… öç almak için hınçlı tanrılar bırakmaz beni,
Göreyim yılan gibi uzadığını elimin, kolumun.
Böyle dedi, yılan gibi uzadı örgenleri, sezdi
Katılaştığını derisinin, pul pul örtüldüğünü,
Kara mavimsi benekler belirdi gövdesinin şurasında burasında.
Düşmüş göğsünün üstüne,
Sürünmeye başlamış yavaştan sivri mızrağa dönmüş bacakları tümden…[1]
‘’Bir şey’’ olmayı hiç dilediniz mi, ya da o şeye dönüşmeyi? Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov karakteri gibi iktidarınızı sergileme yolunda, ‘’insan-üstü’’, ‘’insan-dışı’’ (âdeta bir bit) taraflarınızı sorguladınız mı yahut kendinizi bu amaçta sınadınız mı? Belki de tüm kargaşadan, aldatmacalardan uzakta, seve seve bir sıçan olup, yeraltındaki deliğinize sıvışmak istediniz?[2] Ya da gerçekleşemeyen ülküleriniz, tininizi ele geçirdi ve içinizde kıskaçlarını takırdatan, göğsünüzü baskılayan yengece mahkûm oldunuz?[3] Ian McEwan’ın Hamamböceği adlı eserindeki ana karakter gibi ‘’soylu bir dava uğruna’’ kolektif ruha boyun eğen ve onu güdümleyen, kudret sahibi bir böcek mi, yoksa Hrant’ın yolunda bir güvercin, Nâzım’ın yoldaşlığında bir bulut olmayı mı isterdiniz? Uyandıktan sonra Golyadkin gibi, aynanın karşısına geçtiğinizde, ‘’Tuhaf olmaz mıydı, ya şimdi tam da bugün bir şeyler yolunda olmasaydı?’’[4] diye sorarken, Gregor Samsa gibi bir haşarat olarak uyananlar var mıdır, merak ettiniz mi? ‘’İnsan geçmişlerini’’ unutmaya çalışırlarken[5] azalan duyarlılıkları ve kimliklerine tutunmaya çalıştıkları uzuvları ile odalarında debelenen kaç kişi vardır?
Çünkü dünya, “gerçek” (“somut”, “olgusal”, “maddi”, vb.) denilen niteliğine ulaşmak için de, önce “tinsel” -düşünsel- olarak kurulmak zorundadır: kur/ul/mak… [6]
Kişinin, yaşadığı toplum ve kendi korkuları tarafından baskılanan, manipüle edilen, başkalık giydirilen bilinci, ‘’kendi’’ olana dair anlatılardan yola çıkarak, düşüncelerini ve bedenini kurgular. Bu kurgunun zamanla, gerçekleşemeyen arzular ve ait olma anlatıları tarafından ‘’rahatsız edilmesi’’, tine, yani özne ve nesnenin özdeşliğine ket vurur. Varlığın, var olana egemen olduğu bu hal, kendilik imajinasyonunu dönüşüme uğratır. Geçmişe dair sözlere ve imgelere eşlik eden, onlara eklenen yaşantılar olmaksızın, var olanın kendilik kurgusu eksiktir. Tinin çağrısına kulak vermeyerek sefaletin sürdürülmesi halinde, ‘’var’’dan yavaş yavaş ‘’yok’’a eviriliş söz konusudur ki, burada dönüşülenin ne olduğu gözleyenin hükmündedir. Gözlenen, yani ‘’yok olan’’ın cismi varlığının devamı, çoğu zaman tinsel iflasının göstergesi olmaz. Kafka gibi yazarların, henüz kendilerini yahut diğerlerini gözleyebilmeye muktedir olmuş olmaları ve farazi bir tinsel yok oluşa bizi seyirci kılmaları, varlıkta kılgısal olanı sorgulayabilmemize yardımcı olmuştur. Bu bağlamda, kılgısal olan vasıtasıyla ‘’dönüşüm’’ün ne olduğunu en yerinde anlatan yazarın, Franz Kafka olduğunu düşünüyorum.
Varlık bilinci, kendi egemenliğini ortaya koymanın yollarını arar.[7]
Bir Yahudi olarak Yahudi kimliği ile olan bağı, ya da daha yerinde bir ifade ile yaşadığı çevrenin hastalıklı kimlik edinme süreçlerinin getirisi olarak, kültürel asimilasyona maruz kalışı ve ‘’bağ kuramayışı’’, Franz Kafka’yı kimliğini sorgulamaya itmiştir. 1920’lerin sonunda yazdığı “In Our Synagogue”[8] (Sinagogumuzda) adlı öyküsünde, cemaatine ve inancına yabancılaşan Musevilerin, yıllarca ibadet yerine dadanmış ve yaş almış bir hayvan üzerinden tasvirleri, Kafka’nın asimilasyona karşı tavrının önemli dışavurumlarındandır. Zira kimse ibadet ile ilgilenmeyip hayvan ile alakadar iken, ritüellere herkesten daha çok hakim olan insan-dışı karakter bize, alışkanlığın motivasyonu ile hareket eden fakat inancını kaybetmiş topluluğun yabancılaşmasını gösterir. 1911 yılından itibaren Siyonist gazetelerin (Selbstwehr gibi) takipçisi olan, bu yolda kongrelere katılan, İbranice öğrenmeye başlayıp cemaatin tiyatro gösterimlerini dahi yakınen takip eden ve Filistin’e yolculuk etme hayalleri kuran[9] Kafka, hem gönüllü asimilasyona boyun eğen Yahudilerin hayatına, hem de bu asimilasyonu reddeden Yahudilerin, Prag’da tanık oldukları antisemit nefret söylemlerine (hastalıklı, efemine, haşere gibi) küçük yaştan itibaren aşinadır.[10]
Bir insan, kilitli olmayan ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, orada hapistir.[11]
Yahudiliği arkasında bırakması, işini, ailesini kurması, ‘’sağlıklı’’, ‘’makul’’ bir vatandaş olması yönünde ailesinden, özellikle de babasından gördüğü tavır, Kafka’nın kaleminde elbette izler bırakacaktır... Bu izler, Dönüşüm adlı eserinde okunabilir haldedir. Bu eserin yorumlamalarında es geçilen fakat hayati önem arz eden husus, Kafka’nın haşaratın ‘’sayısız bacaklarına’’ atfettiği anlamdır. Günlüklerinde karşımıza çıkan bu anlam, bacakların geçmişe, yok olma yolundaki anlatılara ve yaşantılara tutunmaya çalışan uzuvları tasvir ettiğidir. Nitekim Max Brod’a 1921 yılında yazdığı mektubunda Kafka şöyle der: ‘’Almanca yazmak isteyen çoğu Yahudi, Yahudiliği arkalarında bıraktılar, babaları bu tavırlarını onayladı… Fakat onlar hala arka bacakları ile babalarının Yahudiliklerine tutkallanmışlardı, önde sallanan bacakları yeni bir zemin bulamadılar. Umutsuzluk, onların ilham kaynağı oldu.”[12]
İnsan, hayvanın ölümcül bir hastalığıdır.[13]
Yahudiliğe kopamazcasına bağlı olan bu kişilerden biri de kendisidir ve fikrimce Dönüşüm eseri, bu kimlik bunalımının sembolik bir yansısıdır. Harold Bloom da benzer bir ifade ile Dönüşüm adlı eserin, Yahudi olmayan bir toplumda Yahudi olmayı anlatan bir eser olduğunu belirtir.[14] Kendine yabancılaşan kişiler ve bu kişilerden mütevellit aile ve de toplum, kimliksizleşen, içebakışı keskinleşmiş, ‘’normal’’ dile içten içe muhalif Samsa’yı haşarata dönüştürmüş ve ‘’sayısız bacakları ülkülerine tutunamadan’’, dışlanmış bir haşarat olarak ‘’yok olmasına’’ sebep olmuşlardır. İlginçtir ki, George Steiner’in belirttiği üzere, Kafka’nın eserinde haşarat anlamında kullandığı ‘’Ungeziefer’’ kelimesi yıllar sonra Naziler tarafından, katlettikleri insanlar için kullanılmıştır.[15]
Hayvanlardan iğrenmekte hâkim duygu, dokunulduğu zaman onlar tarafından tanınma korkusudur. İnsanın derinliklerinde dehşete düşen şey, iğreti uyandıran o hayvana pek az yabancı olan bir şeyin, kendi içinde var olduğu ve hayvanın bunun farkına varabileceği yönündeki belli belirsiz bilinçtir.[16]
Burada belki de tartışılması gereken, insanın ‘’şey’’leşmesi, dünya yoksunluğu, var olanın varlık halinde tecelli edemeyişinin neticesi bir dönüşümle, tutulmaya maruz kalmasıdır. Heidegger bu konuyu, insandan gayri bir biçimde, hayvanın uyaranla ilişkisi üzerinden ele alarak, şu yorumda bulunur. Burada hayvan, varlığı açımlanamayandır:
Olma hali anlamında davranış, genellikle sadece hayvanın içe alınma durumu sayesinde mümkündür. Biz, kişi tutumu sergileyen insanın kendiliğine sahip olmayan hayvanın bu özel kendinde olma halini, yani her davranışın mümkün olduğu hayvanın içe alınma durumunu, tutulma kavramıyla tanımlıyoruz. Hayvan ancak, kendi tutulma halinde olduğu için davranabilir. Tutulma, hayvanın kendi özü gereğince bir çevrede davranabildiği, ama bir dünyada asla davranamadığı olasılık şartıdır.[17]
Peki, bu tutulmaya yol açan etmen nedir? Georgio Agamben’e göre bu durum, totaliter yönetimlerin insanları depolitize etmeleri, ‘’görev şeklinde miras arayan özden yoksun ve kimliksiz, tabiri caizse kendi özsüzlük ve verimsizliklerine teslim edilmiş’’[18] insanların yoksun halde olmalarındandır. Bu yoksunluğu yaşadığımız, içbakışımızı perdelediğimiz, ülkülerimizin öznesi olma yolundan saptığımız bir gerçek. Zaman, tam da bir ‘’dönüşüm’’ eseri kaleme alma zamanı, dönüştüğümüz ‘’şeyler’’ ile yüzleşme zamanıdır.
[1] Ovidius, 1994, Dönüşümler, Payel Yayınları, s. 109.
[2] A.g.e., s. 109.
[3] Oruç Aruoba, 2018, Benlik, Metis Yayınları.
[4] Fyador Dostoyevski, 2014, Öteki, İletişim Yayınları, s. 32.
[5] Franz Kafka, 2020, Dönüşüm, İş Bankası Yayınları, s. 41.
[6] Benlik, s. 28.
[7] Martin Heidegger, 2002, Off The Beaten Track, Cambridge University Press, s. 233.
[8] Franz Kafka, 1971, “In Our Synagogue”, The Complete Stories, Schocken Books Inc.
[9] Saul Friedlander, 2013, Franz Kafka: The Poet of Shame and Guilt, Yale University Press, s. 69.
[10] A.g.e., s. 15.
[11] Ludwig Wittgenstein, 1999, Yan Değiller, Altıkırkbeş Yayınları, s. 37.
[12] Max Brod, 1989, Franz Kafka, Eine Freundschaft, S. Fischer Yayıncılık, s. 228.
[13] Alexandre Kojeve, 1947, Introduction a la lecture de Hegel, Gallimard, s. 248.
[14] Harold Bloom, 2007, Bloom’s Guides: The Metamorphosis, Infobase Publishing, s. 53.
[15] George Steiner, “Franz Kafka’s The Trial (1987)”, https://www.youtube.com/watch?v=1t-GbIbVHCI
[16] Walter Benjamin, 2018, Tek Yön, Yapı Kredi Yayınları, s. 17.
[17] Giorgio Agamben, 2015, Açıklık: İnsan ve Hayvan, Yapı Kredi Yayınları, s. 55.
[18] A.g.e., s. 80.