İtalya son birkaç yıldır hükümet değişiklikleriyle siyasi krizleri aşmaya çalışıyor. Şubat ayında Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi’yi yeni hükümeti kurması için görevlendirdi. Bu, son üç senede üçüncü hükümet değişikliğiydi.
Conte’den bu yana
Draghi’nin atanmasına imkân veren gelişme, İtalya eski Başbakanı ve Demokrat Parti’nin eski Sekreteri Matteo Renzi’nin partisi Italia Viva’nın (2019 Eylül ayında Renzi tarafından kuruldu) koalisyon hükümetinden çekilmesi oldu. Ağırlıklı olarak popülist Beş Yıldız Hareketi’nden (Movimento 5Stelle, M5S) ve merkez-sol Demokrat Parti’den (Partito democratico, PD) oluşan koalisyona Giuseppe Conte başkanlık ediyordu. Conte’nin başkanlığını yaptığı koalisyon içerisinde Beş Yıldız Hareketi, Demokrat Parti, Özgürler ve Eşitler (Liberi e Uguali, LeU) ve Italia Viva vardı ve “ikinci Conte hükümeti” olarak nitelendirilmişti. Aslında üçlü bir koalisyonla başlamış ama Renzi’nin Demokrat Parti’den ayrılıp Italia Viva’yı kurmasıyla sayı dörde çıkmıştı. Conte’nin daha önce başkanlık ettiği Beş Yıldız Hareketi ve aşırı sağcı Lega’nın oluşturduğu koalisyon hükümetinin yerine 2019 Eylül ayında kurulmuştu.
Renzi’nin bu siyasi hamlesi haftalarca süren siyasi bir krize yol açtı. Söz konusu kriz hükümetin, İtalya'nın AB covid-19 kurtarma fonundan alacağı 200 milyar Euro’yu nasıl harcamayı planladığı konusundaki anlaşmazlıklardan doğmuştu. Siyasi karmaşa İtalya’nın bir yandan koronavirüs salgınıyla uğraştığı, diğer yandan ekonomik bataklıktan kurtulma mücadelesi verdiği kötü bir zamanda meydana geldi. Renzi covid-19 ekonomik iyileşme planı da dahil olmak üzere birtakım konularda haftalarca koalisyon üyeleriyle süren tartışmanın ardından iki bakanının, Teresa Bellanova ve Elena Bonetti'nin istifasını duyurdu. Renzi’nin hükümetten çekilmesine şaşıran halk böylesi zor bir anda ülkeyi siyasi kriz içerisine sürüklemenin anlamsızlığına işaret ederken aynı zamanda Renzi’nin kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği konusunda ortaklaşıyordu.
Renzi’nin bu hamlesinden sonra (eski) Başbakan Giuseppe Conte için iki yol kalıyordu. Ya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’ya istifasını sunacak (bu, Mattarella’nın ona yeni bir hükümet kurması için bir şans vermesi demekti) ya da parlamentoya gidip güvenoyu isteyecekti. Fakat güvenoyu meselesi kesin gibi görünmüyordu çünkü Renzi çekildiği için on sekiz sandalye boşalmıştı. Tabii başka bir çözüm de, eğer Mattarella geniş tabanlı bir ulusal birlik hükümeti kuramazsa, seçimlere gitmek olacaktı. Conte, parlamentodan güvenoyu alması ama Senato’dan geçememesi üzerine 26 Ocak’ta istifasını Mattarella’ya sundu. Lega’nın lideri Matteo Salvini erken seçim çağrısında bulunurken, Demokrat Parti ve parlamentoda en çok sandalyeye sahip Beş Yıldız Hareketi seçimden yana olmadığını dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Mattarella İtalya’nın içinde bulunduğu temel sorunlarını sağlık, ekonomi ve toplumsal meselelerin oluşturduğu üçlü bir kriz; Avrupa fonlarının kullanılması için ertelenme imkânı olmayan son kullanma tarihi; meclisin erken tasfiyesine dair hipotezle bağlantılı riskler şeklinde sıralamıştı. Cumhurbaşkanı bu acil durumların üzerine gidecek ve çözüm bulacak, parlamentoda çoğunluğu sahip bir hükümete olan ihtiyacın altını çizmişti. İtalya’nın ne siyasi bir kampanya ne de milletvekili seçimlerini kaldıracak gücü olduğunu bilhassa belirtmişti. Böylece aşırı sağcı Lega’nın lideri Salvini’nin erken seçim çağrısına da cevap vermiş oldu. Mattarella bu yeni hükümetin teknokratlardan oluşmasından yanaydı. Böylece bunların çözümü için politikacı ve teknokratlardan oluşan bir oluşum öneren Draghi, aşırı sağ parti Lega, popülist Beş Yıldız Hareketi gibi farklı siyasi görüşlerden oluşan partilerin ve teknokratların yer aldığı yeni hükümetin oluşması için çalıştı. Böylece aşırı sağ Lega birinci Conte hükümetinden sonra tekrar sahneye çıkmış oldu.
Bu bağlamda Draghi’nin belirlediği ve Mattarella’ya sunduğu teknokratlardan oluşan bu listeye göre, örneğin İtalya Merkez Bankası'nın şu anki genel müdürü Daniele Franco ekonomi bakanı, eski Vodafone CEO’su Vittorio Colao dijital geçiş bakanı, Anayasa Mahkemesi’nin eski başkanı Marta Cartabia adalet bakanı oldu. Ayrıca eski hükümetle bir devamlılık da vardı. Bu açıdan Luigi Di Maio dışişleri bakanı, Roberto Speranza sağlık bakanı, Lorenzo Guerini savunmada kalmaya devam ediyor; ayrıca Luciana Lamorgese içişleri bakanı ve Dario Franceschini kültür bakanı. Bu düzenlemeye göre parlamentoda daha fazla sandalyesi olan Beş Yıldız Harketi dört bakanlık aldı, diğer büyük partiler ise üçer tane. Kabineden bakanlıklarını çekerek son hükümetin düşmesi nedeniyle krizi tetikleyen Matteo Renzi bu yeni bakanlara ilişkin olumlu yorumlarda bulunmuştu. Bu düzenlemeyle anahtar bakanlıklara teknokratların yerleştirilmesinin temel nedeni, bilhassa Avrupa fonlarının nasıl kullanılacağına dair kaygılardı. Conte Avrupa’nın kurtarma fonlarını harcama konusunda siyasi destekten yoksundu. Ama Draghi’nin Avrupa’nın da desteğini alarak bu fonları iyi bir şekilde kullanabileceğine inanılıyor. Draghi ile Conte arasındaki önemli benzerliklerden biri, farklı karakter ve deneyimlere sahip olmalarına rağmen, her iki siyasetçinin de bir parti ile ilişkili olmamalarıdır.
Draghi’den bu yana
Herkesin merak ettiği sorulardan biri, Mario Draghi’nin hem ulusal düzeyde -kendi evinde- hem Avrupa sahnesinde nasıl çalışacağına ilişkin. Draghi hükümeti Avrupa’daki ilk teknokrat popülist hükümet olarak adlandırılıyor. Bu şu anlama geliyor: iş dünyası ve akademi dünyasından uzmanların oluşturduğu bir teknokratlar grubu ile popülist partilerden gelen grubun bir karşımı. Bu yeni koalisyonda, aşırı sağ parti Lega, daha kurumsal olan Demokrat Parti (PD), Beş Yıldız Hareketi (M5S) ve farklı politik deneyimlerden gelen figürler yer alıyor.
Draghi kendisini birkaç yıl önce liberal sosyalist olarak adlandırıyordu. Carlo Rosselli’nin liberal sosyalist anlayışına yakın biri olarak görülüyor çünkü klasik liberalizmin ilkelerini, “fırsat eşitliği” ve “gruplararası eşitlik” kültürüne saygı ile birleştirmeyi amaçlıyor. Gazeteci, filozof, tarihçi ve faşizm karşıtı bir eylemci olan Carlo Rosselli (1899-1937) liberal sosyalizm olarak tanımladığı İngiliz işçi hareketinden ve tarihsel-politik İtalyan geleneğinden esinlenen reformist, Marksist olmayan bir sosyalizm teorisi geliştirmişti.
Son birkaç gündür Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan’ını okuyorum ve bu garip kombinasyon bir anlam buluyor. Yani eleştirel aklın ve eleştirel bilincin var olan kurulu toplumda nasıl tahrip edildiğini, rasyonellik yahut akılsallaştırma, hesaplanabilirlik adı altında iki boyutlu düşünce sisteminin nasıl yok edildiğini anlatan ve yeni öznelliklerin nasıl yaratıldığına odaklanıp ona karşı alternatif öznelliklerin varlığına işaret eden bir çalışma bu. Marcuse aslında inanılmaz analizler yaparken bugün de karşılığını bulan teoriler öne sürer. Tek boyutlu insanı veya tek boyutlu düşünce sistemini, biçimini yaratan dildeki oynamalar, dilin yarattığı yanılgılardır. Bir başka ifadeyle karşıtların tek bir biçimde eritilmesi ve irrasyonel olanın rasyonelleşmesi, rasyonel olanın irrasyonelleşmesi sağlanır. Diyalektik düşünme biçimi tek boyutlu biçimle yer değiştirir. Burada da Draghi’nin liberal ve sosyalist kavramlarını bir araya getirmesi (teoriyi Carlo Rosselli ortaya atar ama Draghi buna başka bir biçim kazandırmış olsa gerek) dil yoluyla karşıtların görünmez olmasını sağlayan dilsel bir ideoloji yaratır aslında. Eserleri sosyalizm ve Marksizm tarihine ve teorisine odaklanan tarihçi Alman entelektüel George Lichtheim’ın (1912-1973) bir zamanlar dediği gibi “siyasi terminolojinin seçimi asla tesadüfi değildir”. Bu terimler Draghi’nin dünya görüşünü ve onun ılımlılığını yansıtır. Ama aynı zamanda Marcuse’nin tek boyutlu düşünce biçimine dair fikirlerini de… İtalyan liberal filozof Norberto Bobbio sosyalizmin ve liberalizmin tarihsel açıdan karşıt terimler olarak görüldüğünü belirtir. Tarihsel olarak baktığımızda on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl düşünce tarihinin de sosyalizm ve liberalizm arasındaki çatışmayı yansıttığını görürüz. Şimdi bunları göz önünde bulundurarak Marcuse’ye hak vermemek elde mi? Kapitalizmin yarattığı dil bir araya asla gelmeyecek karşıtları birbiri içerisinde eriterek olumsuzu olumluya, yani negatif/olumsuz düşünceyi pozitif/olumlu düşünceye çevirir. Böylece savaş ve barış arasındaki derin çizgi terörizm adı altında ortadan kalkıverir.
Sadece Draghi’yi daha iyi tanımak açısından şunu söylemekte fayda var: Draghi Cizvitler tarafından yetiştirilmiş ve siyasi açıdan daha çok “ılımlı” kategorisine konulabilecek bir kişiliktir. Radikallikten uzak olduğunu ifade eden Draghi Senato’daki konuşmasında da Papa’dan alıntılar yapmıştır.
Draghi Avrupa’daki dengeleri nasıl etkileyecek?
Draghi’nin yüzünün Avrupa’ya dönük olduğu, Senato’da yaptığı bu ilk konuşmasındaki şu sözlerinden anlaşılacaktır:
Bu hükümeti desteklemek, Euro seçimindeb geri dönülemezliği paylaşmak anlamına gelir, bu, durgunluk zamanlarında ülkeleri destekleyebilecek ortak bir kamu bütçesine ulaşacak olan ve giderek daha entegre bir Avrupa Birliği ihtimalini paylaşmak demektir. Ulus-devletler vatandaşlarımızın referansı olmaya devam ediyor, ancak zayıflıklarıyla tanımlanan alanlarda, ortak egemenliği elde etmek için ulusal egemenliği bırakabiliyorlar. Avrupa’nın kaderine olan inancımızla, daha da İtalya’nız, hatta menşe veya ikamet bölgelerimize daha da yakınız. İtalya’nın Avrupa Birliği’nin büyümesine ve gelişmesine katkısıyla gurur duymalıyız. Bizsiz Avrupa Birliği olamaz. Ancak, Avrupa dışında İtalya daha da az İtalya’dır. Yalnızlıkta egemenlik var olmaz.
Yalnızlıkta egemenliğin imkânsızlığına vurgu yaparken, birliğin bir seçenek değil ama bir görev olduğunu da sözlerine eklemeyi ihmal etmez. Bu sözleriyle üstlendiği görevin sadece kendi ülkesi için değil, Avrupa Birliği için de ne kadar önemli olduğunun altını çizer. Oldukça açık; Draghi daha fazla Avrupa entegrasyonundan yana. Ulusal sorumluluk ve Avrupa dayanışmasının bir aradalığıyla bu entegrasyonun sağlayabileceğine inancı tam.
Draghi’nin Avrupa ile ilgili bu sözleri sarf etmesinin temel nedenlerinden biri de aşırı sağda konumlanan, ırkçı, Euro karşıtı, göçmen karşıtı Lega’nın lideri Matteo Salvini’ye ve Lega’sına Avrupa’dan vazgeçmenin ve Euro’dan çıkmanın imkânsızlığını göstermek istemesidir. Dolayısıyla bu sözleriyle “Lega ‘sesini kesip’ yola benimle devam mı edeceksin yoksa Euro’nun evrenselliğine itiraz etmeyi sürdürecek misin?” şeklinde bir soru yöneltmiş olacaktı. Hükümeti desteklemek Euro’yu desteklemek anlamına geliyordu çünkü. Ancak Salvini bu sefer Euro karşıtlığını bir kenara bıraktı ve Draghi karşısında kuzu kesildi.
Avrupa’da Almanya ve Fransa gibi büyük güçler Draghi’nin İtalya’nın başına gelmesinden şimdilik memnun görünüyorlar. Draghi’den beklenen, İtalya’nın Macron’u olması, yani Draghi’nin farklı biçimlerde, farklı siyasi sistemle Macron’un oynadığı benzer bir rolü oynamasıdır. Macron açısından da Draghi’nin hükümetin başına geçmesi önemliydi çünkü tam da Almanya’nın yeni bir lider değişikliğine hazırlandığı vakitte Avrupa’ya yüzü dönük ve onu destekleyen güçlü bir savunucusu olması kayda değerdi. Merkel gittikten sonra Macron ve Draghi Avrupa’nın yeni iki güçlü lideri olabilirler.
İki sene önce hatırlanacağı gibi o zamanın başbakan yardımcısı ve Beş Yıldız Hareketi’nin lideri Luigi Di Maio’nun Fransa hükümetine karşı “Sarı Yelekliler” protestolarını desteklemesiyle Macron hükümetini kızdırmıştı. Yaptığı sosyal medya paylaşımında Maio, akaryakıt vergilerindeki artışa karşı ve Macron’un istifasını talep eden protestolara yönelik desteğini şöyle duyurmuştu: “Yeni bir Avrupa doğuyor. Sarı yeleklilerin, [Beş Yıldız] Hareket’in, doğrudan demokrasinin [Avrupa’sı]. Birlikte mücadele edebileceğimiz zor bir savaş. Ama siz, sarı yelekliler, pes etmeyin!” Bunun yanında İtalya içerisinde olduğu 2015-2016 göçmen krizinde Fransa’nın destek çıkmaması İtalyanları kızdırmıştı. Conte’nin oluşturduğu birinci koalisyon hükümeti İtalya’yı, aşırı sağcı Lega’dan dolayı epey kaygılandırmıştı; faşizmin hortlamasından korkuluyordu. Lega Avrupa karşıtlığıyla ve Euro’dan çıkma talebiyle Avrupa’nın kaygılarını artırmış ve dikkat çekmişti. Ama ikinci Conte hükümeti daha fazla Avrupa yanlısı bir çizgiye sahipti. Bu da Fransa ile ilişkilerin olumlu anlamda gelişmesine ön ayak oldu. Salgına yönelik Avrupa’nın üye ülkelere destek vermesi konusunda Fransa ve İtalya ortak borç aracı çağrısında bulunan bir mektuba imza veren dokuz ülke arasında yer almıştı. Bu, daha sonra Fransa ve Almanya tarafından geliştirilmiş AB kurtarma planı olarak yirmi yedi üye ülke tarafından “Gelecek Kuşak Avrupa Birliği” adı altında kabul edilmişti. İtalya da bu fonlardan faydalanan ülkelerin başında geliyor.
Draghi’nin Senato’da 17 Şubat’ta yaptığı aynı konuşmasında Avrupa Birliği ve Euro meselesinin yanı sıra salgın, salgının yarattığı ekonomik buhran ve halkın covid-19’a karşı aşılanması da gündemdeydi. Mümkün olabilecek en kısa sürede kapalı olan işletmelerin yeniden faaliyete geçmesi ve “normalliğe” dönmeleri için her şeyi yapmaya kararlı olduklarını belirtti. Belki de bu yeni hükümetten beklenen önemli şeylerden biri covid-19 önlemlerinin hafifletilmesi ve işletmelerin en kısa zamanda faaliyetlerine dönmesiydi. Ancak Draghi de selefleri gibi risk varyantlarının ardından, salgının yayılmasını önlemek için gerekli olduğu düşünülen ihtiyatlılık çizgisinden geri çekilme niyetinde değil. Dolayısıyla aslında restoranların yeniden açılmasını bir yana bırakın, Paskalya bayramının da dahil olduğu nisan ayının ilk haftasına kadar kısıtlamalar artacak gibi görünüyor. Conte hükümetinin en çok eleştirildiği nokta buydu aslında ama kısıtlamalara dair politikalar açısından yeni hükümette de hiçbir değişiklik yok. Burada şunu belirtmeliyim ki eski başbakan Conte’nin diğer Avrupa ülkelerinin aldığı önlemler göz önünde bulundurulduğunda, covid-19 gibi yeni bir olguyla karşı karşıya kalan diğer ülkelere nazaran süreci daha iyi yönettiği kanısındayım. Conte bir biçimiyle salgına dair halk ile bir iletişim içinde olmayı ve gelişmelerden bahsetmeyi ihmal etmiyordu. Halk ile salgına dair iletişim konusunda Conte’nin son derece takdir edildiğini belirtmek gerekir. Draghi ise çıkarılan son kararnameyi halka açıklamak konusunda iletişimi tercih etmedi ve onun yerine başka bakanlar bu işi yaptı. Bu da onu eleştirilerin odağına yerleştirdi ve ülkeyi sadece bir banka olarak gördüğü eleştirisine neden oldu. İletişimi koparmak hem tanınırlığı ve güvenirliği hem ülkenin siyasi durumu için önemli bir öğe olarak ortada duruyor. Özellikle evlere kapanan ve özgürlüklerinden feragat eden halkıyla iletişim kurmadığı sürece halkı yanında bulamayacağı kaygısı dile getiriliyordu. Şimdi hakkıyla bir karşılaştırma yapabilmek için Draghi’nin sürecini gözlemlemek gerekecek.
Draghi neredeyse bütün siyasi partilerden destek oyu aldı. Kendisi Senato’da güven oylamasındayken Renzi Twitter hesabından kendisini ve yol açtığı krizi şu sözleriyle haklı çıkarmaya çalışıyordu: “Bugün Senato Draghi hükümetine güven konusunda oy kullanacak. Hâlâ merak edip şu soruyu soranlar için: ama krize neden olmak mantıklı mıydı? Sadece başbakanın konuşmasını okuyarak cevap veriyorum. Bizimle birlikte şunu diyeceksiniz: Evet, buna değdi.” Demokrat Parti’nin sekreteri Nicola Zingaretti ise memnuniyetini şu sözlerle dile getirdi: “Onun söylediklerini onaylıyorum: İtalya emin ellerde. Bu zorlu görevde üzerine düşeni yapacak.” Aşırı sağcı Lega’nın lideri Salvini, karşıt ilkelere sahip olsalar da kuzu misali hükümeti desteklediğini şu söyleriyle dillendirmişti: “Daha fazla sağlık ve daha az vergi, daha fazla getiri ve daha az bürokrasi, daha fazla çalışma alanı ve daha az atık, gelecek nesillere sorumluluk ve saygı, İtalyan olmanın gururu. Verimlilik, şeffaflık ve değişim adına mükemmel bir başlangıç noktası. Lega orada olacak!” Bu onaylamaların haricinde muhafazakâr milliyetçi Fratelli d’Italia (İtalya’nın Kardeşleri - FdI) partisinin lideri Giorgia Meloni (dördüncü Berlusconi hükümetinin gençlik bakanlığını yapmıştı) olumsuz tavrını şu sözleriyle açıkladı: “Draghi’nin gerçekleştireceği somut seçenekleri belirtmekten kaçınan genel siyasi vizyonunu yansıtan konuşmasını dinledikten sonra bu hükümete ‘hayır’ dediğimizi teyit ediyoruz.”
Yenilenme: Conte ve Beş Yıldız Hareketi
Marcuse’nin tek boyutlu düşünce ve bilinç biçimini yansıtan bir başka parti de Beş Yıldız Hareketi’dir. Tam bir parti politikası olmayan, kendini ne sağda ne solda gören ama hangi temel ilkeler üzerinde hareket ettiği de açık olmayan, tam da Marcuse’nin dediği karşıtları diyalektik bir yerden değil ama birleştirici ve eritici bir nitelikle soldan ve sağdan birtakım vasıflar alıp ortaya karışık bir şeyler koymaya çalışan biçim veya biçimsizlik abidesi Beş Yıldız Hareketi.
Daha önce dediğim gibi Conte’nin Draghi gibi bir parti aidiyeti yok. Ama Beş Yıldız Hareketi’ne yakın biri olarak biliniyor. 28 Şubat’ta Beppe Grillo Roma’da Beş Yıldız Hareketi’ni bir araya getirdi. Zirveye eski Başbakan Giuseppe Conte de katıldı. Zirvenin sonunda ne Grillo ne Conte açıklama yaparken bazı kaynaklar zirvenin olumlu sonuçlandığını ifade ettiler. Bu arada Beş Yıldız Hareketi, Giuseppe Conte’nin gelecek günlerde Beş Yıldız ile yeniden oluşturulacak bir proje üzerinde çalışması amacıyla girişimlerde bulunması için davet edildiğini Facebook grubundan duyurdu. Facebook üzerinden bu konudaki açıklama şöyle: “Hareket için çok önemli bir girişim, sivil toplumu daha açık bir siyasi güce dönüştürmek için tam bir yenileme, mevcut siyasi çerçevede merkezî bir referans noktası haline gelebilir ve 2050’ye kadar çok önemli bir role sahip olabilir.” Ancak bu yeni oluşumun yahut girişimin temel prensiplerden vazgeçmek anlamına gelmediğini metnin devamında belirtirler:
[Beş Yıldız] Hareket, ekolojik ve dijital geçişin itici gücü olacak, ancak yeri doldurulamaz sütunlara, her zaman onu ayırt eden orijinal değerlere dayanacak: çevrenin korunması, kamu etiğinin önemi ve yolsuzlukla mücadele, toplumsal cinsiyete, nesiller arası ve bölgesel eşitsizliklere karşı mücadele, gelir eşitsizliklerine ve ayrıcalıklara karşı mücadele, doğrudan demokrasi kurumlarının güçlendirilmesi yoluyla vatandaşların demokratik hayata daha geniş katılımı.
İçişleri Bakanı Luigi Di Maio zirveden sonra Facebook mesajında şunları dile getirdi: “Yıllardır bize ölü diyorlar, hata yapıyorlar. Beş Yıldız Hareketi sadece canlı değil, Hareket ülkenin şimdisi ve geleceğini yazacak.” Devamında Maio Giuseppe Conte’nin gelecek günlerde yeniden oluşum projesini ayrıntılandırmak ve Beş Yıldız Hareketi’nin faaliyetlerini başlatmak için davetlerini kabul ettiğini belirtti. İçişleri Bakanı Conte’nin harekete önemli bir katkı yapacağına inandığını sözlerine ekledi. Zirve Beş Yıldız Hareketi’nin bir değişim ihtiyacı içerisinde olduğuna işaret ediyor.
İtalya’daki siyasi manzara sağlık alanındaki manzaraya benzetilebilir. Bugün virüs açısından daha az tehlikeli sarı renge, yarın hafif tehlikeli turuncu ve ertesi gün kritik aşamada olduğunuzu belirten kırmızı renge dönebilirsiniz. Renkler arasındaki bu geçiş İtalya’nın son üç yıldaki partiler arası geçiş gibi. Tehlikeli bir koalisyondan liberal ve ılımlı ve oradan tekrar aşırı sağa doğru kayabilme riskiniz her zaman var. Draghi ülkenin soyut sayılarla uğraşan bir banka olmadığını, ulusun somut, canlı, duyguları olan ve yaşayan bireylerden oluştuğunu göz önünde bulundurabilecek mi? Farklı görüşlerden isimlerin ve partilerin yer aldığı bu yeni hükümet işsizliğin her gecen gün derinleştiği bir dönemde kendisine Avrupa fonlarıyla sunulan şansı iyi kullanabilecek mi? Bunların cevabını vermek için henüz erken ama Draghi’yi bir kurtarıcı olarak görmekle işe zaten bir sıfır yenilgiyle başlanmış gibi görünüyor.