2020 Adli Yıl Paketi: Bir Dilekçe Yazma Serüveni

Savcılık, birçoğu hukuk fakültesi öğrencisi olan gençlere, terör örgütü üyeliği isnat ederek onların cezalandırılmasını ister.

İddia odur ki bu her şeye muhalif öğrenciler, diğer öğrencilerin eğitim ve öğretim hakkını engelliyor, mescitte kadınlara saldırıyor, istiklal marşı okunmasına engel oluyor, öğrencileri sınıflarından dışarı çıkarıp yasadışı örgütler adına üniversitede faaliyet yürütüyorlar. Genel olarak işlendiği iddia olunan bu suçlara dair müştekilerin şikâyeti üzerine savcılık soruşturma başlatıyor. Savcılık, büyük bir suç şebekesini çökertmeye yetecek kadar çok yöntemi; telefon dinleme, gözaltı ve tutuklama tedbirini bu öğrencilere uyguluyor. Sonuçta somut delille ulaşılamıyor, ancak hatırı sayılı müştekilerin iddiaları yeterli görülüyor. Her şey zamanın ve dönemin ruhuna uygun ilerliyor.

“Dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır ki müştekiler, sol görüşlü olarak kodladıkları öğrencilere karşı duydukları politik husumetle gerçek dışı isnatlarda bulunmaktadırlar. 2015 yılı Ankara gar patlaması nedeni ile diğer öğrencileri, dersleri boykot etmeye zorladıkları ve bu yüzden dersten dışarı çıkardıkları da iddia edilmiştir. 10 Ekim 2015 yılında gerçekleşen bu katliam sonrası birçok kentte avukatlar duruşmalara girmemiştir. Bizler de, katliamda hayatını kaybeden meslektaşımız avukat Uygar Coşkun'u uğurlamak ve katliama tepkimizi göstermek için o gün duruşmalara girmedik. Müştekilerin katliama gösterilen insani tepkiyi de kriminalize etmeye çalıştıkları açık olup savcılık makamının bu ayrımcı dile hizmet eder görüntüden kaçınması beklenir” diye yazarken bana mı bir şey deniyor diyerek kafamı dilekçeden kaldırıyorum.

“Müvekkilinin işlediği suçlarla ilgili destek niteliğinde eylem ve söylem içine giren avukatlar”a “meslekten çıkarma” cezası verilebilecek.

Evet bana söyleniyormuş!

Hükümetin adli yıl açılışı.

Geçen yıl saraydaki adli yıl açılışına gitmeyen barolar provokatörlükle suçlanırken, bu yıl bir adım daha öteye gidildi ve baro başkanları adli yıl açılışına çağrılmadı. Bunun nedeninin çağrılırlarsa çoğunun gitmeyeceği ve açılışa gölge düşeceği kaygısı olduğunu sanmıyorum. Mesele, uzunca bir süredir pratiğini, mesleği ifade ederken her aşamasında gördüğümüz, avukatların yargının bir unsuru olarak kabul edilmemesi zihniyeti. Artık haber değeri taşımadığından olsa gerek basında çok yer bulmasa da Feyzioğlu da tabii ki açılışta. Böylece avukatların temsiliyetinin, kayıtlı oldukları barolar değil, Türkiye Barolar Birliği üzerinden tanımlanacağının da mesajı verilmiş oldu.

Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız bir şekilde çalışması, hepsinin de Anayasa'da cumhurbaşkanına verilen 'devletin başı' misyonu etrafında birlikte hareket etmelerine mani değildir.

Yargı üzerinden, milletten ve hukuktan aldığı yetkiyle görevini yapan yürütme erki ile onun temsilcisi olan Cumhurbaşkanı'na saldırmak, aslında doğrudan siyasal alanı hedef almaktır.

Önümüzdeki dönemde ilk çözmemiz gereken meselelerden birinin, barolar başta olmak üzere tüm meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin temsili demokrasiye uygun hale getirilmesi…

Erdoğan, yargıda sade, etkin ve hızlı bir sistemin kurulduğunu ve buna dair çalışmaların devam ettiğini de belirtti. Yapay zekâ tartışmaları ile birlikte değerlendirildiğinde bahsedilen sistem, kendi kendine işleyen, girilen veriler ile sınırlı tasnif ve değerlendirme yapan, avukatlık hizmetine en az ihtiyaç duyulacak, çekişmesiz ve çelişmesiz bir sistemdir. Hızlı ve bürokratik olmayan bir işleyiş aslında çoğu hukukçunun dileği iken, teknolojinin üst seviye kullanılması ile adaletin de aynı hızla gerçekleşeceğine inanmamız bekleniyor: Teknokrasi ile otokrasinin muhteşem uyumu.

Ofisten, UYAP (Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi) kuyusuna dilekçe yollamanın ideal ve yeterli görüldüğü bir sistem var. Makbul avukat, çelişmeden ve çekişmeden işini yapandır.

Yargılamanın diyalektiği gereği çelişmeli yargılama ilkesinin nasıl uygulanacağı ise savunmanların (avukatların) yaratıcılığına terk edilmiş durumda.

Feyzioğlu ise, çoklu baro düzenlemesi sonrası, eşeği sağlam kazığa bağlamanın rahatlığı ile gönlünden ilk geçenleri söyledi.

Sevr hazırlığında olanlara vereceğimiz cevaptan başlayıp, Türkiye’nin dünyanın sayılı arama ve sondaj filolarına sahip olduğu bilgisi ile devam etti. Yeşil pasaporttan bahsetmedi ama bir kısım avukatlık hizmetlerinden alınan KDV'nin yüzde 18'den yüzde 8'e düşürülmesinin başarısını ve kapsamının genişleyeceği müjdesini (!) verdi: Temsil gücünü yeni imtiyazlar ile ikame etmeye çalışan TBB başkanı.

Aile, tüketici ve arabuluculuk sürecinde (dava yoluna gitmeden) çözülen iş uyuşmazlıklarında avukatlık hizmetlerinden alınan KDV oranı %18’den %8 e düşürülmüştü. İşçilik alacaklarında, yargı yoluna gitmeden çözümü esas alan arabuluculuğu teşvik amaçlı düzenleme ile sanki işçi, işveren ile eşit güce sahipmiş gibi bir masaya oturtulduğunda, işçilerin hak alanında nasıl yıkımlar yaratıldığı bir başka yazının konusu olsun.

Erdoğan, kuvvetler ayrılığının teminatının şahsı ve Cumhurbaşkanlığı makamı olduğunu söylerken, Feyzioğlu ise savunmanın teminatının TBB ve şahsı olduğunu ifade ediyordu.

Bunların hiçbirisi dilekçemi bitirmeme engel olamazdı. Ta ki “ısrarla açlık grevini sürdüren avukat” sözü…

Adil yargılanma talebi ile girdiği ölüm orucunda hayatını kaybeden avukat Ebru Timtik’in “ısrarı” tehlikeli bulunmuş. Fikrinde ve zikrinde ısrar ile inat, devrimci bir yan taşır. Değiştirme ve dönüştürme gücünü içinde barındıran her şey de statüko için tehlikelidir.

Erdoğan, "Bir adalet kurumu olması gereken kimi baroların, terör örgütlerinin arka bahçesi, propaganda aracı, yasadışı faaliyetlerinin kılıfı haline dönüşmesi çok acıdır. Uyuşturucu baronunu savunan avukat uyuşturucu tüccarlığına, katili savunan avukat cana kastetmeye, hırsızı savunan avukat hırsızlığa kalkışmıyorsa, teröristin avukatlığını yapanın da teröristliğe soyunması mümkün değildir. Bu kanlı yolun önünü kesmek için gerekeni yapacağız. Bu yapılan işlerin avukat-müvekkil işleriyle ilgisi olmadığı açıktır. Diğer kurumlarda terör örgütleriyle böylesine içli-dışlı olan kişiler nasıl mesleklerinden men edilebiliyorsa, avukatlar için de böyle bir yöntemin gerekip gerekmediği tartışılmalıdır,” dedi.

Bu “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” demektir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 5. maddesinde, devletin güvenliğine karşı suçlardan ve Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlardan mahkûm olmak, avukatlığa engel hal olarak tanımlanmış. Bu suçlardan mahkûm olduğunuzda ruhsatınız iptal ediliyor.

Peki yasal düzenleme varken yapılmak istenen nedir?

Rıza gösterilmesi beklenen, istenen, kanunlardan ziyade yasa yapma ve yargı yetkisini fiilen elinde bulunduranın takdir ettiği her neyse ona rıza göstermektir.

Kanunlarda tanımlanan suç ve ceza ile siyaseten egemenin belirlediği suç ve ceza tanımı arasındaki açı, demokrasi ve otokrasi arasındaki açıya benzer biraz.

Devletin “terörist” dediğinin savunmanlığını yapmak “teröristin avukatı=terörist avukat” denkleminde yer bulmanız için yeter ve geçerli akçe. Tabii bu tanım, solcuların ve Kürtlerin avukatlığını yaptığınızda elde ettiğiniz bir paye. Hizbullah, IŞİD gibi örgütlerin veya cumhurbaşkanının işaret ettiği gibi uyuşturucu baronunun, katilin, tecavüzcünün avukatlığını yaptığınızda adınız “avukat”, yaptığınız iş  “avukatlık hizmeti” oluyor. Elbette kastımız, meslek kurallarına uygun avukatlık yapan meslektaşlarımızı rencide etmek değil.

Gözaltındaki müvekkiliniz için emniyet birimine gittiğinizde, müvekkiliniz Terörle Mücadele B (bölücü) masası biriminde gözaltında ise “terörmüş”, “terör avukatı geldi” denir. Müvekkilinizi savunmaya kapıdan başlamak zorunda kalırsınız. “Terörist avukat” listesine de adınızı böylece yazdırmış olursunuz.

AKP döneminin farklılığı ise avukat soruşturmalarının ve tutuklamalarının en yoğun olduğu dönem olması. Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası yapılan düzenlemelerle avukatlık yetkilerine getirilen sınırlandırmalar hak savunuculuğunu zorlaştırmış olsa da hak alanında çalışan avukatların hiç sevilmeyen o “ısrarlı” tutumu, hükmedenler cephesinde ek tedbirleri zorunlu hale getirmiş görünüyor.

Hukuk derneklerinin makbul olmayanları kapatıldı. Savcılık kararları ile avukatların bir kısmının Anayasal suçlar kapsamındaki davalarda savunmanlık yapmaları yasaklandı. Dilekçeleri, açıklamaları, raporlamaları suçlama konusu oldu. Toplu tutuklama ve yargılamalar ile hak savunmanlığı imkânsız hale getirilmeye çalışıldı.

Sokağa çıkma yasağı dönemi yargılamaları ise, kuralların tümden askıya alındığı dönemler olması, meselenin varabileceği sınırları göstermesi açısından önem arz ediyor. Gözaltına alınan yüzlerce çocuğun hem tanık hem sanık olarak avukatsız ifadeleri alınırken, tüm ifadelerine (içinde okuma yazma bilmeyen, Türkçe bilmeyenler de dahil) maktu şekilde “avukatların ifadeleri yönlendirdikleri, teröre destek verdikleri” ve bu nedenle avukat istemediklerine dair beyan eklenmiştir.

Hak savunucusu avukatlar, tüm tehdit ve baskılara rağmen ısrarla “teröristlerin” avukatlığını yapıyor, yıllar süren davaları çoğu zaman bila bedel takip ediyor, yetmemiş gibi hukukun üstünlüğü, evrensel hukuk değerlerinin korunması ve yeniden üretilmesinde rol alıyorlar.

Yargıyı tüm unsurları ile faşizan bir düzene iliştirmeye çalışan iktidar için hak savunucusu avukatlar önemli bir sorun başlığı. Hele ki cüppeler sokağa çıkmaya başlayıp işin rengi değiştiğinde.

Yapay zekâ yöntemi ile yargı süreçlerindeki işlemlerin mümkün olduğunca tek merkezden idare edildiği, yapay sistemler ile etkinlik ve hızlılığı esas alan yargı reformu stratejisine uyumsuz olan her şeyin yönetilebilir hale sokulması da stratejik hedefler arasında.

Erdoğan, ruhsatını almış ve mesleği ifa edenleri kastediyorsa da bir süredir birçok avukatın ruhsatı haklarında soruşturma veya kovuşturma olduğu gerekçesi ile mesleğin daha başında verilmiyor. Hatta buna karşı stajyer avukatlar ve ruhsat bekleyen avukatlar dayanışma ağları kuruldu

TBB, barolardan kendisine iletilen başvuruları mevzuat gereği Adalet Bakanlığı’na gönderir, bakanlık da hakkında soruşturma veya kovuşturma bulunan (özellikle sosyal medya paylaşımlarının nedeni ile soruşturma sayıları oldukça arttı) stajyerlerin başvurularının reddini önerir, TBB ise başvuruları kabul eder. Bakanlık bu kabul kararına karşı iptal davaları açar. Dava açılan idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verirse, o kişi dava sonuçlanana kadar avukatlık yapamaz.[1]

2 Eylül 2020 sonrası TBB’nin de, mahkemelerce kesin olarak suçlu bulunmamış, cezası kesinleşmemiş stajyer avukatlar açısından ruhsat başvurularını kabul etme yönündeki tutumunu değiştirmesi de ihtimal dahilindedir. Görünen gelecek, çoklu baro tartışmalarında gündeme gelen avukatların disiplin sürecinin nasıl işleyeceği sorununa cevabı da içerek şekildedir: Yani avukatlık süreçlerinin TBB ve Adalet Bakanlığı denetiminde yürütüleceği söylenebilir.

Bu yazıya vesile olan, savunma dilekçesini yazdığımız müvekkillerimiz, avukatlık stajı sonunda ruhsatlarını alamazken, olay görüntülerinde ellerinde sallama ile öğrencileri tehdit ettiği görülen müştekiler avukatlık ruhsatlarını alarak mesleği ifa etmeye başladı. Müştekiler için siyasi kariyer CV’si olacak olan yargılama, müvekkillerimiz için avukatlık ruhsatlarının verilmemesi, avukatlık yapma haklarının ellerinden alınması sonucunu doğurdu.

Anayasa Mahkemesi (AYM) ise, KHK ile ihraç edildikten sonra baro levhasına yazılma ve ruhsat talebinde bulunan iki kişinin talebinin idare ve istinaf mahkemesince reddi üzerine incelediği iki dosyada avukatlığın devletin idari yapılanması içindeki bir kamu görevi olmadığı, kamu hizmeti niteliğinde bir meslek olduğu, hakkında kesinleşmiş ceza hükmü bulunmayan başvurucuların ruhsat taleplerinin reddedilmesini adil yargılanma hakkı ve özel hayata saygı hakkının ihlali saydı. Bu başvurularda Adalet Bakanlığı’nın “hukukun üstünlüğünün sağlanmasında yargının kurucu unsuru avukatlığın çok önemli kamusal görevleri olduğuna” dair beyanı göz yaşartıcı olsa da, devamında avukatların bir nevi kamu görevi ifa ettiği ve yasalaşmış KHK’ye göre kamu görevinde yer alamayacağını savunması, avukatlığın bağımsız yapılması zorunlu bir meslek olduğuna dair genel ilkeyi ihlal ederken hükümetine-devletine bağlı olmayan avukatın ruhsatının elinden alınması gerektiğine dair politikanın ifadesi niteliğinde. Her kararı ile bizi öküzün altında buzağı aramaya zorlayan AYM’nin kararı önemli olmakla birlikte, kararda hakkında soruşturma veya kovuşturma olanların ruhsat taleplerinin dava sonuna kadar bekletilebileceğine dair Avukatlık Kanunu hükmünün uygulanmasına ise açık kapı bırakmıştır. İhlal kararlarında, idareye ihlalin yöntemini, usulünü gösterme konusunda AYM’nin becerisi hayranlık uyandırıcı gerçekten. Yıllarca süren davalar devam ederken hukuk fakültesi mezunu gençler pazarcılık, inşaat işçiliği gibi mesleklere yöneliyor.[2]

Ruhsat aldığında hak mücadelesi vereceğini şimdiden belli edenlere ruhsat verilmeyerek bir eleme yapılıyor. İki kişinin somut hiçbir delile dayanmayan şikâyeti üzerine hukuk fakültesi öğrencilerine bu davalar açılmaz, bu cezalar istenmez.

Bu ülkede, müvekkillerin ifade özgürlüğünü, avukatlık yapma, çalışma hakkını savunurken, aynı hak ihlalinin öznesi haline gelmek kafkaesk olsa da imkânsız değil.

Açıklamalardan anlaşılıyor ki, muhalif fikirlere sahip olmanın, muhalefetin suç olmadığını söylemenin, bunların savunmanlığını yapmanın, soruşturma ve kovuşturmaya uğramakla beraber ruhsat iptalini getireceği günler de yakındır…

Terör destekçisi suçlamalarına karşı bayrak asma sinizminin hukuki mücadeleyi bir yere taşımayacağı da açıktır. Evrensel hukuk değerlerine kararlı ve ısrarlı sahip çıkmaktan geri adım atılmamalıdır.[3]


[1] Ayrıntılı değerlendirme için bkz. http://anayasader.org/wp-content/uploads/2020/05/Sever-AYHD-16.pdf

[2] Bkz. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/09/20200908-8.pdf ve https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/09/20200908-9.pdf

[3] “Utanma duyguları eksik olduğu için kursaklarını dolduranlar hep olmuştur ama bizler, hiç hak etmediğimiz bu en son onurdan başka elimizde bir şey kalmadığından, hakkımız olan şey için savaşabileceğimizi kanıtlayalım hiç değilse” (J. Saramago, Körlük).