2020 Yılı Emek Güncesi: Kolektif Hafızaya Başvurmak

2020 yılında çok sayıda irili ufaklı işçi direnişi oldu. Covid-19 salgınında işçiler patronlara karşı mücadele etmek için kolektif hafızaya başvurdular; Ankara’ya yürümeyi, işyerlerini işgal etmeyi hatırladılar. Buradan yola çıkarak, sınıf mücadelesinin hafızasını tazeleyebilmek için iki ayrı işçi eylemini öne çıkararak 2020 yılının önemli hadiselerini anlatmaya çalışacağım.

Covid-19 salgını yaşamın her alanına damga vurdu. 1 milyona yaklaşan ölüm sayısı, veda edemeden sevdiklerini defneden insanlar, hastalık nedeniyle kalıcı hasarların acılarını atlatmaya çalışanlar ve salgında zorla çalıştırılan işçiler. 2020 yılı işçi sınıfı için dünyanın bütün yükünü omuzlarında taşıdığını hissettiği bir yıl oldu.

Günde 200 insan ölüyor, salgın yönetimi şeffaf değil, ne zaman aşı olacağımızı bilmiyoruz, mücadele eden sağlık personelleri aşılanmadı, işyerlerinde salgından korunmaya yönelik yeterli tedbirler alınmadı. Bu kadar karamsar ve olumsuz bir tabloda elbette umut vaat eden olaylar da yaşadık. Sınıf mücadelesinin güncelliği ve yaratıcılığı bizleri diri tuttu.

Soma: Ankara’ya yürümeyi hatırlamak

13 Mayıs 2014’te 301 işçinin hayatını kaybettiği madenci cinayetinin ardından, DİSK bölgede bir örgütlenme seferberliği başlatmış, ancak başarılı olamamıştı. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın öncüsü olduğu işyeri komite ve konsey örgütlenmesi, Soma’da DİSK’le aynı kaderi paylaşmıştı. Bunun nedenlerini anlatmayı başka bir yazıya bırakacağım. Şu an Bağımsız Maden-İş’te uzmanlık yapan Kamil Kartal, DİSK’in bürosunu kapatmasına rağmen bölgeden ayrılmamış, Sosyal Hakları Derneği çatısı altında mücadele ederek madenci ailelerinin hukuk mücadelesine destek olmuştu.

Bağımsız Maden-İş’in öncüleri, Soma’dan ayrılmadılar. Soma’da işçilerin despot işyeri rejiminde çalıştığını, sapsarı sendika Türkiye Maden İşçileri Sendikası’nın zapturaptında olduklarını fark etmişlerdi. İşçilerle örgütlenmeyi bırakın, iletişime geçerek onların güvenlerini kazanmanın dahi yıllar sürebileceğini gördüler. Bağımsız Maden-İş’in bölgede faaliyet gösteren ve daha önce göstermiş olan sendikalardan en büyük farklarından biri madenci bir genel başkanları olmasıydı. Bunu övmem aslında ne kadar hazin bir durum! Profesyonel sendikacılık yapan birçok kişinin en fazla on beş günlük işçilik geçmişinin olması bizi düşündürmeli. 301 madencinin hayatını kaybettiği cinayetten sonra şirkete bağlı olan Eynez, Atabacası, Işıklar maden ocaklarından çalışan çok sayıda işçi işten çıkartılmıştı ve tazminatları takside bağlanmıştı ama ödenmemişti. Soma’da Uyar Madencilik gerçeği de unutulmamalı; devletçe kapısına kilit vurulmuş, işçiler işten çıkartılmış ve tazminatları ödenmemişti. Yıllarca süren hukuk mücadelesi de sonuç vermemişti.

Ankara! Seni görmek ister mi her bahtı kara?

Somalı maden işçileri ödenmeyen tazminatlarını talep etmek ve kamuoyuna seslerini duyurmak için Ankara’ya yürümeye karar verdiler. Zor aygıtı, kriminalize etti; gaz sıktı, cop kullandı, işçileri dağıtmaya çalıştı. Maden ve metal işçileri net profiller çizerler; sendikada örgütlüdürler, ürettikleri değerin ne anlama geldiğinin farkındadırlar ve ne yapabilecekleri kestirilemez. Bundan otuz yıl önce Zonguldak maden işçisi Ankara’ya yürümüş, ülkenin siyasal gündemi bir anda değişmiş, Zonguldak kenti işçilerin amaçları uğruna mobilize edilmişti. Bu mücadele deneyimi aktarımı sayesinde Soma işçisinin Ankara’ya yürüdüğünü öne sürmek biraz zorlama olabilir. Ancak, Soma’daki madencilerin bundan hiç etkilenmediğini söylemek de doğru olmayacaktır. Bu yürüyüş ses getirdi; Anayasa Mahkemesi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 21’inci maddesindeki “şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşleri düzenlenemez” hükmünü oyçokluğuyla iptal etti. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu karara sert tepki gösterdi, AYM ile siyasal iktidar arasında bu karar yüzünden siyasal polemik yaşandı. Karar her tür mücadele için emsal ve önemli bir karar. Destek vermek gerekir. İşçiler Enerji Bakanlığı yetkilileriyle görüştüler, sözler verildi, tutulmadı; en son İçişleri Bakanlı Süleyman Soylu madencileri ziyaret etti ve sorunların çözülmesi için talimat verdi. Genelde bürokrasi kademesi işçi eylemlerine müzakere etmek ya da eylemi bırakmazlarsa zor kullanarak dağıtılacağını iletmek için gelir. Burada asisti maden işçilerine yazmak lazım, golü kimin atacağı henüz belli değil.

Dünyada bazı siyasal hareketler vardır ki, öznelerin ailelerini de mobilize eder. Bağımsız Maden-İş’in izlediği mücadele yöntemi aileleri de içine katan, madencileri moral açısından “güdüleyen” bir pratik olarak ele alınabilir. Aynı zamanda, yaşanan mağduriyetin asıl muhatapları kamuoyuna doğrudan seslenebilme şansı da böylece buluyorlar. Bağımsız Maden-İş burada bir potansiyel aramaktan ziyade bir kader birliği inşa etmeye çalıştı. İşçilere akıl veren, bilinci dışarıdan götürmeyi amaçlayan hareketler grev çadırlarında dergi ve gazete götürmekten ileri gidemiyor. İşçinin ruh halini anlayan, işçilere güven veren, başında işçilerin olduğu hareketlere işçilere teveccüh ve yakınlık gösteriyor. Öncüler ne kadar bilinç aşılarsa aşılasın, ne kadar Marksizm anlatırsa anlatsın, işçiler süreçlere müdahil olmayınca olmuyor.

Bu mücadele tarzının getirdiği bazı riskler de mevcut. Örneğin işçiler tazminatlarını aldıktan sonra bir daha sendikanın önünden bile geçmeyebilirler. İşçi sendikayı, ücret alamadığı zaman başvuracağı bir avukatlık bürosu olarak görebilir. Burada vazife Bağımsız Maden-İş’e düşüyor. Soma’da birçok maden işçisi tazminatını aldı, alamayan işçiler mücadele etmeye devam ediyor. Bağımsız Maden-İş, maden ocaklarında örgütlenmeye devam ediyor. İşçilerin zihninde artık olumlu bir imajları var. Sarı sendikanın imajı kırıldı.

Ermenek: İşyeri işgalini hatırlamak

Ermenek, 2015 yılında meydana gelen bir cinayetle göz önüne geldi. Galerileri su basması sonucu 18 madenci hayatını kaybetti. 2020 yılında Ermenek bu kez maden işçilerinin mücadelesiyle kamuoyunun gündemine geldi. Özbey Madencilik’e ait Cenne ve Seba ocaklarında çalışan işçiler maaşları ödenmediği[1] için ocaklarda üretimi durdurdular ve ocakları terk etmeyerek maden ocaklarını işgal ettiler. Bu iş bırakma eylemini meşruiyetini iş kanununun ilgili maddesinden alsa da şirket karşı hamle yaparak bütün maaşları ödedi, tazminatları ödemedi, sendikaya üye bazı işçileri işten attı. İşçiler hamleye karşı çıkmak için Ankara’ya yürümeye çalıştı ama jandarma izin vermedi.

Sınıf mücadeleleri tarihi son derece kanlı ve şiddet dolu bir tarihtir; katliamlar, idamlar, intihar mangaları... Özel mülkiyet, burjuva hukukunun en kutsal ve dokunulmaz kavramlarından biridir. Özel mülkiyete yönelik her saldırı ve şiddet eylemi dünyanın her yerinde kolluk kuvvetlerince sertçe bastırılıp cezalandırılır. Çalışma çok güçlü, insan ilişkilerini düzenleyen, kölelikten “rıza göstererek” çalışmaya evrilen bir olgu. İşyeri işgalleri özelleştirme, grev yasağı, devleti ve meclisi protesto amacıyla düzenlenen çok ileri bir eylem biçimidir. Kuvvetli kadrolar, çekirdek yapı, ideolojik bir duruş ve kamuoyu desteği olmadan başarıya ulaşması zor. Türkiye işçi hareketinin tarihinde sonucu olumlu ve olumsuz çok sayıda örneği var. Derby işgali gibi sonuç alabilirsiniz, Greif işgalinde olduğu gibi mahkemelerde işçiler birbirini suçlayabilir. Dikkat etmeli ve üstüne düşünmeliyiz. Ermenek maden işçilerinin ne militan bir kadrosu, ne kitabi, ideolojik manifestoları vardı. Ocakların güvenli bir şekilde çalıştırılması talebiyle işgalin sürdürülmüş olması bu meşruiyeti kuvvetlendiren bir karardı. Bu kadar güzel ve övücü sözden sonra Ermenek’te bu mücadelenin hâlâ devam ettiğini, görüşmelerin tıkandığını, sendikacıların kente sokulmadığını, Covid-19 gerekçe gösterilerek bir “OHAL” ilan edildiğini vurgulamak lazım. Bu mücadele nereye evrilir, onu madencilerin direnci gösterecek.

Neler yolumuzu gözlüyor?

Covid-19 salgınında tercihini güvencesizliği genişletmek ve kurumsallaştırmak üzerine yapan siyasal iktidar, salgının bütün ağırlığını işçilerin üzerine yıktı. İşçiler hasta olmak ya da aç kalmak arasında bir tercih yapmak zorunda kaldılar. Saldırılara karşı sustular, işlerine dört elle sarıldılar, hak kayıplarını “buna da şükür” diyerek karşıladılar. Hasta olunca evde çorba kaynamamasını kimse istemez. İşçi hareketinin cılızlığı, sendikaların güçsüzlüğü de bu tercihe bir zemin hazırladı.

Salgın nedeniyle hasta olmamak için işten kaçınan işçi sayısı az, bunu gündeme getiren sendika sayısı bir elin parmağını geçmez. Ücretsiz izin silahı patronların elinde bir koz olarak duruyor. Kıdem tazminatı hakkımızı son dakikada kurtardık. Bakanlar patronlara “Bizi yalnız bıraktınız!” diye kızıyor.

Bazı fabrikalar için toplu iş sözleşmeleri görüşmeleri devam ediyor, bazı fabrikalarda işler kesat; patronlar grev yapılmasından korkmuyor. Bazı fabrikalarda işler tıkırında; patronlar işçilerin yan yana gelmesinden dahi ürküyor.

Evden çalışabilecek işçilerin çoğunluğu evden çalışmaya başladı. Evden çevrimiçi çalışma biçimi büyük şirketlerin uzun zamandır uyguladığı bir esnek çalışma yöntemiydi. Merkezi Avrupa’da olan birçok şirket, yüksek işçi ücretleri, sendikal örgütlülük ve yan sosyal haklar nedeniyle üretimlerini, işsizliğin yüksek olduğu, işçilere düşük ücret verilen, hukukun olmadığı coğrafyalara kaydırmaya başlamıştı. Şirketler bu hibrid çalışma yönteminin yaygınlaşması için girişimlerde bulunuyorlar. Bu hibrid çalışma düzeninin getirdiği çok sayıda risk var; cılız olan denetim ortadan kalkabilir, sendikal örgütlenmenin önü kesilebilir, işçiler yalnızlık hissiyle hastalanabilir. Düşük ücretli ve süreli çalışma saldırısı da cabası…

Esnek çalışma saldırısına karşı sendikaların gündeminde neler var?

Bunları henüz bilmiyoruz.

Yaşayarak değil, müdahale ederek görmek umuduyla…


[1] İş Kanunu’nun 34. maddesine göre, ücreti ödeme gününden itibaren yirmi gün içinde mücbir bir neden dışında ödenmeyen işçi, iş görme borcunu yerine getirmekten kaçınabilir.