Mizahın İktidarı ve Kahkahanın Sınırları Üzerine

Senaryo yazarı ve oyuncu Levent Kazak, 28 Mart akşamı yazdığı bir Twitter silsilesinde mizah ve mizahın ideal devrimci gücü hakkında şu sözleri sarf ediyor: “İktidarlar mizah sevmez, nokta. Tarih boyunca bu böyle olmuş, iktidar hep mizahtan tırsmış.”[i] Doğrudur, tarih boyunca mizahın, parodinin ve ironinin iktidarlara karşı protestolarda, edebî eserlerde ve gazete yazılarında bir eleştirel güç olarak kullanıldığını çok gördük. Kendisine yöneltilen mizahi eleştiriyi hapis cezası ile cezalandırmaya çok aç iktidarlar görmek için çok da uzağa gitmemiz gerekmiyor.

Ancak, özellikle sosyal medyada iyice artış gösteren ofansif mizah kültürü ve bu kültüre gelen sol tepkilerle beraber artışa geçen “mizah kısıtlanabilir mi?”, “mizahın sınırları var mı?” ve “mizaha karşı çıkmak fikir özgürlüğüne karşı çıkmak mıdır?” muhabbetleri ve tartışmaları üzerine edilmesi gereken de bir iki kelam var. Şunu unutmamak lazım ki, mizah sadece üstte verilen örneklerle bir alaşağı edici güç değil, aynı zamanda tarih boyunca çok güçlü bir iktidar silahı olmuştur. Mizahı bu şekilde tekilleştirmek, sadece bir toplumsal iyi ve her zaman devrimsel bir güç olarak okumak; her türlü mizahın her daim korunması gerektiğini ima etmek bu açıdan birtakım tehlikelere de gebe olabiliyor; hem kavramsal hem pratik olarak. Her kahkaha iktidara atılmaz. Bu konuda iktidarlar mizah sevmez pozisyonuna karşı ortaya atabileceğimiz bir iki önemli eleştiri var.

Sosyolog Michael Billig, Kahkaha ve Alay: Mizahın Sosyolojik Bir Eleştirisine Doğru[ii] isimli kitabında, günümüz toplumunun mizahın nihai bir pozitif güç, her zaman korunması gereken ve sadece topluma hizmet eden bir sosyal pratik olduğuna dair inancının sorgulanması ve bunun yerine mizahın ve kahkahanın ne şekillerde iktidarları ve iktidar söylemlerini, şiddet sistemlerini ve baskı mekanizmalarını hareket ettiren bir toplumsal güç olarak kendini gösterebileceğini açığa çıkarmamız gerektiğini söylüyor. Jean-Paul Sartre ise, Anti-Semit insanın portresini çizerken[iii], Anti-Semit’in hissî dünyasının sadece nefret ve sinir gibi negatif hislerden değil, aynı zamanda Yahudilere yönlendirdiği kahkahası, esprisi ve karikatürleriyle neşeli, mizahî ve mutlu hislerle de şekillendiğini hatırlatarak, nefretin ve iktidarın, kahkaha ve mizah ile nasıl iç içe geçebildiğini gösteriyor.

Sistematik bir şekilde marjinalize edilen grupların bir mizah malzemesi olarak kullanılması, tarihsel olarak ideoloji merkezlerinin bu marjinalizasyonu halk bilinci olarak normalleştirmesine yaramıştır. Ayrıca baskın, hegemonik öznelerin üstünlük hislerinin idame edilmesinde kritik bir iktidar aracı olmuştur. Bunun en bilindik veya en şiddetli örneği, kölelik sonrası Amerika’da, ağır çalışma şartları altında öznel gururunu kaybeden beyaz işçi sınıfının, beyazlık bilinçleri üzerinden hissî üstünlüklerini koruma aracı olarak organize edilen bir kültürel pratik olarak minstrelsy/blackface şovları. Halka açık bu mizah performanslarında, suratını ayakkabı boyası ile siyaha boyayan beyaz komedyenler, abartı siyah stereotipleri ile siyah insanların aptallıklarını, tembelliklerini ve hırsızlığa yatkınlıklarını resmederek, kahkaha yoluyla ortak bir beyazlık bilinci ve bu bilincin karşısına oturtulan bir aşağı siyah bedenselliği inşa etmiştir. David Roediger, Beyazlığın Yevmiyeleri[iv] adlı kitabında, bu şovların beyaz üstünlükçü iktidarın, kölelik sonrası Amerika’da sömürülen beyaz işçiler ile yeni özgürleşen siyah işçiler arasındaki potansiyel dayanışma yollarını kapamasına ve ırk ilişkilerini ayakta tutarak beyaz üstünlükçü sermayenin idamesine hizmet ettiğini iddia eder. Burada mizah, ırk ve iktidar ilişkilerini ayakta tutar, özneleri sabit kimlikler içerisinde kısıtlayarak dayanışma yollarını ve çoğulcu tahayyülleri dizginler. Blackface gösterilerinin yarattığı stereotiplerin hayaleti, Amerikan ana akım kültürüne ve ırk ilişkilerine günümüz Amerika’sında bile hâlâ musallat olmaya devam ediyor.

Bu örnekten yola çıkarak mizahı sadece iktidara karşı bir güç olarak algılamanın tehlikesini ve yanlışlığını açık olarak gözlemleyebiliriz. Kahkaha her daim iktidara karşı atılmaz. Çoğu zaman kahkahanın iktidar ile beraber, iktidarın yanında ve hizmetinde atıldığını görebiliriz. Bu noktada o yüzden mizaha dair birtakım kavramsal ve toplumsal tahlillerde bulunmamız gerekir. Hiçbir şakanın toplumsal değeri bağlamından ayrı olarak okunamaz. Şakaların bağlamı, öznesi ve nesnesi, şakanın ne tür amaçlara hizmet ettiğini belirler. Zira kahkahanın limiti tam da burada açığa çıkar.

Bunu kara mizah üzerinden okuyalım. Kara mizah denen espri janrasının çoğunlukla iki nesnesi vardır: özne ve iktidar. İntihara meyilli bir insan, kendi intiharına yönelik bir şaka ile, akıl sağlığı üzerinden şekillenen toplumsal tabuları alaşağı eder ve gizemlileştirilen bir söylemi açığa çıkarır. Bu bağlamda mizah alaşağı edici bir güce sahiptir. Aynı zamanda kara mizah, marjinal ve baskılanan öznenin iktidarın yarattığı yapay sınırları zorlamasını da sağlar. Türkiye’deki “malum kişi” mizahı bunun akla gelebilecek ilk örneği.

Ancak mizahın tek özneleri bunlar değil. Kara mizah, öznenin kendisine veya iktidara değil de özellikle iktidar şemalarında ve ayrıcalık mekanizmalarında güç sahibi kişilerden dışlanan, marjinalleşen öznelere yöneltildiğinde, bağlamsal olarak mizahın alaşağı edici potansiyelinin kendini iktidar pekiştirici ve somutlaştırıcı bir sisteme bıraktığı gözlemlenebilir.

Mizaha bu açıdan nüanslı yaklaşmak lazım. Her şaka her daim gerekli ve her kahkaha her daim devrimci değildir ve bu bilincin atılması ile mizaha daha eleştirel bir yaklaşım mümkün kılınabilir. Bir mizah malzemesini komik yapan öznelerdir ve bu öznelerin siyasi ve kültürel sistemler içerisinde ne şekillerde konuşlandığıdır. Mizah, o açıdan, eğer iktidar söylemlerini pekiştirmeye malzeme oluyorsa, o mizah malzemesine karşı bir duruş almak kritik bir pratiktir.

“Her şeyin mizahı yapılabilir” veya “Ben mizahımı ayrım yapmadan herkese yapıyorum” fikirleri ideal olarak doğru bir yerden gelmek ile beraber, sözde ırk-sonrası neoliberal çoğulcu rejimlerin “renk körlüğü” idealinin naifliği ile paralel olarak bu fikirler de birtakım siyasal, içkin gerçeklikleri görmezden gelen soyut, idealist ve aşkın anlayışlar olarak eleştirilebilir. Doğrusu şu ki, karmaşık iktidar ilişkileri, güç mekanizmaları, sömürü ve ayrıcalık sistemleri tarafından şekillenen günümüz konjonktüründe, her esprinin eşit toplumsal fonksiyonu, tarihi, değeri ve gücü olduğunu söylemek gerçekdışıdır. İktidar tarafından devlet gücüyle marjinalize edilen ve şiddet gören trans kadınlara yöneltilen bir espri ile iktidara yöneltilen bir espri arasında açık bir fonksiyonel fark gözlemleyebiliriz. Neyin, ne an ve kim tarafından, kime karşı mizah malzemesi yapıldığı toplumsal ve siyasi bir meseledir.

Ali İsmail Korkmaz’ın cinayeti hakkında alaycı bir tweet hayal edelim. Bu postu gören kişiler, haklı olarak ve beklendik şekilde bu tweet’ten rahatsız olur ve bu tweet’i eleştirir. Şimdi bir de bu tweet’in kendisinin ölüm yıldönümünde atıldığını hayal edelim. Şimdi de o gün bu tweet’in Korkmaz’ın annesinin yazdığı bir tweet’in altına atıldığını hayal edelim. Katmanlar ve bağlamlar arttıkça mizahın sınırlarının genişleyip daraldığını gözlemleyebiliyoruz.

2 Temmuz 2014’te, Madımak Katliamı’nın yıldönümünde Samanyolu TV’de yayınlanan alay ve mizah soslu “Madımak Mıklası Tarifli” yemek programını hatırlayalım veya 2015’te “Sivas’ın Yollarına” melodisiyle mizahi tweet atan kişiyi. Bu mizah öğelerine nereye kadar alaşağı edici bir fonksiyon yükleyebiliriz? Bunları da devrimci ve sınırları zorlayıcı mizah olarak mı okumalıyız yoksa gerici şiddeti besleyen bir güç ilanı olarak mı? Çeşitli bağlamları ve güç ilişkilerini, toplumsal yaraları ve çözülemeyen adaletsizlikleri göz önünde bulundurduğumuzda kahkahanın devrimci maskesinin de bazı noktalarda düştüğünü görüyoruz.

Korkmaz’a veya Madımak’a izin verilen potansiyel bir sınırın, örnek olarak bir trans kadının cinayeti hakkında verilmeyecek olması veya bu noktada daha beklendik şekilde ortaya atılabilecek bir “kara mizah yapıyoruz” indirgenmesi aynı zamanda hangi şiddetlerin kendi içimizde bile ne kadar normalleştiği, meşrulaştığı; hangi bedenlerin hangi bedenlere karşı daha korunulası olduğunu veya daha ciddiye alındığını da ortaya çıkarır. Mizah belki güç ilişkilerini her daim alaşağı etmez ama gizli olan, gizemli olan birtakım iktidar mekanizmalarını her daim ortaya çıkarır.

Bir sonuç olarak, mizahı romantize etmek yerine, her özelliğiyle beraber, iktidar potansiyeli ve devrim potansiyeli ile, pozitif ve negatif siyasetiyle ve fonksiyonuyla nüanslı bir güç olarak okumak çok önemli. Mizah, eleştiriye her toplumsal güç kadar açık, her toplumsal güç kadar da yeri geldiğince hepimiz tarafından korunmalı. Ancak bu nüanslar içinde hareket ederek ve yeri gelince çizilecek sınırları eleştirel olarak tartışarak, mizahın eleştirel, alaşağı edici ve devrimsel gücünü ortaya çıkarıp hareket edebiliriz.


[i] Levent Kazak, @levent_kazak, https://twitter.com/levent_kazak/status/1376236301318553602

[ii] Michael Billig, Laughter and Ridicule: Towards a Sociological Critique of Humour, SAGE, 2005

[iii] Jean Paul Sartre, Anti-Semite and Jew, Schocken Books, 1948

[iv] David Roediger, The Wages of Whiteness: Race and The Making of the American Working Class, Verso, 1991.