilmektedir. Şerif Mardin Büyük Doğu kulüpleri aracılığıyla ülke çapında gerçekleştirilen dinî faaliyetlerin, aynı zamanda kitle kültürü yaratma stratejisi gibi modern bir boyut taşıdığını öne sürmektedir.[17] Necip Fazıl İslâmcılığı esas olarak sınıfsal farklılıkları yadsıyan ve münhasıran inanç üzerine yükselen kitlesel bir mobilizasyon arayışına sahiptir.

 

Ben artık ne şairim, ne fıkra muharrir

Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri!

(…)

Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem;

Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.

Üstün çile, dev gibi, gelip çattı birden! Tos!!!

Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos![18]

 

Bu dizelerde Necip Fazıl şiirinin minör varoluşunu geride bırakarak majör bir sese yaslanmasının ve bu yolla İslâm davasına dayalı kolektif bir mücadele örgütlemesinin bazı işaretleri vardır. Şair, şiirsel ve kültürel alanda söz üretmeyi değersiz bularak İslâmcı bir aktivizm yaratmayı evla gören bir tutuma ulaşmıştır. “Çile”, “cüce” ve “dev” gibi Necip Fazıl şiirine özgü temel motifler, şairin dinî bir popülizm üzerinde yükselecek sanat anlayışının tasvirinde bir kez daha işe koşulur. Cüceleştirilen sanat, meydanlara çıkarak yeniden devleşecek ve öznenin, iman yolunda tecrübe edilecek çileyle hakikate ulaşmasında en önemli merkezlerden biri olacaktır. Necip Fazıl şiiri yukarıdaki parçada da görüldüğü üzere ikili karşıtlıklar açısından muazzam bir repertuar sunar. Karşıtlığın bir burcunda sahihlik ve masumiyetle tarif edilen Doğu, diğer tarafta ise her türlü ifrit ve habis düşüncenin yatağı haline getirilen ama daha çok kültürel alanda neden olduğu buhran yüzünden eleştirilen Batı fikriyatı bulunur. Necip Fazıl’daki Batı eleştirisinin ilk elden muhatabı Kemalizm’dir.

 

Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!

Bir saman kâğıdından, bütün iş kopya almak;

Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.

Mavalları bastırdı devrim isimli masal.

Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin;

Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin!

Buluşturdular bizi, elbet bir gün hesapta;

Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!

Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni;

Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni![19]

 

Şairin sembolik bir isme sahip olan “Muhasabe” şiirinden seçilen bu dizeler, Kemalist devrimi yanlış Batılılaşma, taklitçilik ve dilsel politikalar nedeniyle eleştirirken beklenen inkılabın eli kulağında olduğuna dair bir özlem içerir. “Heykele kul olanlar” ve “Allah’a kul olanlar” ikiliği üzerinden İslâmcı terminolojideki tağut eleştirisi burada da sürdürülmüştür.[20] Tağuti bir rejim olarak kodlanan Cumhuriyet, Allah kullarının tek safta birleşmesine de olanak sağlar. Necip Fazıl İslâmcılığının kaynakları, iki dünya savaşı arasındaki sert ideolojiler çağında formasyonunu tamamlayan politikalarda aranabilir. Elisabeth Özdalga’nın deyişiyle, siyasallaşmış din ile vulgar pozitivist görüşler arasındaki çatışmaların giderek kızıştığı bir atmosferde çıkış yapan Necip Fazıl, bu gelişmelerden büsbütün etkilenerek yeni ortaklıklar tesis etme çabası göstermiş en önemli simalardan biridir.[21] Necip Fazıl, Tek Parti döneminin, ezanın Türkçeleştirilmesi, tekke ve dergâhların kapatılması, Ankara’da devlet gözetiminde bir ilahiyat fakültesi açılması gibi resmî politikaları yüzünden gerilen ortamını, “zelilleştirilen” İslâmi bilinci yeniden gün yüzüne çıkarma misyonunu üstlenerek kendi lehine çevirmiştir. Dolayısıyla şairin salvolarından en çok payını alan da Tek Parti dönemi Kemalizm’i olmuştur.

Yine de belirtmek gerekir ki, hem Kemalizm hem de İslâmcılık modernleşmenin evrensel ve zorunlu olduğunu ihtar eden Batı merkezli epistemolojik evrenin ürünüdürler. Her iki ideolojide de gerilemekte olan Doğu medeniyetine nefes aldıracak yönleriyle Batı’nın üstünlüğüne dayalı bir retorik devrededir. Ancak bu retorik, siyasal ve kültürel arayışların yön verdiği talepler nedeniyle iki farklı pragmatik hat çizmektedir. Kemalizm, Batı’nın evrenselliğinden neşet eden unsurları kendi seküler nitelikteki kültürel programına dahil ederken, İslâmcılık oksidentalist bir bakışla Batı’yı İslâmcı yeniden doğuşun ve medeniyet inşasının özellikle teknolojik transfer eksenininde aracısı kılar.[22] Dolayısıyla Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su, Kemalist söylemdeki Batı kutsamasının, kültürel değişimden ziyade teknik ve bilimsel alandaki tahkimi esas alan bir çeşitlemesinden başka bir şey değildir. Bunun ötesinde, şair tarafından masal, şiir ve mucize medeniyeti olarak takdim edilen Doğu miti, aşikâr biçimde oryantalist bir doku taşımaktadır.[23] Necip Fazıl’ın beklediği inkılap, Kemalist devrimin ihmal ettiği geniş halk kitlelerinin tutunduğu halk İslâm’ını teknik dünyanın zorunluluklarıyla harmanlamayı amaçlayan bir tekno muhafazakârlık biçimidir.[24] Bu nedenle, şairin nur şehri tasarımının, ana akım İslâmcı siyasetlerin elinde İslâmcı metropolisler kurma tahayyülüne ulaşması şaşırtıcı değildir. Sembolik cami inşaatları ve Ayasofya gibi ihyalar, bir yandan İslâmcı habitusun tesisinde metafizik kaynak işlevi görürken, öte yandan mega projelerle paralel yürüyen neoliberal bir toplumsal projenin en güçlü aparatları haline getirilmektedir. Necip Fazıl, başta da sözü edilen Ayasofya Konferansı’nda, Tanzimat’la başlayan modernleşme sürecini, Ayasofya’yı müzeye dönüştüren, annelerimizin cennet kokulu başörtüsünü bez diye kullanan, milli kültürümüzü ve iktisadımızı çöplüğe çeviren, zekâmızı maymunlaştıran bir zillet projesi olarak hicvediyordu. Bu noktada, dışarıda Batı “emperyalizma”sını, içeride ise onun “sadık ajanları” olan kozmopolitleri ve mankurtları kelimenin bütün etimolojik anlamları dahil olmak üzere frengilikle itham ediyordu. Şairin konuşmalarında, düzyazılarında ve şüphesiz şiirlerinde popülist bir tonda ortaya koyduğu İslâmcı toplum modelinin (bu modeli İdeolocya Örgüsü’nde Başyücelik Devleti olarak kavramlaştırır) bugün pek çok noktada inşa edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. En son nevzuhur eden şekliyle İslâmcılık, Türklüğün teşrikimesaisiyle Türkiye’deki yüz elli yıllık siyasal mücadelenin Kemalizm’in yanında yeni bir hegemonyanın kurulmasına nihayet kaynaklık etmiştir.[25] Ancak bu inşa, 1960’lardan itibaren yükselişe geçen ve düzen karşıtı nitelikler serdeden İslâmcı siyasal akımların muhalefetten düşerek sistemle bütünleşmelerine yol açmıştır. Dolayısıyla Türkiye’deki İslâmcı geleneğin merkeze taşınması süreci, Cihan Tuğal’ın tabiriyle bir tür pasif devrimdir.[26] İslâmcı muhalefet, ütopyacı niteliklerinden peyderpey uzaklaşarak düzenin devamı yönünde bir iktidar alanı tesis etme yoluna gitmiştir. Bundan dolayı, ortada bir zaferden söz edilecekse bu ancak bir Pirus Zaferi olacaktır.[27]


[1] “Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Ayasofya Konferansı”, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2021. https://www.youtube.com/watch?v=7Fhx-INXhfo&t=64s.

[2] Tanıl Bora İstanbul’un İslâmcı siyaset açısından iki değer taşıdığından söz eder. İlki, Osmanlı’nın İslâm merkezli hegemonyasının simgesidir; ikincisi, İslâm’ın adaletinin ve çoğulculuğunun simgesidir ancak bu çoğulculuk yine İslâm’ın merkezde olduğu bir hiyerarşiye dayalıdır. Tanıl Bora, “Fatih’in İstanbul’u: Siyasal İslam’ın ‘Alternatif Küresel Şehir’ Hayalleri”, İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında, der. Çağlar Keyder (İstanbul: Metis Yayınları: 2000), s. 62.

[3] Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hâli (İstanbul: İletişim Yayınları, 2015), s. 91.

[4] Necip Fazıl’ın Büyük Doğu adıyla 1943’te başlattığı mücadelenin ismi, şairin “Büyük Doğu Marşı” şiirinden gelmektedir. Necip Fazıl Bâbıâli isimli hatıratında, Tek Parti döneminde Mehmet Âkif Ersoy’un İstiklal Marşı’nın İslâmi dokusundan rahatsızlık duyan bir grup laik siyasetçinin Ulus gazetesinde yeni bir marş yarışması tertip ettiğinden söz eder. Ancak daha sonra özellikle yakın arkadaşı da olan Falih Rıfkı Atay’ın teklifiyle bu iş ona sipariş edilmiştir. Necip Fazıl da yazacağı eserde adının gizli kalması kaydıyla bu öneriyi kabul etmiştir. Şair nihayetinde aşina olunan mistisizmini, dönemin Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi tartışmalarının yön verdiği bir kültürel atmosferin çıktılarıyla birleştiren bir marş yazar ancak Atatürk’ün ölümü bu marşın dolaşıma girmesine engel olur. Tarihin trajik bir cilvesiyle, bu şiir Kemalizm karşıtı bir siyasi mücadelenin adına dönüşecek ve etkileri bugüne dek sürecek bir kültür savaşının en kritik mevzilerinden biri olacaktır. Bununla birlikte, Necip Fazıl bu marşın, İstiklal Marşı’nın yerini alması amacıyla yazıldığını söylese de Ulus gazetesindeki ilan, bunun bir milli marş yarışması değil, Cumhuriyet’in on beşinci yılı etkinlikleri kapsamında düzenlenmiş bir yarışma olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Necip Fazıl pek çok alanda olduğu gibi bu konuyu da bir İslâmcılık-Kemalizm karşıtlığına çevirmişe benziyor. Bkz. Necip Fazıl Kısakürek, Bâbıâli, (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2010), s. 242. Bkz. Selman Narlı, “Necip Fazıl Kısakürek’in Hatırat Kitaplarında Sosyal ve Siyasi Muhteva”, Mavi Atlas, 9(1), 2021, s. 295-315. Şunu da ifade etmek gerekir ki, şiirin son halindeki “Allah” ifadesi, ilk versiyonda “Tanrı” şeklindedir. Şiirde geçen “kılavuz”, muhtemelen başta Atatürk’e işaret ederken, şairin dönüşümünü takiben Hz. Muhammed’i imler hale gelmiştir. Marşın bir kısmı şöyledir:

Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet! 
Güneşten başını göklere yükselt! 

Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! 
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un! 
Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun!

[5] Jenny White, Muslim Nationalism and The New Turks (New Jersey: Princeton University Press, 2014), s. 9.

[6] Fahrettin Altun, “Hatırlama ve Direniş: Necip Fazıl Kısakürek’in Batılılaşma Anlatısı”, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi ve Hareketi, ed. İsmail Kara ve Asım Öz (İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi, 2013), s. 244.

[7] Necip Fazıl Kısakürek, Çile (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2018), s. 167.

[8] Claude Lévi-Strauss, Yaban Düşünce, çev. Tahsin Yücel (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1994), s. 44.

[9] Recep Tayyip Erdoğan’dan aktaran Tanıl Bora, Yeni Zemin, Mart 1994, s. 12. Tanıl Bora, “Fatih’in İstanbul’u: Siyasal İslam’ın ‘Alternatif Küresel Şehir’ Hayalleri”, İstanbul: Küresel ile Yerel Arasında, der. Çağlar Keyder (İstanbul: Metis Yayınları: 2000), s. 62.

[10]  “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Milletimiz yüz elli yıllık hayaline bugün kavuşmuştur”, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2021. https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-erdogan-konusuyor-584316.html

[11] Taksim Camisi’nin açılışına İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da katılması, Türkiye’deki rakip ideolojilerin kesişim anlarına dair semptomatik bir örnektir. İmamoğlu, Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet portresini İstanbul’a getirterek edindiği kültürel avantajı, fetih anmalarına gösterdiği özenle ve son olarak Taksim Camisi’nin açılışına katılarak genişletmişe benziyor. İmamoğlu’nun pek çok kere İstanbul’un maneviyatından söz etmesi, İslâmcı ideoloji tarafından temellük edilen kültürel alana dahil olma çabasını kristalize etmektedir. İmamoğlu’nun kültürel hamleleri, mukaddesatçı seçmen nezdinde genellikle “küfür” ve “tağut”lukla anılan CHP geleneğinin alışılageldik söylemindeki kırılmaya dair güçlü işaretler barındırmaktadır. Onun başkanlığındaki Büyükşehir Belediyesi’nin bu yılki İstanbul’un fethi kutlamaları için organize ettiği kapsamlı etkinliklere CHP ve İYİ Parti liderlerinin de katılması, şehrin İslâmcılar tarafından tüketilen tarihsel imkânlarına nüfuz etme çabasının başka bir veçhesini oluşturur. Bu göstergelerin, günümüzde Taksim-Yenikapı ikiliğine dönüşen ezeli Fatih-Harbiye dikotomisinde nasıl bir değişiklik yaratacağı ve ne tür potansiyeller içerdiği zamanla ortaya çıkacaktır.

[12] Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan Taksim Camisi’nin açılışını, İslâmcı toplumun pek çok yazarından farklı olarak bir fetih aritmetiğinden kurtarmak isterken şöyle yazar: “Taksim’i kimseden almadık, Taksim’i fethetmiyoruz da, orası net. Ne var ki Taksim Camii’nin açılışı sekülerler tarafından bu denli siyasallaştırılınca cami açılışı muhafazakarlarda bir ‘fetih duygusu’ oluşturuyor. Kaçınılmaz olarak oluşan bir sarmal bu. İşte benim kendi adıma ‘tehlikeli’ bulduğum yer de burası. Türkiye’deki seküler-muhafazakâr çatışmasının ‘semboller’ ve ‘gündelik politika’ üzerinden derinleşmesini, kökleşmesini, dal budak salmasını Türkiye’nin geleceği açısından sağlıklı da bulmuyorum, sürdürülebilir de. Ben, Türkiye’nin varoluş ve var kalış mücadelesinde feda edebileceği tek bir insan olmadığını düşünen taraftayım.” İsmail Kılıçarslan, “Taksim’i kime veriyoruz, kimden kurtardık?”, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2021, https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismail-kilicarslan/taksimi-kime-veriyoruz-kimden-kurtardik-2058622

[13] Bülent Batuman, Milletin Mimarisi: Yeni İslamcı Ulus İnşasının Kent ve Mekân Siyaseti, çev. Şahika Tokel (İstanbul: Metis Yayınları, 2019), s. 33.

[14] Peter Wiles, “A Syndrome, Not A Doctrine: Some Elementary Theses on Populism”, Populism: Its Meaning and National Characteristics, ed. Ghita Ionescu ve Ernest Gellner (The Garden City Press, 1969), s. 166-179.

[15] Necip Fazıl’ın İslâmcı partilerle ilişkisi zaman zaman netameli boyutlar taşımıştır. 1969’da MNP’nin (Milli Nizam Partisi) ve onun devamı olarak 1972’de MSP’nin (Milli Selamet Partisi) kuruluşuna yaptığı katkının yanında, 1973’te MSP, CHP ile koalisyon kurmayı kabul edince desteğini MHP’ye kaydırdığı biliniyor. İslâmcılıkla Türklük arasında mekik dokuyan bir kültürel mücadele örgütleyen Necip Fazıl’ın MSP’den MHP’ye rahatlıkla geçiş yapması, aynı zamanda bugünün Türkiye’sindeki sağ siyasi akımların kurduğu müştereklerin doğasına dair önemli işaretler barındırmaktadır.

[16] Çile, s. 399.

[17] Şerif Mardin Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından birinin Necip Fazıl’ınki gibi muhafazakâr düşünce akımlarını bile Batılı tartışma biçimlerini taklit etmeye ve benimsemeye iterek Habermasçı anlamda modernleştirmesi olduğunu söyler. Şerif Mardin, “Kültürel Değişme ve Aydın: Necip Fazıl ve Nakşibendi”, Orta Doğu’da Kültürel Geçişler (Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2019), s. 221.

[18] Çile, s. 402-403.

[19] Çile, s. 404.

[20] Arapçada “azmak, sınırı aşmak” anlamındaki “tuğvân” kökünden türeyen tağut, dinî ve ahlâki sapkınlar, zulüm ve tecavüz gibi çeşitli durumlara karşılık gelir. Kelime zamanla, hak din ve hak mabut dışında kalan batıl inançları, putları ve şer odaklarını ifade etmeye başlamıştır. Özellikle 1979 yılındaki İran devriminden sonra, Batı dünyasındaki iktidar rejimlerini ve sosyal düzeni tanımlamak için kullanılmıştır. Tağut, Türkiye’de de bazı İslâmcı çevrelerin Kemalizm eleştirilerinde sık sık başvurdukları bir kavram olmuştur. Bkz. https://islamansiklopedisi.org.tr/tagut

[21] Elisabeth Özdalga, Kimlik Denklemleri, çev. Sevgi Tuncel (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), s. 119.

[22] Burhanettin Duran ve Cemil Aydın, “Competing Occidentalisms of Modern Islamist Thought: Necip Fazıl Kısakürek and Nurettin Topçu on Christianity, The West and Modernity”, The Muslim World, 103, 2013, s. 484.

[23] Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslam (İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 1998), s. 35-38.

[24] Fırat Mollaer, Tekno Muhafazakârlığın Eleştirisi (İstanbul: İletişim Yayınları, 2016), s. 137-153.

[25] Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması hakkında yazarken Türkiye’nin merkezde olduğu anlatıya dair retoriği yeniden üretir: “Ayasofya Camii, bu toprakları vatan yapan ruhun, bu toprakların çilekeş ruhunun tapusudur. Ayasofya Camii, bu toprakların darülislam yapılışının tapusudur; darülislamın yani herkese hayat hakkı tanıyan medeniyet fikrinin ve hükümranlık uygulamasının sigortası hem de tapusudur. Ayasofya Camii, Müslümanların birliğinin, dirliğinin, yeniden dirilişinin ve Türkiye’nin liderliğinin hem sembolü hem de tapusudur. Ayasofya Camii, herkese, bütün farklı dinlere, kültürlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyan tek medeniyetin, İslâm medeniyetinin en son ve en sofistike temsilcisi Osmanlı medeniyet ruhunun ve iddialarının bütün insanlığa yeniden adalet, barış ve hakkaniyet armağan edecek en muhkem, en güçlü, en sarsılmaz kapısıdır. Yusuf Kaplan, “Ayasofya Camii, bu toplumun özgürlüğünün ve ruhunun tapusudur”, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2021. https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/ayasofya-camii-bu-toplumun-ozgurlugunun-ve-ruhunun-tapusudur-2055770

[26] Cihan Tuğal, Pasif Devrim: İslamcı Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi, çev. Ferit Burak Aydar (İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2019), s. 49.

[27] Siyasal İslam’ın İflası kitabının yazarı Olivier Roy, Gazeteduvar’a verdiği mülakatta, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılmasına istinaden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye’nin kalbini ve zihnini İslâmileştiremediğini; bu yüzden de taşları İslâmileştirdiğini söylemişti. “Erdoğan zihinleri İslamileştiremediği için taşları İslamileştiriyor”, Erişim tarihi: 30 Mayıs 2021, https://www.gazeteduvar.com.tr/politika/2020/07/21/prof-olivier-roy-erdogan-zihinleri-islamilestiremedigi-icin-taslari-islamilestiriyor