Bir önceki yazıda Türkiye’de muhalefetin üç sağ partisi, İYİ Parti, DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisinin ana hatları incelenmişti. Yine aynı yazıda siyaset bilimi literatüründe bahsi geçen üç hükümet sisteminden bahsedilmişti: parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı-başkanlık sistemi. Bu üç sistemin hiçbiri kâğıt üzerinde diğerinden üstün değildir. Hangi sistemin daha iyi olduğunun cevabı ülkelerin kendi tarihsel ve sosyal bağlamları içinde anlam kazanır, dolayısıyla da ülkeden ülkeye değişir.
Bu durumu Fransa’nın yarı-başkanlık sistemi üzerinden açıklayabilmek mümkündür. Parlamenter sistem ile başkanlık sistemlerini sentezleyen yarı-başkanlık sisteminin Fransız icadı olduğunu iddia edebilmek mümkündür. Bu sistemde yürütme organı icrai yetkilere sahip iki kanattan oluşur: halkın oylarıyla seçilen cumhurbaşkanı ve meclisin içinden çıkan başbakan liderliğindeki bakanlar kurulu. Fransa’da 1870-1940 yılları arasındaki III. Cumhuriyet yönetiminde yüzün üzerinde, 1946-1958 yılları arasındaki IV. Cumhuriyet Fransa’sındaysa yirminin üzerinde hükümet kurulmuştu. Son derece güçlü bir parlamento geleneği olan Fransa’da parlamenter sistemin çözemediği istikrarsız hükümet sorunu da yarı-başkanlık sisteminin geliştirilmesine neden olmuştu. Yarı başkanlık sistemi 1958 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle yürürlüğe girdiğinde bu sistemin Charles De Gaulle için tasarlandığı ve ömrünün de onun siyasi ömrüyle sınırlı olduğu için düşünülmüştü. Fakat, Fransa’nın hükümet istikrarsızlığı sorununa çözüm bulan yarı-başkanlık sistemi altmış yılı aşkın süredir yürürlüktedir. Sistemin işleyişini sağlayan sadece kurumlar değildir, Fransa’nın siyasi kültürünü de devreye katmak gerekir. Bu sistem yürütme organına istikrar kazandırsa da yürütme organının iki kanadının farklı siyasi eğilimlerde olması durumunda çözülmesi güç bir siyasi kriz oluşabilir. Bu durumu krize çevirmeden yönetilebilir kılmayı sağlayansa ülkenin siyasi kültürüdür. Fransa’nın uzlaşı kültürü 1980’lerde Cumhurbaşkanı Mitterrand, Başbakan Chirac iken iki farlı siyasi çizgideki yürütme organının uyumlu işbirliğine (cohabitation) imkân sağlamıştır. Bir başka ifadeyle Fransa’da yarı-başkanlık sisteminin başarısı kurumsal kapasitesi ve siyasi kültürünün uyumlu bütününün bir sonucudur.
Yukarıdaki önermeyi başkanlık sisteminin Amerika Birleşik Devletleri ve Latin Amerika pratikleri arasındaki karşılaştırmayla detaylandırabilmek de mümkündür. ABD’de başkanlık sistemi, İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi yürüten on üç koloninin bağımsızlık sonrasında ortak hareket edebilmek için inşa ettikleri federal sistem içerisinde bir anlam taşır. Kendi özerkliklerini koruyarak federal devlet çatısı altında ortak hareket eden on üç koloninin, bugünün elli eyaletinin, bütünlüğünü sembolize etmek için yürütme organı tek kişinin elinde toplanır: başkanlık. Amerikan tarihinde monarşi deneyiminin yaşanmamış olması yürütme yetkisinin tek kişinin elinde toplanmasına karşı toplumsal bir rahatsızlık oluşmasını engeller. Yasama organıysa iki kanattan oluşur. İlk kanat bütün eyaletlerin nüfusları oranında temsil edildiği Temsilciler Meclisi, diğer kanatsa eyaletlerin nüfuslarına bakılmaksızın eşit temsil edildiği Senato’dur. Amerikan sistemine istikrar kazandıran unsursa yasamanın yürütmeyi, yürütmenin de yasamayı denetlemesine imkân tanıyan denge-fren mekanizmalarıdır. Başkanın yaptığı üst düzey bürokrat atamaları Senato’nun vetosuna tabiyken, Kongre’nin çıkardığı yasalar da başkan tarafından veto edilebilir. Üstelik yasama ve yürütme arasındaki yatay denge-fren mekanizmaları, eyaletler ve federe devlet arasındaki dikey denge-fren mekanizmalarıyla da desteklenir. Federal devlet savunma, dış politika ve ekonomi gibi bütün ulusu ilgilendiren siyasaların oluşumundan sorumluyken, sağlık ve eğitim gibi gündelik hayatı ilgilendiren hususlar eyalet yönetimlerinin denetimindedir. Ama Amerika’nın başkanlık sistemine istikrar kazandıran sadece ülkenin siyasi kurumlarının dengeli işleyişi değildir. Amerika’nın iki partili sisteminde Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’nin aslında yerel özellikler gösteren pragmatik partiler olmaları, aralarındaki ideolojik ayrılıkların derin olmaması ve parti örgütlenmelerinin sıkı parti politikası niteliği taşıyan hiyerarşik yapılar olmaması siyasi sistemin kutuplaşmasını engelleyerek istikrar kazanmasını sağlamaktadır.
Amerika’da oldukça başarılı işleyen başkanlık sistemi, Latin Amerika ülkelerindeyse aynı başarıyla uygulanamamıştır. Ünlü siyaset bilimci Juan Linz, başkanlık sisteminin uygulanmasının çok zor olduğunu, çünkü üzerine bina edildiği sert kuvvetler ayrılığının istikrarlı bir demokrasi önünde engel oluşturduğunu iddia eder ve Amerikan örneğini bir istisna olarak ele alır. Amerika örneğinde dengeli bir şekilde işleyen başkanlık sisteminin Güney Amerika’da deneyimlenmesi aynı ölçüde başarılı değildir. Siyasi sistemin ideolojik anlamda kutuplaşmış ve örgütsel anlamda hiyerarşik katı siyasi partiler doğurduğu Güney Amerika ülkelerinde, yasama ve yürütme organları farklı siyasi partilerin denetiminde olunca her iki organ da birbirlerinin çalışmasını veto mekanizmalarıyla engellemektedir. Birbirlerini çalıştırmayan kurumların birbirini görevden alma yetkisinin olmaması siyasi sistemi kilitler. Siyasi sistemin kendini içine sürüklediği çözümsüzlük 1960’lar ve 1970’lerde Brezilya, Arjantin, Peru ve Uruguay örneklerinde görüldüğü üzere askerî darbelere zemin hazırlamıştır. Bu düğümü çözmek için başkana kararname çıkarma yetkisi ya da meclisi feshedebilme yetkisinin verilmesiyse yasama-yürütme dengesini yürütme organı lehine bozmaktadır. Ergun Özbudun da başkanlık sisteminin siyasi kutuplaşmanın yoğun yaşandığı ülkelerde siyaseti sıfır toplamlı bir iktidar mücadelesine indirgeyerek siyasi ve sosyal krizleri derinleştirdiğini belirtmektedir. Freedom House’un 2017 tarihli raporu da demokratik olarak nitelendirdiği 43 ülkenin 32 tanesinde parlamenter sistemin, 8’inde başkanlık sisteminin, 3’ünde ise yarı-başkanlık sisteminin yürürlükte olduğunu göstermektedir.
Başkanlık sistemi daha çok bir Amerikan kıtası sistemidir, Avrupa’da ise hegemonik hükümet sisteminin parlamenter sistem olduğu göze çarpmaktadır. Avrupa ülkelerinin birçoğunun geçmişlerinde monarşi deneyimi yaşanmış, siyasi tarihleri de mutlak monarşiye karşı yürütülen anayasacılık mücadelesiyle şekillenmiştir. Yürütme yetkisinin tek kişinin elinde toplandığı başkanlık rejimleri Avrupa ülkelerine monarşileri hatırlattığı için yürütme yetkisini bir kurula devretmeyi (bakanlar kurulu) ve o kurulun üyelerinin de tamamı halk tarafından seçilen parlamentonun içinden çıkmasını tercih etmişlerdir.
Bir önceki yazıda tartışıldığı üzere Türkiye’de tesis edilen başkanlık sistemi iki açıdan istisnaidir. İlk olarak cumhurbaşkanına yasama ve yargı organları aleyhine tanıdığı geniş yetkilerle başkanlık sisteminin genel pratiğinden uzaklaşmaktadır. İkinci olarak da Türkiye’nin parlamenter sistem üzerine bina edilen ve Kıta Avrupa’sı tarihini andıran anayasacılık tarihinden bir sapmadır. Ancak yine yukarıda tartışıldığı üzere Türkiye’de 1982 yılından beri uygulanmakta olan parlamenter sistem de cumhurbaşkanına tanıdığı geniş yetkilerle parlamenter sistemin genel özelliklerinden farklılaşıyordu. Her üç partinin de güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisi, Türkiye’nin hükümet sistemlerinde 1982 Anayasası’ndan bu zamana devam etmekte olan ayrıksılığı ortadan kaldıracak hukuki düzenlemeleri içinde barındırmaktadır. Türkiye’nin başkanlık sistemi olmayan başkanlık sistemi uygulaması yerine geçmişin parlamenter sistem olmayan parlamenter sistemi konulmamakta, önerilenin yeni olduğunu vurgulamak için de parlamenter sistemin güçlendirilmiş olduğu özellikle vurgulanmaktadır. Bu anlamda her üç metnin de yürüttüğü tartışmanın hukuki bağlamının kuvvetli olduğunu belirtmek gerekir.
Anayasalar iki temel işleve sahiptir. İlki devlet organlarının işleyişini düzenler. Yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin hangi kurumlar tarafından nasıl kullanılacağını düzenler. İkinci işleviyse birey ve devlet arasındaki ilişkileri düzenlemesidir, ki bu da o ülkenin temel hak ve özgürlükler rejimini tesis eder. Anayasalar etkili belgelerdir, ama bir toplumun bütün sorunlarının çözümünü anayasalara havale etmek mümkün değildir. Metaforik anlamda anayasa bir binanın temeli gibidir ve temeli sağlam olmayan bir binanın ayakta durabilmesi mümkün değildir. Ama bu binanın katlarını gündelik hayat ilişkilerini ve siyasi kurumların işleyişini düzenleyen yasalar oluşturur. Sağlam bir temel üzerine bina edilen çarpışık katların da ayakta durabilmesi mümkün değildir. Yani anayasaların da etkili yasalarla desteklenmesi gerekir. Bu temel ve katları sağlam olan bütünlüklü bir yapıda huzurlu bir yaşamın sürmesi komşuluk ilişkilerinin sağlıklı olmasıyla mümkündür, ki o da bir ülkenin siyasi kültürüdür.
Bu yönüyle her üç partinin metnine bakıldığında hukuki düzenlemelerin anayasa merkezli olduğu ama anayasayla sınırlı kalmadığı görülür. Siyasi Partiler Kanunu’nun demokratikleşeceği, seçim barajının temsilde adaleti sağlayacak düzeye indirileceği ya da kaldırılacağı ve Meclis İç Tüzüğü’nün değiştirileceği belirtilmektedir. Gelecek Partisi’nin metni hukuki bir metin niteliği göstermekte ve daha çok kurumsal değişikliklerin nasıl yürütüleceğini belirleyen yasal düzenlemeleri içermektedir. DEVA Partisi’nin genel ilkeleri belirleyen metnindeyse yasal düzenlemeler daha yüzeysel ele alınmakta ama sivil toplumun güçlendirilmesi, yerel yönetimlerin yetkilendirilmesi ve basın özgürlüğünün genişletilmesi gibi prensipler tartışmaya açılmaktadır. İYİ Parti’nin metni ise yasal/kurumsal düzenlemelerin yanı sıra çocuklar, kadınlar, gençler ve sanatçılar gibi toplumsal grupların hakların korunmasından ya da eğitim hakkı ve çevre hakkı gibi sosyal hakların temininden de bahsetmektedir. Bu anlamda her üç partinin metni de bir anayasa değişikliğiyle yetinmemekte, siyasi sistemde köklü değişiklikler vaat etmektedir.
Murat Sevinç, İYİ Parti ve DEVA Partisi’nin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerilerini ele aldığı yazı dizisinde, her iki partinin getirdiği düzenlemelerin iyi hazırlandığını ama hukuksal/kurumsal düzlemde kaldığını belirtmektedir. Sistemleri ayakta tutanın kurumlar kadar gündelik pratikleri şekillendiren siyasi kültür öğeleri olduğunu belirten Sevinç, yaşam pratiklerinde hiçbir değişim öngörmeyen çözüm önerilerinin sadece hukuk kurallarını değiştireceğini ama sorunları çözemeyeceğini, “bu kiri pası temizleyecek bir hükümet sistemi icat edilmedi henüz” başlığıyla özetlemektedir. Sadece hukuk kurallarını değiştirerek sorunlarını çözmeyen çalışan bir ülke, düzenli aralıklarla hukuki değişiklik tartışarak aynı sorunların etrafında dolaşıp duran bir ülke olma riskini içinde barındırıyor demektir. Sevinç’in bıraktığı noktadan devam ederek hukuki/kurumsal düzenlemelerin hangi bağlamda nasıl anlam taşıyabileceğini tartışmaya açmak mümkündür.
Her üç partinin de yasama-yürütme ilişkilerinde denetim-istikrar dengesini ayakta tutabilmek için önerdikleri çözüm Alman parlamenter sisteminden ilhamla yapıcı güvensizlik oyudur. Yapıcı güvensizlik oyu, yerine bir yenisini kuramadan mevcut iktidarın meclis tarafından güvensizlik oyuyla düşürülemeyeceğini garanti altına alır. Bu uygulama Alman sisteminde koalisyon hükümetlerine istikrar kazandırır, ama Alman siyasi kültüründe koalisyonların doğal karşılanması, hatta arzulanması olmasaydı yapıcı güvensizlik uygulamasının tek başına Alman parlamenter sistemine katkıları çok sınırlı kalırdı. Koalisyon hükümetleri, tek parti hükümetleri gibi monolitik olmadığı için çok sesli olmakla ve istikrarsızlık yaratmakla suçlanır. Halbuki koalisyon hükümetleri farklı toplumsal gruplara ve siyasi partilere iktidar ortağı olma imkânı tanıyarak siyasi sistemlerin bu grup ve partileri içermesine imkân tanır. Bir başka ifadeyle siyasi iktidarı daha geniş bir toplumsal tabana yayarak siyasi sisteme farklı bir perspektiften istikrar kazandırır, daha geniş bir meşruiyet zemini sağlar. Koalisyonların üzerine bina edildiği müzakere kültürüyse o ülkenin siyasi kutuplaşma derecesini düşürür. Alman parlamenter sistemine istikrar kazandıran, yapıcı güvensizlik oyundan ziyade koalisyonları anomali değil, siyasi sistemin gerekliliği sayan bakış açısıdır.
Bu bakış açısının en veciz ifadesiyse on altı yıllık başbakanlık görevinin ardından siyaseti bırakan Angela Merkel’in veda gezileri kapsamında geldiği Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaşadığı diyalogdur. Erdoğan, Merkel’in koalisyon hükümetlerine başbakanlık yaptığını hatırlatarak koalisyon hükümetlerinin siyasi işleyişi zorlaştırdığını belirtmiş ve Almanya’da koalisyon hükümeti olmasaydı Türkiye-Almanya ilişkilerinin daha ileri düzeyde olabileceğini belirtmiştir. Merkel ise cevabında koalisyonların Alman siyasi kültürünün bir parçası olduğunun altını özenle çizmiştir. İşte Merkel’in koalisyonları şeytanlaştırmayan, aksine onları siyasi kültürün asli unsuru olarak ele alan bu bakış açısı Alman siyasi sistemine istikrar kazandıran esas unsurdur. Koalisyon hükümetlerinin ayak bağı olarak görüldüğü bir siyasi iklimin sadece yapıcı güvensizlik oyunun kurumsal güvencesine sığınarak istikrar sağlaması imkânsız olmasa da çok zordur.
Sevinç’in hukuksal/kurumsal düzenlemelerin bir ülkenin demokrasi sorununu tek başına çözemeyeceği düşüncesini Dinçer Demirkent’in bir uyarısıyla bir adım daha ileri taşıyarak yazıyı sonlandırmak yerinde olacaktır. Demirkent, muhalefet partilerinin sistem değişikliği önerisinin önemli ama yeterli olmadığını belirtmekte ve sistem eleştirisinin bugünün siyasetine yönelik getirilecek somut politika önerileriyle beraber ele alınması gerektiğini belirtmektedir. Aksi takdirde hukuki/kurumsal düzenlemelere odaklanan sistem değişikliği tartışmaları, bugünün sorunlarının bugün konuşulmasını engelleyen ve bugünün sorunlarının çözümünü sistemin değişeceği, güçlendirilmiş parlamenter sisteme evrileceği güne havale eden bir apolitikleşmeye kapı aralayabilir. Halbuki yapılması gereken sistem değişikliğine ilişkin kurumsal tartışmaların, usulsüz ihalelerle gasp edilen kamu mallarının tekrar kamusallaştırılması, pandeminin bütün çıplaklığıyla faş ettiği güvencesiz çalışma koşullarının sorunsallaştırılması, üniversite öğrencilerinin yurt sorunlarının açığa çıkardığı eğitim hakkı eşitliği ve sosyal hakların genişletilmesi, fahiş şekilde artan kira fiyatlarının görünür kıldığı barınma hakkı kavramı, çevre hareketleri ve laiklik tartışmalarıyla beraber siyasileştirilerek ele alınmasıdır. Bugünün sorunlarını şimdinin siyasetiyle çözecek bir iradeyi göstermeden yarın yapılacak bir sistem değişikliğini bütün sorunları çözecek bir anahtar olarak sunmak, vaat edilen müstakbel ve muhayyel cennet uğruna bugünü siyasetsizleştirmek tehlikesini içinde barındırmaktadır.
Anayasa maddeleri ne kadar iyi yazılmış olursa olsun soyuttur ve onları gündelik hayatta ete kemiğe büründürecek olan şimdinin siyasetidir. Çünkü anayasaların içi düzenleyici soyut maddelerle dolu olsa da Fransa’nın 1791 tarihli anayasasında da belirtildiği gibi kapakları insan derisiyle, yani o maddelere anlam kazandırmak için yürütülen toplumsal mücadelelerle kaplıdır.
Atıflar
https://www.diken.com.tr/bu-kiri-pasi-temizleyecek-bir-hukumet-bicimi-icat-edilmedi-henuz/
https://www.diken.com.tr/demokrasiyi-dilinden-dusurmeyenler-demokrat-mi/
https://www.diken.com.tr/muhterem-muhalefet-insan-gibi-yasamak-istiyoruz-mesele-bu/