Korona salgını kamusal hayatı esir almadan önce, Birleşik Devletler’de bir hayalet dolaşıyordu: demokratik sosyalizm hayaleti. Geçtiğimiz Ocak ve Şubat aylarında, muhafazakârından liberaline ABD medyasının büyük bölümüne göre, Vermont Senatörü Bernie Sanders’ın önü kesilmezse, Kasım’daki seçimlerden sonra ülkeyi sosyalizm “felaketi” bekliyordu. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle, yaklaşık bir asır süren bir uluslararası hegemonya mücadelesinden zaferle ayrılan ABD’de, 2016’ya kadar sanırım hiç kimse, yerleşik siyasi ve ekonomik düzenin sosyalist bir aday tarafından sarsılacağına inanmazdı. 1980’den bugüne, belediye başkanlığından Temsilciler Meclisi üyeliğine ve senatörlüğe kadar, Amerikan siyasi yapısının tam içinden gelen fakat “bağımsız” kimliğiyle sistemin dışında kalabilen Bernie Sanders, 2016’daki başkanlık seçimleri için Demokrat Parti’den aday adayı olduğunda da sistemin kalbi için yarışan dışarıdan bir ses oldu ve büyük dönüşümler vaat etti. Sanders’ın mesajı netti, ekonomik yapıyı ele geçiren bir avuç milyarder, neredeyse halkın tamamını yoksullaştırmak pahasına, daha da zenginleşmek ve bunun için de siyasi hayatı tamamen kontrol altına almak istiyordu. Kısaca, Amerikan halkının ortak kaderi, bir avuç milyarderin kâr hırsına teslim edilmişti. Sanders, dizginlenemeyen kapitalizmin siyasi ve sosyal hayat üzerinde yarattığı anominin[i] üstesinden gelebilmek için, bürokrasi alanında devrimci düzenlemeler önerdi: Eğitim, sağlık ve sosyal yardım gibi kamusal ürün ve hizmetlerin adil bir şekilde bölüştürülmesini sağlayan ve son kırk yılda acımasızca daraltılan devletin sol elinin güçlendirilip geliştirilmesi gerekiyordu. Tıpkı daha önceki siyasi kariyerinde olduğu gibi, Sanders sadece rakipleriyle değil, adayı olduğu partinin de dahil olduğu tüm yerleşik düzenle yarışacaktı. Bu nedenle de Amerikan seçim sisteminde başarı göstergelerinden biri olan bağış kampanyasını, sadece halkın cüzi desteğine açtı. Daha en baştan karşısına aldığı büyük şirketlere ve milyarderlereyse kapıyı kapattı.
%99’un temsilcisi Bernie Sanders.
2016 ön seçimlerinin başında, Sanders’ın destekçilerinin de dahil olduğu büyük bir kesim için, kapitalizmin bir tür milli ekonomi modeli olarak kutsandığı bir ülkede, bu kampanya bir ölü doğumdan başka bir şey değildi. Fakat Sanders, bütün bu önyargıları kısa sürede tersine çevirmeyi başardı. Daha kampanyasının ilk gününde, küçük meblağlarla yapılan bağışlardan 1.500.000 dolar topladı. 2016’nın ilk üç ayında, ortalama 27 dolarlık bağışlarla, rakibi Hillary Clinton’dan fazla bağış topladı. Bu, Sanders’ın bir halk hareketi örgütlediğini doğruluyordu. Seçim sandıklarındaki performansı da dikkat çekiciydi. Yarıştan ilk çekilmesi beklenen Sanders, son âna kadar Hillary Clinton’la kora kor bir mücadele verdi. Yarıştan çekildiğinde, elli eyalette yapılan ön seçimlerin yirmi üçünü, toplam delegelerinse %43’ünü kazanmıştı. Sanders, sosyalizm, devrim, işçi sınıfı gibi ABD’nin siyaset alanında birer tabu olarak görülen kavramları, konuşmalarının arasına bol bol serpiştirdi. Sonuçta onunkisi, işçi sınıfı için, işçi sınıfıyla birlikte yürütülen bir kampanyaydı ve pusulası demokratik sosyalizm, rotasıysa devrimdi. Yetmiş dört yaşındaki Sanders özellikle, 45 yaşından genç, ideolojik olarak solun solunda konumlanan, üniversite diploması olmayan, yıllık hanehalkı geliri elli bin dolardan az olan beyazlar ve Latinler arasında popülerdi. Siyahların oyları, Obama’nın işaret ettiği adaya, Clinton’a yönelmişti.
Bilindiği gibi 2016 seçimlerinden Demokrat Parti büyük bir hezimetle ayrıldı; Cumhuriyetçi Donald Trump başkan oldu. Bernie Sanders dört yıl aranın ardından, 2020’deki seçimler için tekrar adaylığını koydu. 78 yaşındaki bir adayın Birleşik Devletler’e başkanlık yapıp yapamayacağı tartışılırken, Sanders bir de kalp krizi geçirdi. Fakat buna rağmen yarıştan çekilmedi. Kaldığı yerden devam etti. 11 Şubat’ta New Hampshire’da ilk ön seçim galibiyetini aldıktan sonra yaptığı konuşmadan da görülebileceği gibi, doğru bildiğini söylemeye devam etti.
… Bugün buradaki seçimi kazanmamızın ve bundan sonraki seçimleri de kazanacak olmamızın nedeni, bu ülkenin tarihinde eşi benzeri görülmemiş, Doğu yakasından Batı yakasına uzanan büyük bir halk hareketi olmamız ve tüm kuşakları, tüm ırkları kucaklamamızdır. Bizim kampanyamız, şimdiki gibi sadece seçim kampanyalarını fonlayan milyarderler için çalışan değil, herkes için işleyen bir ekonomik ve siyasi sistem talep ediyor. Bizim hareketimiz, milyarderlere ve milyarderler tarafından desteklenen adaylara kafa tutuyor. Biz kazanacağız çünkü bu ülkedeki maaşlı çalışanların dilini konuşuyoruz: Sağlık bir insan hakkıdır, ayrıcalık değildir diyoruz. Zenginler ve güçlüler, adil bir şekilde, ödemeleri gereken vergileri ödemeye başlayacaklar. Tüm devlet üniversiteleri ve kolejleri ücretsiz olacak ve öğrencilerin devlete olan borçları silinecek. Donald Trump kabul etmese de biz iklim değişikliğinin bir gerçek olduğunu ve gezegenimiz için hayati bir tehdit teşkil ettiğini biliyoruz. Çevreyi tehdit eden petrol şirketlerine şunu söylüyoruz; sizin kâr beklentileriniz, gezegenimizin geleceğinden daha önemli değil. Irkçı ve çürümüş adalet sistemine son vereceğiz. Kapsayıcı bir göçmenlik reformu yapacağız. Bireysel silahlanmayla ilgili politikalarımıza Amerikan halkı yön verecek, Ulusal Silah Birliği değil. Bizim yönetimimizde, kadınların hayatıyla ilgili meseleler hakkında, kadınlar karar verecek, hükümet değil. Bizim kampanyamızın hedefi sadece Trump’ı yenmek değil, aynı zamanda bu ülkeyi dönüştürmek. Bizim kampanyamızın ortaya koyduğu cesaret, Wall Street’e, sigorta şirketlerine, ilaç şirketlerine, petrol endüstrisine ve silah endüstrisine kafa tutuşumuzdan görülebilir”.[ii]
Berkeley sokaklarından bir Bernie Sanders afişi.
Sanders’ın kampanyası, giderek büyüyen gelir adaletsizliğinden ve milyarderler muaf tutulurken, çalışanların sırtına yüklenen vergi sisteminden yakındı; yoksullar ve işsizler için geçim ücreti vaat etti; sigorta şirketlerinin insafına terk edilmiş sosyal güvenlik sisteminin yerine, herkes için sosyal güvence talep etti ve koronavirüs salgını sırasında iflas bayrağını çekmeden çok önce, sağlık sisteminin çürümüşlüğünü ifşa etti. Kısaca Sanders, farklı kimliklerden tüm vatandaşlar için eşitlik ve adalet vaat etti. Sanders, bu yılın başındaki ilk dört ön seçimden üçünü kazanınca, ciddi bir favori haline geldi. Bu durum, en çok adayı olduğu Demokrat Parti yönetimini rahatsız etmiş olacak ki, seçimlerin kaderini belirleyecek Süper Salı[iii] öncesinde, rakipleri birer birer yarıştan çekilip, Obama döneminin başkan yardımcısı Joe Biden’ı destekleme kararı aldılar. Mart ayı boyunca peş peşe aldığı seçim mağlubiyetlerinin ardından, Biden’la arasındaki fark kapanamayacak kadar açılınca, Sanders geçtiğimiz günlerde yarıştan çekildiğini açıkladı. Veda konuşmasında, adalet mücadelesinin devam ettiğinin altını çizdi. Daha da önemlisi, ön seçimleri kaybetmenin, eğitimden sağlığa, çalışma hayatından adalet sistemine uzanan adalet talebindeki haklılığı ortadan kaldırmadığını vurguladı. Sanders umutluydu; mücadele bayrağını geçmişten almıştı, şimdi de geleceğe devrediyordu. Destekçilerindeyse büyük bir hayal kırıklığı hakimdi. Sanders’ın sosyal medya hesaplarından paylaşılan veda konuşmasına yorum yapan destekçileri söz birliği etmişçesine, 2020 seçimlerinde Demokrat Parti’yi temsil edecek Joe Biden’a asla oy vermeyeceklerini belirtiyorlardı. Çoğuna göre, 2020 seçimlerinin sonucu şimdiden belliydi; Biden, Trump için kolay lokmaydı. Seçimlere katılma oranı zaten düşük olan ABD’de (2016 seçimlerinde katılma oranı %55’ti), özellikle hayal kırıklığı yaşayan genç seçmenler sandığa gitmeye ikna edilemezse, bu kötümser kehanet gerçeğe dönüşebilir.
Sanders’ın aday adayı olduğu Demokrat Parti ile ilişkisi araçsal, mesafeli ve her zaman sitemkârdı. Fakat, mesajının parti tabanı üzerindeki etkisi, Demokrat Parti’yi ister istemez Sanders’ın programını resmî görüşüne dahil etmeye itecek. Sanders’ın mücadelesi, tüm aday adaylarında olduğu gibi, iki aşamalıydı. Önce aday olduğu partideki ön seçimleri kazanmalı, ardından da ABD başkanlığı için yarışmalıydı. Sanders Demokrat Parti içindeki yarışı kazanamadı. Fakat, bayrağı kendisinden devralacaklara, parti içinde güçlü bir sol kanat bıraktı. Hareketinin bundan sonraki geleceğini, her şeyden önce parti içi mücadele belirleyecek.
Üst üste iki kez kaybetmiş olmasına rağmen, Sanders oldukça başarılı bir performans sergiledi. Bu başarının temelinde, neoliberalizmin kolektif kaderimiz üzerindeki hükümranlığına karşı sol bir iktidarın ABD’de bile mümkün olduğunu göstermesi ve bu inancı yaygınlaştırması yatıyor. Paranın sözle, şirketlerin halkla ve kampanya bağışlarının demokratik seçimle yer değiştirdiği bir düzende, Sanders’ın kampanyası, neoliberal devrimin tersyüz ettiği her şeyi hiç olmazsa zihinlerde yerli yerine koymayı başardı. Bu başarının kaynağını sadece söylenen sözlerin hakikiliğinde aramak yanıltıcı olabilir. Bernie Sanders, anonim bir topluluğu siyasi bir gruba dönüştüren kolektif coşkuyu üretebildi. Rakiplerinin neredeyse resmî tören havasındaki kampanyalarıyla kıyaslandığında, en yaşlı aday Sanders’ın kampanyası en kalabalık, en heyecanlı ve en coşkulu olanıydı. Kısacası, Sanders’ın kampanyasının coşkusu, konuşma yaptığı kürsünün, salonun, gazete sütunlarının, sosyal medya paylaşımlarının ve televizyon ekranın sınırlarını kolayca aşıp gündelik hayat etkileşimlerine sızabilen, bulaşıcı bir coşkuydu. Sanders’ın başlattığı hareketin bundan sonraki güzergâhını da söylediği sözler kadar, yarattığı bu coşkunun ne ölçüde sürdürüldüğü belirleyecek.
Sanders’ın kampanyasının meziyetlerinin yanında, çeşitli kısıtlılıkları da var elbette. Örneğin kampanyasının karşısına dikilen, neredeyse Soğuk Savaş döneminden kalma korku dağlarını aşmakta zorlanması gibi. Sanders’ın kampanyası, çağdaş toplumlarda demokratik siyasetin geleceğini ilgilendiren derslerle ve cevaplanması gereken sorularla dolu. Bunlardan belki de en hayati olanı, modern siyasetin en temel kurumu olan partilerin (özellikle de ana akım partilerin), neoliberalizm karşıtı muhalif hareketler için sunacağı imkân ve kısıtlılıklarla ilgili. Sanders’ın Demokrat Parti’yle ilişkisi, sözünün etki alanını genişlettiği kadar, önüne duvarlar da ördü. Önümüzdeki yıllar, bu soruya cevap arayışının tetikleyeceği, partilere alternatif yeni siyasi teknolojilerin doğumuna gebe olabilir. Bir diğer önemli soru da Sanders’ın esin kaynağını oluşturan Kuzey Avrupa’ya özgü refah devleti modelinin, günümüzün temel sorunlarına çözüm üretme kapasitesiyle ilgili. Koronavirüs salgını sonrası önemi tekrar anlaşılan ve çağdaş bir bakış açısıyla güncellenecek sosyal devlet, önümüzdeki yıllarda çok-katmanlı bir muhalefeti birleştiren ortak çatı olabilir.
[i] Burada Durkheim’ın anomi kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. En başından itibaren, Sanders’ın tarif ettiği demokratik sosyalizmin tam olarak neye tekabül ettiği büyük bir tartışma konusu oldu. Sanders, siyasi görüşünü tarif etmek için sıklıkla, ABD’nin 32. Başkanı Franklin Roosevelt’in görüşlerini ve Kuzey Avrupa’daki refah devleti uygulamalarını örnek verdi. Sanders’ın devrimciliğini kapitalizm karşıtlığı olarak tarif etmek doğru olmaz. Sanders, kapitalizmin yerine alternatif bir arayış içinde değildi. Eleştiri oklarının hedefine, siyasi ve sosyal hayatı tahrip eden aşırı kâr hırsını oturttu. Reçetesi, devletin sol elini genişletmek ve piyasayı yasalar aracılığıyla denetlemekti. Kapitalizmdeki soruna dair tarifi ve önerdiği siyasi reçete itibarıyla Sanders’ın duruşu, Durkheim’ın sosyalizm anlayışına yakındır (elbette Fransız sosyoloğun programı, Sanders’ın hiç telaffuz etmediği ve muhtemelen de benimsemeyeceği çok sayıda ayrıntıyı da barındırır).
[ii] Bernie Sanders’ın New Hampshire konuşması için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=P0UtnyhSEzU
[iii] 3 Mart Salı günü aynı anda on dört eyalette yapılan ön seçimlere verilen ad. On eyaleti Joe Biden, dört eyaleti Bernie Sanders kazanmıştır.