Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Ne Ola?

Güçlendirilmiş parlamenter sistem, bir süredir Millet İttifakı'nın ve DEVA partisi gibi muhalif partilerin kongrelerine taşınan ve kimi köşe yazılarında tartışılan bir sistem modeli. Tartışmaların ortaklaştığı nokta yüzeysel olmaları ve genellikle ''güçlü bir parlamenter sistem'', ''güçler ayrılığı'', ''tarafsız Cumhurbaşkanı'' gibi hususlarına değinmeleri. Bu sisteme dair siyasilerin halk ile paylaştıkları derli toplu bir metin, yalnızca Selahattin Demirtaş'ın Ağustos 2020'de T24'te yayınlanan ve tartışmalara bir anlam verebilmek gayretiyle kaleme aldığı yazısı olsa gerek. Mart 2021'de FOX TV'de İsmail Küçükkaya, sabah programına iki akademisyen davet etti ve Küçükkaya, bu iki akademisyenin kaleme aldıkları Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem[1] adlı kitabı göstererek, halkın bu hayati öneme sahip çalışmaya dikkat kesilmelerini buyurdu. Kitap, Şubat 2021'de yayımlanmıştı. Kitap haline ''getirilebilmiş'', dolayısıyla güçlendirilmiş parlamenter sistem modelinin temel unsurlarını açımlamış olması gereken bu çalışmayı bir internet sitesinden ''satın alıp'', kendimce analiz ettim.

Alexis de Tocqueville'nin ''Milli irade, her çağda entrikacılar ve despotlar tarafından en fazla suiistimal edilen ifadelerden biridir'' sözü ile başlayan çalışmada, çokça karşıma çıkan ve açıkçası duraksamama neden olan ''gerçek güç'', ''demokratik istikrarsızlık'', ''ortak akıl'', ''organ uyuşmazlığı'', ''aşırı parçalanmış'', ''adalet üretmek'', ''aşırı çatışmalı'', ''rasyonel çözüm'' gibi kavramlardı. ''TBMM'ye gerçek gücünü ve işlevini'' kazandıracak olan güçlendirilmiş parlamenter sistem, kitapta şöyle tanımlanıyor:

Çoğulcu ve katılımcı demokrasi anlayışının hakim olduğu, hükümet istikrarının ve etkinliğinin korunduğu, etkin bir parlamenter denetimin gerçekleştirildiği, sembolik yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı karşısında, başbakanın liderliğinde güçlü bir bakanlar kurulunun yer aldığı, kamu yönetiminde açık ve hesap verebilir bir yönetimin geçerli olduğu ve devletin her türlü eylem ve işleminin bağımsız yargı tarafından güçlü ve etkili bir denetime tabi tutulduğu siyasal düzendir (s. 16).

Özellikle çalışma boyunca bahsedildiği üzere bu sistemin en başat özelliği, ''hükümet istikrarını'' garanti altına alacak olması. Peki bu sistem bu gayesini nasıl gerçekleştirecek? Bu sorunun cevabı, 288 sayfalık kitabın son beş sayfasında, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem İçin Yol Haritası” başlığında tartışılıyor. Kitabın geri kalanı, bu son beş sayfaya alıştıra alıştıra giriş yapıyor denilebilir.

Çalışmada, muhalefetin talebiyle meclis araştırma komisyonlarının kurulabilmesi ve parlamenter denetimin güçlendirilmesi, demokratik hukuk devletinin ''pekiştirilmesi'', ''Türk halkının ulusal birliği'' için halkoylaması, halkın kanun teklifi, halkın vetosu ve geri çağırma hakkı gibi ''yarı-doğrudan'' demokratik usullerin benimsenmesi, kamu yönetiminde yolsuzlukla mücadele için ''etik risk alanları'' oluşturulmasından bahsediliyor. Yargı bağımsızlığını sağlamak için Anayasa Mahkemesi'nin yapısının ve işleyişinin değiştirilmesi ve mahkeme üyelerinin seçilme usulünün yargıçların tarafsızlığına gölge düşürmemesi, anayasal organlar arası uyuşmazlıkların ''organ uyuşmazlığı davası'' gibi anayasal araçlarla çözümlenmesi öneriliyor. Bağımsız ve etkin bir seçim yargısı için, Yüksek Seçim Kurulu'nun yeniden yapılandırılarak yönetsel ve yargısal işlevinin ayrılması, yargının ''adalet üretmesi'' için HSK'nın Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulu olarak ayrılması ve atamaların cumhurbaşkanınca yapılmasından vazgeçilip liyakatin temel alınması, parlamentonun demokratik meşruiyetinin güçlendirilmesi için ise yüzde on seçim barajının düşürülerek ''tek isimli iki turlu'' çoğunluk sisteminin benimsenmesi gerektiği belirtiliyor. Çalışmada, tarafsız, partiler üstü ve ''siyasi sorumsuz'' olması gereken cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkileri sembolik hale getirmek ve parlamentonun atadığı başbakan önderliğinde toplanacak ''siyasi kimlikli'' ve milletvekili olmayan kişilerden başbakanca tayin edilmiş bakanlar kurulunun, yürütmenin aktif unsuru yapılması amaçlanıyor. Hükümet kurulduktan sonra meclisin güvenoyuna sunulması bu sistemde uygun bulunmuyor, zira ''hükümet istikrarının bozulabileceği'' düşünülüyor. TBMM üye sayısının nitelikli çoğunluğu tarafından seçilen ''liyakat müfettişliği'' kurulunun her bakanlık nezdinde oluşturulması da planlanıyor. ''Siyasi sorumsuz'' olması gereken cumhurbaşkanının, ''çok kutuplu çatışmacı siyasal yapının rehabilitasyonu için'' ''Türk milletinin ulusal birliğini'' temsil etmesine, denge ve istikrarı sağlamasına epey önem veriliyor. Cumhurbaşkanının parlamentoda nitelikli çoğunlukla seçileceğini, çoğunluk sağlanamazsa milletvekilliği seçiminin yeniden yapılacağını da ekleyelim. Burada motivasyon, siyasi krizler derinleşmeden seçim yoluna gitmek. Bir de Anayasa değişikliği mevzusu var; eğer parlamentoda nitelikli çoğunluk tarafından Anayasa değişikliği kararı çıkarsa, parlamentonun otomatik olarak feshi gerekli görülüyor ve yeni seçilen parlamentonun da bu feshi onaylaması bekleniyor.

Kitapta, Türkiye'deki istikrarsızlık olgusunun ''demokratik istikrarsızlık'', ''hükümet istikrarsızlığı'' ve ''ekonomik istikrarsızlık'' olmak üzere üç boyutu olduğu, demokratik istikrarsızlığın temelinde, demokratik değerlerin bireysel ve toplumsal yaşamda ''pekişmemiş'' olmasının yattığı yazılı. Yazarlara göre ''hükümet istikrarsızlığı'', ''aşırı parçalanmış parlamenter sistemden'' kaynaklı. Çalışmada bu husus şöyle ifade ediliyor:

... Ancak bu parçalı ve dağınık siyasi tabloyu yaratan temel faktör, toplumsal ve ideolojik uzlaşmazlıklardır. Seçmenin siyasi tercihlerini çoğu zaman değişken ve farklı yönlerde kullanması, dağınık ve çok parçalı partiler sistemini beslemekte; ağırlık, kimi zaman merkezden marjinal partilere doğru kayabilmektedir. Parti sistemini, üzerine oturduğu sosyo-ekonomik ve kültürel yapıyı değiştirmeden, yalnızca seçim sisteminde yapılan değişikliklerle değiştirmeye çalışmak ''çözüm'' değildir (s. 102).

Bana bu ifadeler, motivasyonun bir nevi toplum mühendisliğinden alındığını fısıldıyor. Hükümet istikrarsızlığı hususunda milletvekillerinin ''fazlaca'' verdikleri soru önergelerine de değiniyor çalışma ve şöyle ifadeler kullanılıyor:

Milletvekillerinin, seçmenlerin sorunlarını daha fazla dile getirmek ve özellikle de seçim bölgelerinde faaliyette bulunan yerel basın organlarında daha yer edinerek, seçmenlerin gözünde yasama görevlerini eksiksiz olarak yerine getirdikleri izlenimini uyandırmak için soru önergesi usulünü tercih ettikleri görülmektedir. Hatta bu örnekler içinde bir yasama dönemi içinde on bine yakın soru önergesi sunan milletvekilleri dahi bulunmaktadır (s. 149).

En iyisi susup otursunlar milletvekilleri, hükümetin istikrarı için... Ekonomik istikrarsızlığın nedeni olarak da, rasyonel politikaların yerine ''popülist politikalar'' üretiliyor oluşu gösteriliyor ve tüm bu istikrarsızlıkların çözümü olarak hukuk istikrarının sağlanması öne sürülüyor.

Çalışmada çoğunluğun yönetmesinin, demokrasinin en temel prensiplerinden biri olduğu ifade edilerek, çoğulluk, çoğunluğun kabul alanı içerisinde tanımlanıyor. Zaten halihazırda bir ulus-devlet olarak Türkiye'deki çoğunlukçu yönetim anlayışı, çoğulluğa olsa olsa tolerans, hoşgörü gösterecek ve ondan teslimiyet bekleyecektir ki Osmanlı İmparatorluğu'ndan devraldığı eşitliksiz, hiyerarşik ve çoğunlukçu yönetim meziyetini de zaten bu çoğulluk sayesinde mümkün kılacaktır. Yani çoğulluğun, çoğunluğun kabul alanı içerisinde tanımlanması şaşırtıcı bir durum olmasa gerek. Nereden geldiği belli olmayan bir çıkarsama ile şöyle yazıyor kitapta: ''Çoğulcu demokrasi anlayışı, çoğunluğun iradesinin geçerli kılınması gerektiğini kabul etmekle beraber, bu iradenin mutlak bir niteliğe sahip olmadığını, kişilerin hak ve özgürlükleri ile sınırlandırıldığını belirtir'' (s. 170). Kim bu anlayışa sahip olanlar? İstikrar perdesi arkasında sesini duyurmaya çalışan Türkiye vatandaşları mı yoksa halihazırda çoğunluğu işgal edenler mi? Çalışmadaki halkın yönetime katılması hususu da incelemeye değer. Yazarlar kitapta, hem toplumun tamamını ilgilendiren meselelere ilişkin halkoylamalarının gerekliliklerine değiniyorlar hem de halkoylamasının sonucu istediği gibi çıkmayan hükümetin istifa etmek zorunda kalabileceğinden ve siyasi istikrarın bozulabileceğinden, dolayısıyla da bir denge kurulmasından ve belirli bir çoğunluğun talebi durumunda halkoylamasına başvurulabileceğinden bahsediyorlar. Aynı tavır halka kanun teklif edebilme yetkisinin tanınması açısından da geçerli. Bu tekliflerin gerekliliklerine inanmakla birlikte, bu tekliflerin sunulmasıyla, ülkenin sürekli seçim atmosferinde bulunması hususunun doğacağını, bu siyasal iklimin de toplumsal gerginlikleri arttırarak ekonominin dengesini bozabileceğini öne sürüyorlar. Dolayısıyla, bu gerekçeyle halkın tasarılı kanun teklifi vermesinden sonra halkoylamasına gidilmemesi gerektiğini, bu teklif hakkında Meclis Genel Kurulu'nda görüşme ve oylama yapılmasının yeterli olacağını ifade ediyorlar. Tasarılı kanun teklifinin, ancak belli sayıda seçmenin (örneğin beş yüz bin) önerisi ile verilebileceğini belirttiklerini de eklemek gerek. Halkın vetosu usulünde ve halka ''geri çağırma hakkı''nın tanınması mevzusunda da benzer bir yaklaşım sergileniyor. Bu sistemde halkın vetosu, henüz yürürlüğe girmemiş bir kanun hakkında halkoylamasını olumluyor, lakin bu veto, bir kanunun yürürlüğe girmesine de engel olmuyor. Halkın ''geri çağırma hakkı'', görevini kötüye kullanan kamu görevlilerinin görevlerinden alınması amacıyla halk tarafından sunulan talebi ifade eder; örneğin milletin çıkarını gözetmeyen bir milletvekilinin görevden alınması teklif edilebilir. Güçlendirilmiş parlamenter sistemde bu da olumlanıyor, fakat bu hakka da sürekli başvurulmasının siyasi istikrarı bozacağı düşünülüyor ve yalnızca belirli bir seçim bölgesinde, belirli sayıda seçmen tarafından kullanılması uygun görülüyor. Halkın siyasete katılımı konusunda benim bu çalışmadan anladığım ve çıkarsadığım şudur; ''tamam canım, halkın fikirleri önemli ama siyasi istikrardan da önemli değil yani!'', biraz da ''temsiliyet değil, teslimiyet!''

Güçlendirilmiş parlamenter sistemde, seçim sisteminin demokratikleşmesi ve temsilde adalet için, yukarıda da kısaca değindiğim ''tek isimli iki turlu'' çoğunluk sisteminin tercih edilmesi destekleniyor. Bu sistemde, her seçim çevresinde sadece bir adayla seçmen karşısına çıkacak partilerden aday gösterilecek kişilerden, birinci turda geçerli oyların yarısından bir fazlasını alan milletvekili olarak seçilmiş olacak, alamazsa birkaç hafta sonra birinci turda en yüksek oy alan iki aday ikinci tur seçimlerine katılacak ve oyların fazlasını alan aday seçilecektir. Çalışmada, ulusal seçim barajına duyulan ihtiyacı karşılayacak ve istikrar sağlayıp ''kriz giderecek'' bu çoğunluk sisteminin gayesi şöyle anlatılıyor:

Öte yandan, seçimlerin iki turlu olması ortak ideolojiye veya seçmen tabanına sahip partilerin ikinci turda işbirliği yapmalarını da teşvik edecektir. Türkiye'de ideolojik, etnik ve din/mezhep ayrılıklarına dayalı bölünmüş çok parti sistemi, iki turlu seçimler sayesinde iki parti sistemine dönüşmese bile iki bloklu bir parti sistemi davranışı sergileyecektir. Bu sistemin, ideolojik açıdan birbirlerine yakın partileri, seçim çevrelerinde birbirleri lehine seçimden çekilmeye ya da seçim anlaşmalarına yönlendireceği ileri sürülebilir (s. 214).

Çoğulluğun çoğunluğa nasıl tabi kılınacağına dair yerinde bir örnek.

Gelelim “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem İçin Yol Haritası” bölümüne. Çalışmada, ''güçlendirilmiş parlamenter sistem, muhalefet bloğunun yani Millet İttifakı'nın ortak paydası olduğuna göre, bu sistemin anayasal düzeyde hayata geçirilmesi Millet İttifakı'nın parlamentoda Anayasa değişikliği yapacak çoğunluğu elde etmesine bağlıdır. O halde yol haritası, Millet İttifakı'nın parlamentodaki üstünlüğüne bağlı olarak belirlenecektir'' (s. 275) deniyor ve şöyle devam ediliyor:

Başka bir ifade ile seçmen ya Cumhur İttifakı'na oy vererek Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin devamı konusundaki iradesini dolaylı olarak tescil edecek ya da Millet İttifakının parçası olan bir siyasi partiyi destekleyerek güçlendirilmiş parlamenter sistemin kabul edilmesi yönündeki iradeyi geçerli kılacaktır (s. 276).

Güçlendirilmiş bir parlamento anlayışının çoğulluğu dışlayıp, çoğunluklar arası bir seçim yapmayı destekleyerek ''milli iradeyi'' hakim kılmayı önermesi, ''güçlendirilmemiş'' parlamenter sistem ile hiçbir farkının olmadığını gösteriyor bize. Mesele çoğunluklar arası iktidar mücadelesi ise, halkın desteğini kazanabilmek için kavramları takla attırmaya hiç gerek yok. Aslında tam da niyeti belli edercesine şöyle bir paragraf kaleme alınmış kitabın son sayfasında:

Güçlendirilmiş parlamenter sistemi öngören bir Anayasa değişikliği sürecinin, toplumsal sözleşme niteliği ağır basan yöntem ve usuller takip edilerek yürütülmesi gerekir. Bu değişiklik, topluma ve siyaset kurumuna bir dayatma ya da empoze etme biçiminde sunulmamalı; bütün toplum kesimleri bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle, öncelikle bu süreçte barış ve güven ikliminin yaratılması, ardından bu sürecin iktidar mücadelesine indirgenmeden, katılım, müzakere ve uzlaşma yöntemine dayalı olarak işletilmesi büyük önem taşımaktadır (s. 278).

Kelimeler çok şey anlatır; aktardığım bu cümlelerdeki kimi kelime ve ifadelerin (toplum sözleşmesi, yürütülme, sunulma, yaratılma, işletilme gibi) nasıl bir çoğunlukçu, hiyerarşik bir yönetim tasavvuru ortaya koyduğu sizin de dikkatinizi çekecektir. Her ne kadar ''sivil anayasa'' ve benzeri içeriklerle sunulsa da, sanırım kongrelerdeki vaatlere rağmen güçlendirilmiş parlamenter sistem ile kastedilen, tabiri caizse aynı marşın aynı notalarla farklı bir orkestra şefi, farklı solistler ve farklı bir koro ile okunacak olması.


[1] Ekrem Ali Akartürk ve Tevfik Sönmez Küçük, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Adalet Yayınevi, Ankara, 2021.