Tahkikat Komisyonu ve Demokrat Parti Faşizmine Doğru

Tahkik etmek, “araştırmak”, “soruşturmak” anlamında; tahkikat da tahkik’in çoğulu. Kelime anlamı bir yana tahkikat, çok önemli bir yasama faaliyetidir -ki modern parlamentoların olmazsa olmazlarından biri de bu tür faaliyetleridir. Ülkeden ülkeye, dönemden döneme, hatta sistemden sisteme (başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter sistem) değişse de soruşturma/araştırma, tahkik etme “hakkı” bir parlamentonun vazgeçilmez unsurudur.

Ancak Türkiye’de “Tahkikat Komisyonu” denilince akla bir siyaset bilimi ya da bir hukuk tartışması (TBMM İçtüzüğü vb.) değil, bir siyasi tarih tartışması gelir: Demokrat Parti’nin (DP) CHP’yi sindirmek için TBMM içtüzük imkânlarını suiistimal ederek kurduğu Meclis Tahkikat Komisyonu ve  “Bursa Mebusu Mazlum Kayalar ve Denizli Mebusu Baha Akşit'in, C. H. Partisinin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tesbit ve memleketin her tarafında yaygın bir halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meselesi ile adlî ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasına dairtakriri.

Ne ilginçtir, DP’nin içtüzük (ki o dönemde 1 Kasım 1956 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Dâhilî Nizamnamesi yürürlükteydi) yoluyla, TBMM’deki gücünü suiistimal ederek ve CHP’yi politik olarak sindirmek için kurduğu bu Meclis Tahkikat Komisyonu, bir buçuk aya kalmaz (27 Mayıs’ta) askerin, başka bir hukuk metnine (10 Haziran 1935 Tarih ve 2771 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanunu) dayanarak ve DP’yi siyasetten silmek için organize ettiği bir askerî darbenin de tetikleyicisi olacaktı: Nitekim Tahkikat Komisyonu’nun kurulduğu  tarih (18 Nisan) siyasi tarihimize, askerin 27 Mayıs öncesinde Rubicon nehrini geçtiği tarih olarak da kaydedilecektir.  Görünüşe bakarsanız DP, CHP’nin “… yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetleriniaraştırmak için bir komisyon kuruyor; 27 Mayıs günü asker de “… demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla” bir “ihtilal” gerçekleştiriyordu. Oysa ne Tahkikat Komisyonu CHP’nin yıkıcı bölücü faaliyetlerini engellemek için kuruldu ne de 27 Mayıs demokrasimizin içine düştüğü buhran yüzünden yapıldı. Meşhurdur: “Keser döner sap döner” bir gün gelir hukuk ve demokrasi herkese lazım olur; oldu, oluyor da.

1957 sonrasında Türkiye, politik gerilimin, kutuplaşmanın arttığı; iktidarın bu gerilimi düşürmek yerine ondan beslenmeyi tercih ettiği bir döneme girmişti. Korkut Boratav Türkiyenin Faşizmleri ve AKP (İmge, 2021) kitabında bu dönemi, Türkiye’nin yarım kalmış faşizme geçiş dönemlerinden ikincisi olarak anar. Boratav, yarım kalmış ilk faşizme geçiş denemesinin CHP’nin iktidarda olduğu 1945-1949 yılları arasında yaşandığının da altını çizer. Hoş, eğer korporatizmle iç içe bir “halkçılık/popülizm”, bir “anti-komünizm” ve devlet bekası ile hercümerç olmuş bir “milliyetçilik”, “faşizm” olarak anılan ideal tipin alametifarikaları olarak kabul edilirlerse, Boratav’ın andığı iki dönemin, Türkiye’nin faşizme münhasır tek iki dönemi olarak değil, sadece “daha fazla” temayül ettiği iki dönemi olarak ele alınması kolaylaşabilir. Şöyle özetlemeye çalışayım; Boratav’ın andığı -bugünkü faşizm temayülü de hesaba katıldığında- bu üç dönemi, genel Cumhuriyet tarihi içinde bir nevi “exclusive/yıldızlı faşizm” dönemleri olarak düşünmek daha doğru olacak. Belki böylece  ileride, bu üç “yıldızlı faşizm” dönemleriyle 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a çizeceğimiz dört “darbe dönemleri”ni  kesiştirerek oluşturacağımız bir Türkiye Siyaseti Akış Şeması’na doğru daha cesur bir adım atmış da olabiliriz. Ancak yine de bu tartışmayı başka bir yazının karasularına bırakmak  en doğrusu.

Türkiye’nin (yıldızlı!) faşizme temayül ettiği dönemlerin (1945-1949; 1957-1960; 2015+) aynı zamanda muhalefetin de güçlendiği dönemler olduğunu belirtmek gerekiyor. Nitekim CHP’nin iktidarda olduğu ilk faşizm denemesi 1946’da başlayan ve 1950’de iktidara gelecek DP muhalefeti tarafından; DP’nin iktidarda olduğu ikinci faşizm denemesi de yine 1957’den sonra toplumsal muhalefeti bir şekilde kendi etrafında toplamayı başarabilen CHP muhalefeti tarafından dengelenmişti. 1960’a doğru CHP muhalefetinin gücü ve etkisinin hayli arttığı tartışma götürmez olsa da 1960’taki darbe sadece DP’yi kapatarak ve her ne ile suçlanıyor olurlarsa olsunlar siyasi idamların yolunu açarak değil, sistem içi (seçimle) iktidar değişikliği imkânını ortadan kaldırarak da ülkeye zarar verecekti.

Bu çerçevede Türkiye siyasi hayatında Tahkikat Komisyonu’nu, DP faşizminin -faşizme nakıs teşebbüsünün- güçlenen muhalefeti sindirme politikalarının yepyeni ve son bir hamlesi olarak okumak mümkün müdür? Boratav’ın kavramsal dizgesini devam ettirirsek, elbette. Yine de 18 Nisan 1960’ta görevine başlayan Tahkikat Komisyonu’nun bu süreçteki ilk değil son uygulama olduğunu not etmek gerekiyor. Özellikle 1959’dan sonra, muhalefete yönelik artan baskı (bir başka ifade ile bir faşizmin idaresinin ayırt edici özelliklerinden biri olarak  ortalama parlamenter demokratik kural ve uygulamaların bile baskı altına alınmaları, yok sayılmaları ve yeni kurallarla -Tahkikat Komisyonu gibi- tamamen içlerinin boşaltılarak anlamsız hale getirilmeleri) iyiden iyiye belirgin ve pervasız bir hal almaya başlamıştı. 1958 Ekim’inde Tokat Zile’de, İstanbul Topkapı’da (4 Mayıs 1959) ve Uşak’ta (30 Nisan 1959) ve 24 Mart 1960’ta, Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesindeki saldırılar, DP iktidarının muhalefete yönelik pervasız ve tahammülfersa tutumuna örnek olarak verilebilir.

Tahkikat Komisyonu’na Doğru

7 Nisan 1960’ta DP grup toplantısında alınan karar doğrultusunda, üç ay süreyle, CHP’yi araştırmak amacıyla bir Tahkikat Komisyonu kurulmasına dair önerge, 18 Nisan 1960 günü, DP’li vekiller tarafından Meclis’e taşınır. DP yönetimi CHP’yi, 1950’de iktidarı kaybetmiş olmasına rağmen “… kaybettikleri iktidarın kamçıladığı ihtiraslarla gözleri kararmış ve meşru bir seçimle iktidara gelmek ümidini tamamiyle kaybetmiş” olmakla ve “Hiçbir kanuni salâhiyete sahib olmamalarına rağmen, umumi seçimlerin bu ilkbahar ortalarında yapılacağını bizzat ifade ederek ortaya atılan bu idareciler, emirlerinde bulundurdukları teşkilâta bu seçimleri her türlü baskı usullerini, gayrimeşru tedbirleri, kardeş kavgalarını dahi mubah görerek, milletin istinatgahını teşkil eden devletin bütün müesseselerini ya tahrik veya tahribetmek” ile suçlamaktadır. CHP, bir grup basını da kandırarak “… bu gayrimeşru gayenin tahakkuku uğrunda C. H. P. ile iş birliği halinde bulun[maya]” ikna etmiş ki bu basın “Her türlü yıkıcı faaliyetleri teşvik eden yazılara sinesinde yer ver[meye] … ve mücrimlerin müdafaasını uhdesine alarak cemiyetin temellerini kökünden sars[maya]” devam etmektedir.

DP, Zile, Topkapı, Uşak Kayseri gibi illerde gerçekleşen saldırıları da gizliden gizliye CHP’nin organize ettiği olaylar olarak tanımlar: “Devletin emniyet ve asayişini birinci derecede tehdideden, Türk milletinin itibar ve şerefine karşı da birer tecavüz mahiyetinde olan hâdiseler umumi efkâra hürriyet ve demokrasi mücadelesinin şerefli bir sayfası, ve bunların tertiplileri birer kahraman gibi takdim olunuyor.”

Tüm bunları 18 Nisan 1960 Pazartesi günü toplanan TBMM’nin o günkü zabıtlarından[1] ve bir Meclis Tahkikat Komisyonu kurulması için Bursa Mebusu Mazlum Kayalar ve Denizli Mebusu Baha Akşit'in TBMM Başkanlığı’na arz ettikleri takrir metninden takip etmek mümkündür.  DP’ye göre CHP’nin faaliyetleri soruşturulmalıdır çünkü CHP:

  1. “Türk kadınlarını, dost ve müttefikleri, en iğrenç isnatlarla kötüleme usulleri de dâhil olmak üzere, çeşitli gayrimeşru ve kanun dışı yollarla” halkı kanuna karşı gelmeye teşvik “…idari ve adlî mercilere karşı galeyana ve fiilî tecavüzlere teşvik ve tahrik etme[ye]” çalışmakta
  2. CHP’lileri silahlandırmakta ve “… iktidar partisinin mensup ve taraftarları aleyhine münferit veya toplu şekilde baskı yapmaya ve suç işletmeye teşvik suretiyle memlekette kanlı kardeş kavgalarına müncer olan tertiplere” başvurmakta.
  3. Orduyu siyasete karıştırmaya çalışarak “… çeşitli propaganda, baskı ve vaidler yoliyle vazifelerini ifadan alıkoyma[kta]”.
  4. “Bizim radyo namındaki komünist radyosunu halk partisine ait bir radyo olarak göstermek suretiyle halkı bu yayınları dinlemeye” sevk etmekte.
  5. Yakında seçim olacağını söyleyerek hükümetin meşruiyetinden halkı şüpheye düşürmekte ve “… vatandaşları gayrimeşru yollarla tahrik etmek suretiyle itimatsızlığa ve huzursuzluğa sevk” etmekte.
  6. Hücre teşkilâtı ile işleyen gizli kollar kurmaya çalışmakta.
  7. “Aynı maksat ve gayelerle ve neşir yolu ile faaliyette bulunarak, Cumhuriyetimizin ve genç demokrasimizin fikrî ve mânevi temellerini tahrib [etmektedir]”.

DP’lilerin bu takriri, TBMM’deki tartışmaları da hareketlendirir. CHP Genel Başkanı İnönü de söz alarak, belki de en çok atıf yapılan sözlerinden birini o günkü oturumda sarf eder: “Beni dinleyin... Biz böyle bir ihtilâl içinde bulunmayız, bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmıyanlar tarafından yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam (abç).”

İnönü’nün konuşmasını yaptığı sırada sağdaki CHP sıralarından alkışlar yükselirken, soldaki sıralardan “Ellerin kanlı senin!” sesleri yükselmektedir.

Tartışmalar sona erip de oylamaya geçilince “Cumhuriyet Halk Partisinin yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı faaliyetlerinin memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetinin nelerden ibaret olduğunu tahkik, tesbit ve memleketin her tarafında yaygın bir halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal etmek, matbuat meselesiyle adlî ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte olduğunu tetkik eylemek üzere kurulması kabul edilen 15 kişilik Tahkikat Encümeni için yapılan seçim sonucunda” on beş DP milletvekili[2] encümene seçilir. Tahkikat Komisyonu’nun yürütme heyeti olarak düşünülebilecek olan tahkikat encümeni görevine 18 Nisan 1960 tarihinde başlayacak ve görevini üç ay içinde tamamlayacaktır. DP’nin yayın organı Zafer gazetesinin 19 Nisan 1960 tarihli haberinde, tahkikat encümeninin bazı bildirilerine yer verilerek komisyonun görevleri halka duyurulmuştur. Fakat bu haberler, aynı zamanda, komisyon ile ilgili olarak yapılacak son haberlerden birisidir. Çünkü komisyonun göreve başlar başlamaz aldığı kararlardan birisi de komisyonun görevlerine ve kararlarına dairhaber, havadis, beyan, mütalaa, vesika, resim ve yazıların ve bu takrirle alâkalı Türkiye Büyük Millet Meclisi müzakerelerinin her türlü vasıtasıyla neşri[ni]” yasaklamaktır.

 Komisyon, ayrıca “… bütün siyasî partilerin ve bunlara bağlı teşekkül ve kolların her türlü kongreleri ve kademelerin bünyeleri içinde veya kademeler arasında tertiplenecek müşterek toplantılarla, alelumum siyasî mahiyetteki toplantılar ve partilerce yeni kademeler ve teşkilatlar kurulması[nın da], tahkikatın neticesine kadar” yasaklanmasına karar verir. Feroz Ahmad’ın da Demokratikleşme Sürecinde Türkiye’sinde belirttiği gibi, bu komisyonun yetkileri, Anayasa’ya aykırı bir biçimde, Meclis’in ve mahkemelerin yetkilerini dahi geride bırakacak kadar geniş tutulmuştur.

Celal Oral Özdemir de Türkiye’nin 1950’li Yılları başlıklı kitapta yer alan çalışmasında tahkikat encümeninin faaliyetleriyle birlikte “Artık yasalar[ın] ne iktidar için bir meşruiyet kaynağı ne de muhalefet için riayet edilmesi zarûrî metinler” olduğunu vurgular: Komisyonun koyduğu, konu ile ilgili TBMM Zabıtları’nın bile yayımlanmasının yasaklanması kararına rağmen CHP’li vekiller TBMM Zabıtları’nı basına sızdırırlar; zabıtlar 19 Nisan 1960 tarihli Ulus gazetesinde yayımlanır. Hükümet, Ulus gazetesinin 19 Nisan tarihli nüshasını toplatır, basılı gazetelere de el koyulur. CHP bu baskınlara tepki göstererek Ankara’da eylemler düzenlemeye tevessül etse de polis şiddeti galebe çalar.  Özdemir, yukarıda anılan makalesinde, 18 Nisan 1960 tarihinde Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına dair alınan karar ile birlikte siyaset yapmanın yahut gazetecilik faaliyetlerinde bulunmanın bir özgürlük olmaktan çıkarıldığını ve yalnızca iktidardaki partinin izin verdiklerinin yapabildiği bir ayrıcalığa dönüştürüldüğünün altını çizer. Üstelik görüldüğü gibi, tahkikat 25 Nisan 1960 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Dâhili Nizamnâmesinde Yazılı Tahkikat Encümenlerinin Vazife ve Salahiyetleri Hakkındaki Kanun Teklifi ile Meclis Başkanlığı makamına verilen görev ile belirlenmesine karar verir. 27 Nisan 1960 tarihli ve 7468 Sayılı Kanun’la Resmî Gazete’de yayımlanan karara göre tahkikat encümeni:

Tahkikatın selâmetle cereyanını temin maksadıyle her türlü neşriyatın yasak edilmesine, Neşir yasağına riayet edilmemesi hâlinde mevkute veya gayri mevkutenin tabı veya tevzunın men’ine,

Mevkute veya gayri mevkutenin toplatılmasına, mevkutenin neşriyatının tatiline veya matbaanın kapatılmasına,

Tahkikat için lüzumlu görülen veya sübut vasıtalarından olan her türlü evrak, vesika veya eşyanın zaptına,

Siyasî mahiyet arz eden toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyetler hakkında tedbir ve karar almaya,

Tahkikatın selâmetle intacı için lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları ittihaz etmeye ve Hükümetin bütün vasıtalarından istifade eylemeye, dahi salahiyetlidir.

Ve “28 Nisandı Yavri Hey! Ham meyveyi kopardılar dalından”

7468 Sayılı Kanun’un yayımlandığı günün ertesi, artık, sokağın da denetlenemez hale geldiği günlerdir. 28 Nisan 1960’ta Ulus gazetesi Meclis Müzakerelerinin Neşri Yasak manşetiyle çıkar. O gün Ulus gazetesi Tahkikat Komisyonu tarafından kapatılır. İstanbul Üniversitesi’ndeki  eyleme polis müdahale eder. Olaylar esnasında İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar da polisler tarafından darp edilir. Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz öldürülür. Ankara’da olayların merkezi Cebeci Kampüsü’dür. Mülkiye ve hukuk öğrencileri sokaktadırlar. Cebeci caddelerinden Mülkiye’ye ateş açılır, yaralananlar olur.  

Zavallı Turan Emeksiz’in işkencesi, öldürüldükten sonra da devam edecektir: Ertesi günkü gazetelerin kendisinden “olaylarda öldürülen bir talebe” diye söz ettiği Emeksiz, Merkezefendi-Mevlanakapı Mezarlığı’na defnedilirse de darbeden sonra cenazesi, 10 Haziran 1960’ta bir “Devrim Şehidi” olarak  Anıtkabir’e nakledilecek; Özal döneminde 24 Ağustos 1988’de ise cenazesi, ismini sadece Türkiye siyasi hayatı ile ilgilenenlerin hatırladıkları bir  tarihsel figür olarak Cebeci Asri Mezarlığı’na aktarılacaktır.

29 Nisan 1960 günü sıkıyönetim ilan edilir. 30 Nisan’da, İstanbul ve Ankara üniversitelerinde eğitime bir ay süreyle ara verilse de öğrencilerin 5 Mayıs’ta saat 5’te Kızılay Meydanı’nda randevulaşmalarını kimse engelleyemez.  


[1] TBMM Zabıt Ceridesi Devre: XI, Cilt: 13 İçtima: 18 Nisan 1960.

[2] Tahkikat Komisyonuna seçilen milletvekilleri şöyledir: Osman Kavuncu, Bahadır Dülger, Nüzhet Ulusoy, Said Bilbiç, A. Hamdi Sancar, Vacid Asena, Kemal Biberoğlu, Kemal Özer, Hilmi Dura, Ekrem Anıt, Nusret Kirişçioğlu, Turan Bahadır, Selâmi Dinçer, Himmet Ölçmen ve  Necmeddin Önder