Hünerli bir Anarşiste Veda: David Graeber’ın Ardından

Nadide bir kavmin önde gelen bir üyesini yitirdik: aktivist akademisyenler nadir bulunan bir türdür, ki onun gibi alışılmışın dışında, hünerli ve adanmışlar daha da nadirdir.

David Graeber’ı ölüm haberi duyulduğunda dostları ve yoldaşlarına ortaklaşa hasıl olan eksiklik hissinin en özlü ifadesi budur muhtemelen.[1] Onunla vedalaşmak için yazıya dökülen hatıraların hemen hemen hepsinde tükenmekte olan bu nadide türe, yani eylemci bir akademisyene duyulacak özlemin ifadeleri sezilir. Lakin, “cool” eylemcilikle iltisaklı güvenli bir kamusal görünürlüğü tercih eden kuzey yarım kürenin entelektüelleri arasında asimile edilemeyecek bir isimdi Graeber. Bir taraftan akademik muhitteki şanı kendi kuşağının en parlak antropoloğu olmasından ileri gelir, ama öte taraftan da bulunduğu her alanda eylemciliğinden ödün vermeyen bir anarşisttir. Pek çokları gibi benim de David Graeber ismi ile tanışıklığım Anarşist Bir Antropolojiden Parçalar başlıklı kitapçık ile olmuştu. Kendi adıma kurucu bir karşılaşma ânı olarak anımsadığım bu kitapçık, benim için o dönemde içeriğinin çok daha ötesine geçerek bir anarşistin akademideki varlığından haberdar olduğum bir âna tekabül etmişti. Bir anarşistin akademideki varoluş koşullarını şaşırarak sorguladığım böylesi bir karşılaşmaya itiraf etmeliyim ki içten içe bir öykünme duygusu da eşlik etmişti. Akademik dünyaya gönlü kayan eylemci gençlerin, hasbelkader bu dünyaya adım attıkları andan itibaren o pek müstesna “bütünsel akademik kültür” uğruna isyancı iç görülerinden feragat etmeleri hatırlatılır. Bu kültürün çarklarından sağ salim çıkabilenler ise en iyi ihtimalle eylemcilik ile akademik kimlik arasında bir öncelik sıralaması oluşturacak stratejik bir akıl edinerek yollarına devem etmek zorunda bırakılırlar. İsyancı iç görülerinin peşinden giderek eylemci bilgi üretiminden taraf olanların akademiye adım attıkları andan itibaren içine düştükleri çaresizliğin üzerinde bir nebze de olsa yatıştırıcı bir etkiye sahipti Graeber’ın varlığı. 16 yaşından beri anarşizmi bir eylem etiği olarak benimsemiş, başta akademik hayatı olmak üzere bu doğrultuda hiçbir beladan sakınmayan hünerli bir oyunbozanı yitirmenin yarattığı eksiklik hissi tam olarak budur.

Graeber’ın anarşist düşünce ve eylemcilikle olan ilişkisinin yanında, örgütçü bir konfeksiyon işçisi bir anne ile İspanya Devrimi’ne katılarak faşistlere karşı savaşmış komünist bir babanın çocuğu olarak sahip olduğu sınıfsal köken de onun modern akademideki deneyimini derinden etkilemişti. Doktorasını aldıktan sonra Yale Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Graeber’a kadrolu bir pozisyon elde edebilmesi için siyasetten uzak kalması gerektiği tavsiye edilir. Bu “meslekî” tavsiyeye uymayan Graeber bir yandan 1999 yılındaki Seattle İsyanı ile birlikte büyüyen Küresel Adalet Hareketi’ne aktif bir şekilde katılır, diğer yandan ise akademik çalışmaları için “çıkarıldığı” ücretli izin dönemine sığdırdığı etnografik çalışmalarında oluşturulması planlanan Amerika Serbest Ticaret Bölgesi’ne (FTAA) karşı doğrudan eylemi benimsemiş anarşist gruplarla birlikte eylemlerde yer alır. İzinden döndükten sonraki süreçte doktora öğrencilerinin örgütlenmesine karşı kurumsal şiddet mekanizmalarını devreye sokan fakülte yönetimine karşı öğrencilerinin yanında saf tutan Graeber’ın kadrolu bir pozisyonu “hak etmediği” fakülte üyeleri nazarında netleşmiştir artık ve bu yüzden işinden uzaklaştırılır. Bu durumun altında yatan asıl sebepler hiçbir zaman açıktan ifade edilmemişse de anarşist bir oyunbozanın kadrolu bir akademisyen olarak Amerikan üniversitelerinin kurumsal kültürüne asimile edilmesi pek mümkün gözükmemiştir anlaşılan. Nitekim sonraki süreçte ABD’deki üniversitelere yapmış olduğu yirminin üzerindeki iş başvurusunun hiçbirinden sonuç alamaz Graeber.[2]

Anarşizmin ancak bir eylem etiği olarak özümsenebileceğinin farkında olan bir anarşistin akademide kendisine yer bulabilmesi pek nadirdir. Graeber’ın kurucu tahayyüllerin doğrudan eylem ânında icra edilmesini önceleyen küçük-a anarşizmi, eylemcilik ve bilgi üretimi arasında kurulagelmiş geleneksel sınırlara cevaz vermez. Buradan hareketle Graeber, anarşizmi, üniversite radikalliğinin en tipik biçimi olan Yüksek Teoriye indirgemeden ve kitleleri peşinden sürükleyecek en doğru stratejik analizi ortaya koyma iddiasındaki öncü entelektüel rolünün ötesine geçecek öncü olmayan devrimci bir entelektüel eylem ihtimalini antropolojide bulmuştu.[3] Onun tabiriyle Ortaçağ’ın toplumsal yapısını sürdürmekte ısrar eden üniversitelerin himayesinde süregiden entelektüel savaşın yabancılaşma dışında bir vaadi yoktur. Lakin antropoloji ve etnografik pratiklerin radikal entelektüel için sunabileceği şey, gözlemin ötesine geçecek ütopyacı tahminlere imkân tanımasıdır. “Bir şeyleri tahayyül etme deneyimi ile onları bireysel ya da kolektif olarak hayata geçirme arasındaki doğrudan bağı” özümseyenlerden bahsederken, eylemci bilgi pratiklerini keşfetmeye dönük bu arzusunda ortaklaştığı Pyotr Kropotkin’in Paris Komünü’yle birleşen entelektüel ufkunu anımsatır bizlere. Kropotkin’in Sibirya’dan Finlandiya buzullarına uzanan coğrafya serüvenini eylemcilik uğruna terk edişi aslında bilimsel çalışmalarının ampirik kesinliğinden duyduğu hazdan kopuşudur.[4] Kropotkin’in anarşist bir toplum tahayyülünde Sibirya stepleri ve Finlandiya buzullarına bakarken gördüğü insan/insan dışı hayvan ortaklaşması, gıda üretimi, ekolojik tarımsal kendine yeterlilik gibi başlıklar sezilir. Kristin Ross’un da belirttiği gibi Kropotkin’in Ekmeğin Fethi’nde ortaya koyduğu anarşist toplum tarifi aslında Paris Komünü’nün “tarımsal kendine yeterlilik açısından yeniden yazılımı şeklindedir”.[5]

Bilimsel ve coğrafi çalışmalarından gelecekteki ortaklaşmacı bir toplumun özgür biçimlerini yaratacak öngörüler çıkaran Kropotkin’in eylemci bilgi pratiğinin mirasçısıydı Graeber. Doktora tezi için Madagaskar’da gerçekleştirdiği etnografik saha çalışmasından başlayarak değer kuramı, borç ve son olarak geç-kapitalizmin emek rejimine odaklanan çalışmaları bu pratiği takip eder. Anarşist bir antropolog olarak toplumun en ezilen kesimleri ile en az yabancılaşmış kesimleri arasında kurulacak devrimci koalisyonlar uğruna Graeber’ın harcadığı entelektüel enerjinin son büyük ürünü olan Bullshit Jobs (Gereksiz İşler), gelişmiş ülkelerdeki iş tanımının finansallaşan geç kapitalizm ile birlikte geçirdiği dönüşümü ve bunun alternatif toplum vizyonlarına sirayet etme biçimlerini sergilemesi açısından özel bir değerlendirmeyi hak ediyor. Graeber’in magnum opus’u olarak kabul edilen Borç: İlk 5.000 Yıl kitabı geç kapitalizmin mülksüzleştirme pratiklerinin en temel kesitleri haline gelen borç krizleri etrafında ana akım iktisat söylemi vasıtasıyla oluşan gizemi tarihsel antropolojik bir bakışla yerinden eder. Graeber son kitabında da borç ile birlikte büyüyen bir diğer fenomen olan beyaz yakalı istihdamının ürettiği yabancılaşmayı mesele eder. Günden güne daha fazla insanın çalıştıkları işin içten içe gereksiz olduğuna inanmalarının bizim kolektif ruhumuzda açtığı yaraya işaret eden Graeber, Kuzey Amerika ve Avrupa’daki teknolojik gelişme ile birlikte otonomlaşan üretken emek sürecinin azalarak, çalışma saatlerinin de kısalması ve eşzamanlı olarak refahın artması temelinde ifade edilen Keynesçi vaadin çuvallamasının nedenlerini sorgulayarak işe koyuluyor. Üretim kapasitesinin yükselişine eşlik eden kitlesel tüketimdeki muazzam artışın sebebini daha kısa çalışma saatleri ile daha fazla oyuncak ve haz arasında ikincisini tercih etmiş olmamızla açıklayan ve bu durumu kolektif bir ahlâki seçime indirgeyen bu iktisat masalında gerçekten çalışanların yapmış olduğu bir tercihten bahsedebilir miyiz? Açıkçası yeni işlerin ve sektörlerin yaratılması kapitalizmin gelişim trendinde karşılaştığımız şeylerin başında geliyor fakat Graeber’ın işaret ettiği üzere “pek azımızın sushi, iPhone ya da havalı spor ayakkabılarının üretimi ve dağıtımıyla bir ilgisi var”. Peki neyin nesidir bu yeni işler? Geçtiğimiz yüzyılda, ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üretim sektöründe istihdam edilenlerin sayısında kayda değer bir düşüş yaşanırken profesyonel, yönetici, büro, satış ve servis sektöründe çalışanların sayısının toplam istihdamdaki oranı üç kat arttı. Yani üretken emeğin istihdam edildiği sektörler büyük oranda otomasyonlaşıp emek gücüne duyulan ihtiyaç azalırken, çalışma saatlerinin kitlesel olarak kısalmasıyla çalışanların elde edecekleri serbest zamanın yaratacağı tehlikenin giderilmesi için şişirilen bir gereksiz işler balonuyla karşı karşıyayız aslında. Kapitalizmin iş üretmek ya da hepimizi çalıştırmak gibi bir kaygısı olmadığını biliyoruz. Buna rağmen geç-kapitalizmin yarattığı gereksiz işler balonunun gizemini çözmeye girişen Graeber, geç-kapitalizmin bürokratik ve yönetimsel buyruklarını altında yükselen gereksiz işler sektörünün geleneksel çalışma saati ve boş zaman arasındaki ayrımı ortadan kaldırarak insanların kâğıt üstünde elli saat çalıştıkları ama aslında on beş saat bile çalışmayıp arta kalan zamanlarını “motivasyon seminerlerine katılarak, Facebook sayfalarını güncelleyerek ya da akıllı televizyonlarında izlemek üzere dizi indirerek”  geçirdikleri bir istihdam rejimine işaret ediyor. Graeber’a göre bu gariplik ekonomik değil, ahlâki ve siyasal sebeplerden kaynaklanıyor; “egemen sınıflar, boş zamana sahip mutlu ve üretken bir nüfusun kendileri için ölümcül bir tehlike arz ettiğinin farkındalar.”

Graeber’ın eylemci bilgi pratiğinin kapsamı, kuramsal bir gövde oluşturmaktan ziyade anarşizmin tarihsel izleğini takip eder: “Bir yaklaşım, belki de bir inanç: toplumsal ilişkilerin belli biçimlerini reddetme, saygın ya da insancıl bir toplumun kurulmasında başka türlü ilişkilerin daha iyi olduğuna duyulan güven ve bunu gerçekleştirmenin mümkün olabileceğine inanç.” Gereksiz İşler’de detaylandırdığı çağdaş reddiyeden tutun da en basit ifadeyle “devrimcilerin kazandığını görmek istiyorum” diyerek Rojava Devrimi’ne sunduğu destektir Graeber’ı hünerli ve nadide kılan. Sartre’ın Paris’teki cenazesine giden üniversite öğrencisi eylemcilerin “Sartre’ın ölümünü protesto etmeye gidiyoruz!” deyişini anımsadı Graeber’in bir yoldaşı. Ona yoldaş diye hitap ederek vedalaştı herkes. Akademisyen zevatına pek de nasip olmayacak bir veda!


[1] Astra Taylor, “David Graeber, 1961–2020”, The New York Review of Books (blog), 05 Eylül 2020, https://www.nybooks.com/daily/2020/09/05/david-graeber-1961-2020/.

[2] Graeber’ın yaşamış olduğu bu sürecin detaylarını kendisinden öğrenmek isteyenler, geçen sene kaleme aldığı kişisel tanıklığına göz atabilirler  David Graeber, “It Wasn’t a Tenure Case – a Personal Testimony, with Reflections”, Public Anthropologist 1, sayı 1 (22 Ocak 2019): 96-104.

[3] David Graeber, “The Twilight of Vanguardism”, The Anarchist Library (blog), https://theanarchistlibrary.org/library/david-graeber-the-twilight-of-vanguardism#toc1.

[4] Kropotkin bu duyguyu şu şekilde ifade eder: “Peki ama, çevremde insanlar kahredici bir yoksulluk içinde yaşar ve bir dilim kuru ekmek uğruna insanı insanlığından çıkaran bir mücadele verirlerken benim böylesi derin hazlar duymaya hakkım var mı?”  Pyotr A. Kropotkin, Bir Devrimcinin Anıları, çev. Mazlum Beyhan (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2015), s. 255.

[5] Kristin Ross, Ortak Lüks: Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, çev. Tuncay Birkan (İstanbul: Metis, 2016), s. 85; Pyotr A. Kropotkin, Ekmeğin Fethi, çev. Mazlum Beyhan (İstanbul: Agora Kitaplığı, 2015), s. 76.