Yalama Olan "Söylem" Terimi

"Söylem" terimi salgın gibi yayıldı. En az on yıldır süren, gün geçtikçe daha çok yayılan bir salgın. Gün geçmiyor ki yazılı, sözlü basında birileri söylem kelimesini kullanmamış olsun.  Ekranların gündelik politika yorumcularından futbol yorumcularına kadar herkesin ağzında. Orada kalsa gene iyi, ama doçent, profesör gibi belirli bir kültür düzeyindeki kimseler bile bu kelimeyi aynı şekilde kullanabiliyorlar; onların da bu kelimeyi yersiz bir biçimde kullandıklarını görünce şöyle bir duraklıyorum. Kelimeyi dilinden düşürmeyenlere sorsak, bu terimin anlamını açıklayamayacakları besbellidir. Kurdukları cümlelere bakılırsa, "söylem", söylenen şey, söz, demeç, beyanat, iddia, kurulan cümleler anlamına geliyor. Şunlara benzer cümleler bunlar: "Politikacıların son günlerde basında yer alan söylemleri", "(futbolda) kulüp başkanlarının söylemleri", "böyle söylemler tepki uyandırıyor", "herkesin söylemlerinde dikkatli olması lazım". Bu türden cümlelerin hiçbirinde kelimenin teorik içeriği görünmüyor.  Ne yazık ki, bu garip "söylem" yüzünden, çok güzel bir Türkçe kelime olan "demeç" yıprandı, çok az kullanılır oldu.

Bizim dünyamızda bazı kelimelerin bir büyüsü vardır. Kimileri o kelimeleri cümle içinde kullanmakla etrafa söz dinletebileceklerine, karşılarındakileri etkileyeceklerine, “kültürlü” kişi sayılacaklarına inanırlar. Bu türden tılsımlı kelimeler genellikle Frenkçedir, ama eski Türkçe de olabiliyor, burada gördüğümüz gibi yeni Türkçe de. Böyle kimselerin hiç olmazsa bir bölüğü bu gibi kelimeler nereden gelirse gelsin, kelimedeki tılsımı derhal sezebilen kimseler olsa gerek! Kimileri de, mademki herkes kullanıyor, şık bir kelime, kulak okşuyor, ben de geri kalmayayım bari diyor olabilirler. Ama bir bölüğü de, hiç şüphesiz, "yahu, nedir bu söylem, söylem, söylem... bir araştırayım" diyemeyen, böyle şeylere ayıracak vakit bulamayan kimseler olmalı.

"Söylem", Batı dillerindeki discourse (İngilizce), discours (Fransızca), Diskurs (Almanca) terimine karşılık olmak üzere türetilen bir Türkçe kelime. Bu terimler Batı dillerinde yeni kelimeler değildi. Daha önce "konuşma", "nutuk" anlamına gelirdi. Örneğin, Descartes'ın ünlü metni Discours de la méthode Yöntem/Metod Üzerine Konuşma adıyla Türkçeye çevrilmişti, daha eski bir çevirisinde de “konuşma" yerine "nutuk" kullanılmıştı. Yirminci yüzyıl başlarında modern dilbiliminin gelişmesiyle birlikte yapısalcı dilbiliminde bu terim yepyeni bir anlam kazandı. Bu yeni anlamıyla discourse, cümlelerin birbirlerine bağlanışları, birbirlerini besleyişleri, birbirlerine destek oluşuyla ortaya çıkan özel bir söz örgüsünü; metinlerde ya da söz kümelerinde cümle sınırlarını aşan iç bağlantılarla örgütlenen, "zahirî" anlamının üstündeki anlamı nitelendiriyordu.

Söylemin anlamı bir çözümleme, bir irdeleme, ya da bir aşinalık gerektirir. Bir metinde geçen tek tek kelimelerin, özel terimlerin, cümlelerin anlamlarını bilmek o metnin söylemini çözmeye yetmez. Bir futbol maçının eleştirisinde bir düzenlilik vardır; futbola tamamıyla yabancı bir kimse o eleştirinin söylemini kavrayamaz. Bir moda haberinin verilişinde de tek tek cümleleri aşan bir düzenlilik, bir amaçlılık vardır. Öğrencilere bilgi vermek amacıyla yazılmış bir ders kitabının metninde de tek tek cümlelerin üstüne çıkan özel bir dil, dolayısıyla bir anlam tutarlılığı vardır.

Bir dilbilim sözlüğünde şöyle tanımlanmış "söylem": "Yapısal yaklaşıma göre, tümce ötesi, tümceden büyük dil birimi; dilin toplumsal boyutu vurgulandığında ise, dilsel büyüklüğüne bakılmaksızın (tek sözcük, tümce, paragraf vb.) işlevsel, iletişim değerli birim olarak tanımlanabilecek sözce (utterance)."[1]  

Bu ilk anlamın birazcık genişlemesiyle terim "akıl yürütme, muhakeme" anlamını kazandı. Bu açıdan, bütün bilimler bir akıl yürütmeye dayanır; öyleyse bilim de bir söylem üretir. Bu söylem bilim metinlerinde, bilime özgü bir akıl yürütmeyle kendini gösterir. Örneğin bir hukuk metni bir söylem üzerine kurulur. O hukuk metni ne denli açık bir dille yazılmış olursa olsun, hukukun söylemine yabancı bir kimse o metnin ta içindeki söylemi, yani akıl yürütme biçimini kavrayamaz. Aynı şekilde, iktisat, tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe gibi bilim dallarının, sanatın bir dalı olan edebiyatın da (bütün bu dalların her birinde eser veren yazarların da) bir söylemi vardır. Öğretilerin, ideolojilerin, dinlerin, akımların; liberalizmin, Marksizm’in, faşizmin, milliyetçiliğin, ırkçılığın, feminizmin, gerçekçiliğin, modernizmin, post-modernizmin kendi içinde hükmünü yürüten söylemleri vardır. 

Söze dökülen her şey bir söyleme dayanır. Popüler kültür alanındaki alışverişlerde de bir söylem vardır. Eğlence amaçlı televizyon programları, basit gazete haberleri, sıradan magazinler, piyasa filmleri, dedikodular, kısacası akla gelebilecek her dil ürünü bir akıl yürütmeyle kendini gösterir. İnsan davranışlarının, duyguların, düşüncelerin de bir dili olduğu için, davranış biçimleri, toplumsal roller de bir söylemle kuşatılmıştır; böylece terimin anlamı biraz daha genişler. Anne, baba, öğretmen, politikacı, gazeteci, sanatçı gibi toplumsal roller; yurtseverlik, yardımseverlik, aşk, cinsellik gibi duygular da kendine özgü söylemlerle biçimlenir.       

Söylem teriminin bir anlam boyutu daha var. Söylem dille gerçekleştiği için, her bildirim (message) sözün özel bir kullanımıyla kendi içinde tutarlı olan bir anlamı dile getirir. Ama bu anlamın gerçeklikle bağı, gerçekliğe sadakatle bağlı olması hayli su götürür. Söylemin dili dil düzleminde bir gerçeklik algısı doğurur; ama bu gerçeklik nesnel, dış gerçekliğin ifadesi değildir, nesnel gerçeklik o algıya indirgenemez. Bu noktayı daha iyi anlayabilmek için insan dilindeki değişime bakmak gerekir.

Yirminci yüzyıl başlarında (bunu biraz daha geriye, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına kadar geriye götürebiliriz) dile bakışımız değişti. Dil, yani geleneksel dil, adlandırdığı kavramlarla nesneleri gösteren bir anlaşma aracıydı. Eski dünyada bir inanç ortaklığı vardı çünkü. Örneğin, "iyi", "doğru", "erdem", "aşk" kelimeleri ağızdan çıktığı zaman herkes aynı şeyi anlıyordu. Yirminci yüzyıl bu ortak zemini çökertti, güvenilmez bir şey olup çıktı insan dili.  Dil eskiden gösterdiği kavramı, nesneyi artık göstermez olmuştu. Sonunda şu gerçek anlaşıldı: Dil kendi üstünde dönüp duran, kendini gösteren, kendine gönderen (atıfta bulunan) bir sistemdi. Hani basından sık sık işittiğimiz, kafiyesi uğruna (seci' düşkünlüğümüzle demeli!) durmadan kullanılan ama asıl anlamı fark edilmeden bir ikileme haline getirilen "söylem-eylem" ikilisi de "söylem"in bu halini yansıtır gibidir. Fakat ne olursa olsun, terimin kavram çerçevesine oturuyor.

Söylemin başka bir terimle karıştırılmaması gerekir. "Discourse analysis", yani söylem çözümlemesi diye bir yöntem vardır. Bu yöntemde üslup (style) incelemesinden çok, içeriğin nasıl bir dil düzenlemesiyle verildiği üzerinde durulur. Bu açıdan, söylemin "üslup"la da, dilin söz sanatlarıyla beslenen etkileyici, inandırıcı bir biçimde kullanılması anlamına gelen rhetoric (belâgat) ile de karıştırılmaması gerekir.  

"Söylem", ilkin dilbiliminde kullanıldı demiştim. Discourse terimine Türkçede bulunan ilk karşılık dilbilimci Prof. Özcan Başkan'ın türettiği, 1967'de yayımlanan Lengüistik Metodu adlı kitabında kullandığı "dilce"dir. "Dilin içindeki dil" anlamını verir. Bana kalırsa, terimin anlamını açık seçik bir biçimde yansıtır; ayrıca, /-ce/ takısıyla birleşince bilimsel terimlerden beklenen soyutluk düzeyine de ulaşır. Ne var ki, "dilce" tutmadı, yeterince tanıtılmadı herhalde. Dil acayip bir düzenek; neyin tutacağı, neyin tutmayacağı kestirilemiyor. Gariptir, Tahsin Yücel'in dolaşıma soktuğu, ne anlama geldiği dilbilimine yabancı kişilerce o günlerde anlaşılması pek mümkün olmayan "söylem" tuttu.

Tahsin Yücel'in türettiği bir kelime değildi söylem. Eski adıyla Türk Dili Araştırma Kurumu’nun, sonraki adıyla Türk Dil Kurumu’nun 1935'te yayımladığı Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu'nda söylem kelimesinin eski Türkçede düzgün, iyi konuşma gücü anlamına gelen "nâtıka, kuvve-i nâtıka" karşılığında türetildiğini görüyoruz. Yine aynı yıl yayımlanan Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu'nda da "nâtıka, kuvve-i nâtıka" kelimeleri "söylem, sözmenlik" diye tanımlanmış. Tahsin Yücel buradan fikir alarak "söylem"e yeni bir terim olan "discourse"un anlamını yüklemiş.         

"Söylem" bu yeni anlamıyla ilkin 1970'lerde yazı dilinde, çevirilerde teknik bir terim olarak kullanıldı, sonra konuşma diline geçti, yayıldıkça yayıldı, en sonunda da malum akıbete uğradı, yozlaştı. Kelimenin yapısının da bir talihsizliği yok değil bunda: "söylemek" mastarına eklenen sonekin kendisi yanıltıcı olmuş. "Giyim", "yapım", "sayım", "tüketim", "durum" gibi kelimelerde hiçbir sıkıntıya yol açmayan /değişken x ünlüsü + m/ sesleriyle kurulan sonek "söylem"e kaçınılmaz olarak, aynı biçimde yerleştirilememiş. Kök, söyle-, mastarı da söylemek; /-m/ sesi mastarda zaten var; bu yüzden de "söylem", "söylemek"ten kopamamış; anlaşılan, neye yaradığı hemen belli olmayan "söylenen söz" anlamını verebilmiş ancak. "Söylev", "söylenti", "söylence" kelimeleri de aynı mastardan türetilmişti, ama bunlar "-m"siz türetimler olduğu için herhangi bir yanlış anlamaya uğramamış.      

Basında kullanımı bir salgın gibi yayılan, yayıldıkça da anlamı çarpıtılan pek çok kelime var; "duayen" ("duayenlerimiz" gibi), "yaşantı", "keyif", "süreç", "first leydi" ("Türkiye'nin first leydileri", "Fransa'nın first leydisi" gibi), "bayan", "oldukça", "adına", "uzun maraton" ("lig uzun bir maraton" gibi), "aklı selim" ("aklı selim adam" gibi) gibi. "Söylem"in durumu bunlarınkinden daha üzücü. Discourse, Batı dillerinde sadece teorik metinlerde kullanılan teknik bir terimdir. Türkçede ise, söylem milyonların ağzında. Bir "dil olayı" ile karşı karşıyayız! Terimin anlamını bilerek kullanıyor olsaydık, Batı’da sadece teorik metinlerde kullanılan bir kelime bizde halka mal oldu diye sevinebilirdik. Ama durum öyle değil. Durum bu olmadığına göre, değerli bir terimi katletmiş olduk. Ben "söylem" terimini kullanmaktan artık kaçınıyorum, anlaşılmayabilirim diye. Bir iki yıl önce bir kere kullanmak zorunda kalmış, orada da bu kelimenin yanına parantez içinde (discourse) diye eklemiştim...


[1] Kâmile İmer, Ahmet Kocaman, A. Sumru Özsoy (haz.), Dilbilim Sözlüğü, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, ikinci baskı, 2013, s. 232.