Yaralı Erkeklikler[1]
“Feminist Okumalar” atölyelerimizde uzun süredir Çimen Günay-Erkol’un eleştirel erkeklik çalışmaları üzerine Özyeğin Üniversitesi’nden iki akademisyenle yaptığı söyleşiyi[2] izliyoruz. Erkeklik Sorgulanıyor başlığını taşıyan bu söyleşi dizisi, okuduğumuz kitaplara eşlik ederken, başkaca tartışmalara yönelmemizi de sağlıyor. Feministlerin, erkeklik çalışmalarına yönelmesi kimi zaman bir tür kafa karışıklığına neden oluyor. Özellikle feminist çalışmaların erkeklerden azade gerçekleşiyor olması, konu erkeklik çalışmalarına gelince, “Neden erkekler de katılamıyor?” sorusunu tekrar gündeme getiriyor. Kendi deneyimimden de bildiğim bu soruya şöyle yanıt veriyorum. Toplumsal cinsiyet çalışmalarına erkekler de katılabilir ama özellikle öğrenmek, tartışmak veya kendilerini geliştirmek istiyorlarsa, eleştirel erkeklik çalışmaları inisiyatifleri kurabilirler. Türkiye’de az sayıda da olsa akademi içinde ya da bağımsız çalışmalar bulunuyor. Egemen erkekliğin ciddi bir eleştirisi erkekler tarafından yapılacaksa, atılacak ilk adım kendilerine bu tür gruplar, kolektifler kurmak olmalıdır. Kadınlarla birlikte çalışmak değil! Çünkü patriyarkanın failliği, egemen erkekliktir.
Türkiye’de erkeklik çalışmaları yapan akademisyen ve araştırmacıları bir araya getiren ve bu yeni çalışma alanını yaygınlaştırmayı amaçlayan, 2013’de kurulan Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi’nden akademisyenlerle söyleşi yapan Funda Cantek, gazeteduvar’da bu kafa karışıklığı üzerine bir soru soruyordu:
“-Şimdi Türkiye’de erkeklik çalışmaları alanı biraz daha gelişti, çalışma sayısı arttı. Fakat siz başladığınızda o kadar yoktu sanırım değil mi? Çeşitli çevrelerden ne tür tepkiler alıyorsunuz?
- Bazen erkekliğin eleştirel kısmı hiç yokmuş gibi, “erkekçi” çalışma yapıyor gibi algılanıyoruz. Erkekleri savunuyor veya “onların acılarını anlamalıyız”, diyormuşuz gibi görünüyor. Bu şekilde bakan bir güruh var. Biz de anlatamıyoruz demek ki. Geri dönüp onu nasıl anlatacağız diye tekrar tekrar düşünüyoruz. “Şu tarihten beri erkeklik çalışıyorum”, dediğimizde, “sen feminist değil miydin”, diyorlar. Muhafazakâr kesimden de başka tür saldırılar oluyor. Mesela, Akit gazetesi, sempozyumda sunulan birkaç bildiriyi merkeze alıp bizi karalayan bir yayın yapmıştı. Cinsiyet eşitliğinden ya da farklı cinsel kimliklerden, onların erkeklik deneyimlerinden bahsettiğiniz noktada hedef oluyorsunuz. Aslında meselenin bir cinsiyet sistemi meselesi olduğunu ve herkesin bundan yara aldığını görmek, kabullenmek zor galiba. Sanki bir ihtiyaçlar hiyerarşisi varmış gibi. Elbette burada failin tarafını tutmuyor kimse. Derdimiz, “cinsiyet düzeninden erkekler de zarar görebiliyor” derken, onları kadınlarla eşitlemek değil. Eşit bir zarar görme halinden bahsetmiyoruz. Erkeklik çalışmaları, özellikle eleştirel erkeklik çalışmaları zaten feminist çalışmalara, LGBTİ alanındaki çalışmalara dayanan, oradan beslenen, oradan doğmuş bir alan. Erkeklik değil de, eleştirel erkeklik çalışmaları olması da bundan.”[3]
Erkeklerin “erkeklik” üzerine konuşmadığı, yazmadığı ve kendi içinde tartışmadığı bir ülkede yaşamak, tüm cinsiyet çeşitliliğinin önemli sorunlarından biri. Egemen erkeklik, cinsiyet çeşitliliğini hiyerarşik olarak kuran bir “öznelik” hali aynı zamanda…
Erkeklik üzerine düşünürken [makbul, hegemonik, yaralı, kırılgan erkeklikler vb.] aile, din, sünnet, askerlik, darbeler, duygulanımlar gibi başka pek çok başlığa da yönelim gerçekleşiyor. Tek tip kadınlık/erkeklik ya da yekpare cinsiyetler sistemi gibi bir bakışımız yoksa toplumsal cinsiyet eşitliği kavram seti ve bağlamları üzerine düşünmek, eleştirel erkeklik çalışmaları, feminizm ve queer kuram açısından da önemli bir yerde duruyor.
Çimen Günay-Erkol yazımın girişinde söz ettiğim şöylesinde, eleştirel erkeklik çalışmalarının nasıl bir boşluğu doldurduğu ile ilgili şunları söylüyordu;
“Örneğin bir sonraki şiddeti engelleyebilmek için harekete geçmemiz gerek ve bir sonraki adamı bunu yapmaktan alıkoyan şeyin ne olduğunu bulmamız gerekiyor. Benim açımdan böyle bir boşluğu dolduruyor, erkeği eleştiriyor ve bu eleştiriyi çerçevelemeye çalışıyor.”
Şöylesinin devamında çalışma odasındaki afiş üzerine [Edebiyat Ekseninde Darbe ve Erkeklik] soru sorulduğundaysa şöyle cevaplıyor;
“Darbe ve erkeklik neden yan yana? Çünkü bu benim doktora tezimin konusu… 12 Mart Askeri Darbesi üzerine çalıştım. Onları ben yan yana getirmedim zaten yan yanaydılar. Bu durumu en iyi anlatan şey edebiyat metinleriydi, o nedenle yan yana geldiler. Sevgi Soysal veya Adalet Ağaoğlu’nun metinlerinde müthiş bir militarizm eleştirisi var aslında.”
Kurmacanın Tanıklığı
Feminist kuram 1970’lerde ev içi emeği, kadınların farklılıklarıyla birlikte örgütlenmesi gibi konuların üzerine eğilirken, toplumsal cinsiyet tartışmaları kendini öne çıkarıyor, Türkiye’de de edebiyat alanında 12 Mart’ın yazarları bu meseleleri romanlarında işlerken, erkekliğin pek çok veçhesini gündemlerine alıyorlardı.
“12 Mart romanlarının ilk örneklerinde, kurbanlaştırılan erkekler değişmeyen bir zemindi. Kadın yazarların bu zemine karşı çıkışları, farklı biçimler alır; sol kesimden yazarlar, erkeklerin kurban konumundayken bile iktidarla gizli anlaşma yaptıklarını ortaya koyar ve “Marksist erkeklerin tuhaf bir biçimde sorun etmedikleri” cinsiyet alanının, siyaseten iktidar gücünden yoksun erkeklerin de otoriterleştiği bir alan olduğunu vurgular.”[4]
Kurmaca aracılığıyla dokunulmaz kabul edilen konuların tartışılabilmesinin kolaylaştığı bir gerçek ama bunun ötesi de var. Yorumlama ediminin kendisi; edebiyat metinlerinde dönem, kültür, politik yapı gibi metinlerden söküp alınabilecek bir potansiyeli tartışmaya açabiliyor. Yaralı Erkeklikler/12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke bu bağlamda önemli bir kaynak kitap. İlk bölümde, Sarsılmaz Bir Zemin Olarak Kurban Edilmiş Erkeklikler başlığı altında, Çetin Altan’ın Büyük Gözaltı, Erdal Öz’ün Yaralısın, Melih Cevdet Anday’ın İsa’nın Güncesi; rüştünü ispatlama, işkence ve hadım etme, erkeklik ve feda üzerine tartışma yürütülmüş. İkinci bölümde, Kadın Yazarların 12 Mart’ı başlığı altında, Sevgi Soysal’ın Şafak’ı, Emine Işınsı’nun Sancı’sı, Pınar Kür’ün Yarın Yarın’ı, Sevinç Çokum’un Zor’u; dişi erkeklik, kadınsı olandan korku, koca ve sevgili olarak devrimci erkekler ve erkeklerin çatışması üzerine tartışmalar yürütülmüş. Üçüncü bölümde, Erkeklik ve Modernleşme: Aşk Hadım Eder mi? başlığı altında, Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi, askerlik ve evlilik, Tağrık Buğra’nın Gençliğim Eyvah’ında erkekliğin kaybı işlenmiş. Son bölümdeyse, Darbe ve Hayata Sinen Travma başlığı altında bir darbe romanı olarak Tehlikeli Oyunlar ve Oğuz Atay, Tezer Özlü’nün “aylak kadın” ı: Çocukluğun Soğuk Geceleri mercek altına alınmış. Hem askeri darbenin kendisi hem de edebiyat metinlerine sirayet eden bu çoğul erkeklik tartışmaları, çalışma nesnelerimize farklı yönlerden bir bakışla ve farklı yöntemleri göstererek ele alması anlamında zengin ve nitelikli katkılar sunuyor.
Örneğin Türkiye’de dönem romanları üzerine geliştirilen yekpare eleştirilerin –ki eleştirmenlerin büyük çoğunluğu erkektir-ne kadar yanıltıcı olduğunu görebilmek mümkündür. Tarihi yeniden yorumlama/yazma imkânı veren bu bakışı Çimen Günay-Erkol metninde şöyle tartışıyordu;
“Tarihi bir bağlam olarak değerlendiren ve edebiyatı da bu bağlama “ayna tutma” işlevi ile donatan eleştirmenler, “edebiyat sadece tarihi yansıtır ya da toplumsal gerçekliğin içine gömülüdür, aksi halde şu ya da bu tarihsel anın ürünü olarak ele alınır” görüşüne uygun biçimde, 12 Mart romanlarını, askeri müdahalenin dramatik olaylarının yansıtıcıları olarak görmüşlerdir. Oysa bugünden geriye bakıldığında, bu metinlerin tarihin “inşa”sında üstlendiği rol, onların Yeni Tarihselci bir bakış açısıyla incelenmesini gerektirir zira 12 Mart romanlarının başkahramanları o yıllarda azımsanmayacak kadar insanın rol modeliydi. Böylece, insanlar kendilerini edebiyattan aldıkları bilgiye göre biçimlendirdikçe, kurmaca tarihin bir ürünü olduğu gibi tarihin üreticisi de oldu.”[5]
Geleneksel tarih algısının edebiyatı marjinalleştirmesine, hem de eleştirinin edebiyat metinlerini tarihin üzerinde bir yerde kutsamasına uzak duran Yaralı Erkeklikler/12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke, 12 Mart romanlarını salt politik metinler olarak görmeye itiraz ederken, eleştirel okumanın da olanaklarını çoğaltıyor. Çimen Günay-Erkol’un söyleşisiyle, romanlardaki hâkimiyet ve hegemonya tartışması, sınırlarını siyasetten, toplumsal, cinsel ve psikolojik olana doğru genişletiyor.
[1] Yaralı Erkeklikler/12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke, Çimen Günay-Erkol, İletişim Yayınları
[2] https://www.youtube.com/watch?v=RJHr11RsKWk&t=91s
[3] https://www.gazeteduvar.com.tr/erkeklik-uzerine-yeniden-dusunmek-makale-1508869
[4] Yaralı Erkeklikler/12 Mart Romanlarında Yalnızlık, Yabancılaşma ve Öfke, Çimen Günay-Erkol, İletişim Yayınları, sy: 114
[5] A.g.e., sy: 30-31