Gaia ve Gaita Kültürleri

Eski Yunan mitolojisine göre Gaia’dan önce yeryüzüne kaos hâkimdir. Hesiodos’un anlatısında, kendisini yaratan Gaia, sonradan başka varlıkları doğurmaya başlar. Yeryüzündeki karışıklığa düzen vererek canlıların yaşayabileceği yer parçaları açar. Bu açıklıklarda türlü varlıklar, canlılar yer ve zaman tutarlar. “Sağlam tabanlı” zeminlerde tüm varlıklar bir arada yaşamaya başlarlar. Doğurmaya ara vermeyen Gaia, kendisine karşı eylemlerde bulunacak başka yaratıklara da hayat verir. Sonradan yerine göz dikecek titanları, kiklopları veya Olimpos’un tanrılarını doğurur. Çok farklı mizaçlara ve tiplere sahip yaratıklara hayat verir. Canlılara yer gösterdiği gibi, öldüklerinde tekrar kendisine karışmalarına da izin verir; açtığı bir mezarda üzerlerini toprakla kapatır. Tüm Yunan mitolojisi Gaia’nın doğurduğu ve doğurmadıkları etrafında şekillenir. Fakat Gaia, sözgelimi Tao ve ondan ilham alan Yin ve Yang gibi, hayat verdiklerini tümüyle serbest bırakmaz. Varlıkların kaderinden sorumlu olmayı sürdürür. Kronos’la birlikte giriştiği entrikada olduğu gibi, doğurduklarına karşı fesat girişimler içerisine de girebilir. Oysa Tao yaşam bulmalarından sorumlu olduklarını kendi hallerine bırakır.

Diğer yandan Gaita kültürü içindeki varlıklar, Gaia’nın açtığı yaşam alanlarına keyiflerince yerleşirler. Ama bu iki unsur arasındaki karşıtlık, Apollon ve Dionysos, Yin ve Yang, Hürmüz ve Ehrimen gibi kozmik çiftlerin ilişkilerine benzemez. Çünkü onların çekişmelerinden her zaman başka bir yer ve zaman açığa çıkar. Birinin doğurduğunu diğeri yok etse bile, her ikisi de üretici, kendi içinde olumlu yaşam ilkeleri olarak yaratmaya devam ederler. Hatta onların savaşımı durduğunda artık varlıklar için yaşayacak doğru bir yer kalmaz. Onların etkileşimi semavi dinlerdeki gibi Tanrı ve şeytan arasındaki ilişkiye de benzetilemez. Her ikisi de özünde yaratıcı güçlerdir fakat tabiat olarak ayrı olduklarından farklı varlıkların ortaya çıkmasına yol açarlar. Pagan ve panteist kavrayışlardaysa olumlu yaşam ilkesi tüm tabiata yayılır, her varlık böyle büyük yaşam ilkelerinden pay almaktan ziyade, kendisini kusursuz biçimde ifade eden varlıklar sayılırlar.

Gaita, Gaia ile asalak ilişkiler içerisine girer. Gaia yeryüzünde bazı açıklıklar yaratır ve Gaita bir boşlukta açılan zemin ve zamanı kendi dünyasını genişletmek için kullanır; üzerini türlü eşyalar ve fikirlerle doldurur. Gaia’nın yarattıklarına kendi faydası için yeniden şekiller verip sarf eder. Gaita kültüründen olanlar deyim yerindeyse boş buldukları yerlerin içine ederler, bağırsaklarını, mesanelerini olduğu kadar kanaatlerini de boşaltırlar. Gaita kültürünün üyesi açık yaşam alanları yaratabilme becerisine sahip değildir; olanı tüketir, mevcut bilgilerin tefsirini yapar, malumu yeniden ilam eder. Açık bulduğu yer ve zamanları işgal eder, parsellere ayırır, üzerine bazı inşaatlar yerleştirir.

Tüm canlılar niceliği değişen hisselerle Gaia ve Gaita kültürünün parçasıdır. Canlı kalmak Gaita kültüründen az ya da çok pay almakla mümkündür. Her canlının kendine özgü bir entropi üretimi, belirli hacimde ekolojik ayak izi bulunur. Bu yüzden yeryüzündeki dengeyi, homeostaz halini korumak olanaklı değildir. Ancak bir tarafı diğerinden ayırmak için şöyle bir ölçü verilebilir: Sadece mevcudu tüketenler Gaita kültürünün öznesi olurken, Gaia’nın bahşettiklerini özenle korumaya çalışanlar Gaita kültüründen uzaklaşırlar. Erdemli ve esenlikli bir hayat için Gaia’nın çeşitli varlıklara açtığı yaşam alanlarının, işgal edilen arsalara göre daha geniş olması zorunludur. Gaita’nın işgal sahası daha geniş ölçekli olduğunda kritik çevresel eşik de aşılmış demektir. Böyle koşullarda yeryüzü mevsim döngüleri içerisinde kendisini yenileyemez. Boş bırakılanlar bir yana, nadasta dinlenen topraklara rastlamak da zorlaşır. Bu kadar yorgun, dolu bir yeryüzünde yaşam sürenlerin yaşam döngüleri bozulur. Örneğin ayılar kış uykusuna daha geç girip daha erken çıkarlar veya böyle bir uykuya hiç fırsat bulamazlar artık. Çünkü Gaita kültürü tüm boşlukları işgal ettiğinde derin uykuya müsait sükûnetli bir yer bulamazlar.

Gaita kültürünün ideal tipini bir çeşit müteahhit gibi tarif etmek olanaklıdır. Müteahhit, işgal ettiği her boşluğa, Gaia bünyesinde bağlantılı bütün diğer boş ve dolu yerlerden bağımsız şekilde inşaat dikmeye gayret eder. Boş araziyi şehrin diğer parsellerinden bağımsız olarak doldurmaya çalışır; genel kent nizamını hesaba katmadan kendi faydasına uygun bir inşaat yerleştirir. Böyle olunca arsa sahibiyle müteahhit arasındaki protokol gereği bir zamanlar Gaia’nın açtığı boşluk rastgele doldurulur. Böyle denetimsiz bağlantılar içerisinde öbekleşen bir kentte Gaia’nın yalın suretlerini görmek zorlaşır. Sokak hayvanları ortadan kaybolur, ağaçlar kesilir, sokakta oynayan çocuklar gözlerden kaybolur, rüzgârın yönü kestirilemez. Gaia bir çeşit aşırılık gibi varlığını duyurur; yağmurlar sele dönüşür, taşkınlar ortaya çıkar, zelzelelerde tüm parsellerin birbirine bitişik olduğu anlaşılır. Her şeyin her şeyle bağını unutan müteahhit türünde özne, kendisini sadece arsa sahibinin kısmi parseline karşı sorumlu saydığında, aşırı doğa olaylarının nedenlerini başka yerde arar. Genel bir şehir tasarımından bağımsız düşünerek hareket etse de, bir felaket halinde başka suçlular aramaya başlar; çarpık kentleşmeden yakınır. Kent trafiğinde düzgün doğrusal ilerleyemediğinde, bir yolun nereye doğru uzadığını anlamadığında, çıkmaz sokaklara girdiğinde hiddetlenir. Çünkü Gaita kültürünün üyeleri her zaman bütünlükten yoksun bir görüyle harekete geçerler. Örneğin müteahhit, sahibinden birkaç daire vaadiyle aldığı arsayı başka yerlerle bağlantılı bir toprak değil de bağımsız bir parsel olarak görür. Onun kaba bir resmini sunduğu bu davranış ve düşünüş kalıbına çok daha seçkin meslek toplulukları içerisinde de rastlanabilir. Örneğin bir hekim sadece uzmanı olduğu uzuvdan başkasına bakmayabilir, mühendis büyük tertibatta yerini ve işlevini çok bilmediği bir parça üzerinde çalışır, bilim insanı uzmanlık nesnesiyle, berber sadece kafa bölgesindeki kıllarla meşgul olur. 

James Lovelock, komşusu William Golding tarafından önerilen bir ismi verdiği Gaia: Dünyadaki Yaşama Yeni Bir Bakış (1979) kitabındaki tezleriyle Gaita kültürüne kayıtlı kişilerin birçok eleştirisine ve sinik gülüşmelerine maruz kalır. Bu alaycılığa dahil olan dönemin ünlü bilim insanları da, onun bütün dünyayı topluca bir canlı gibi gören tezini gülünç bulurlar. Lovelock, biraz da kurmaca nitelikli eserinde tüm varlıkların büyük ve doğurgan, otopoetik bir öznede beraberce davranıp düşündüklerini anlatır. Bilimin sadece bağımsız ve olumsal nesneler etrafında mümkün olduğu gibi bir meyil içinden bakan diğer meslektaşları onun bu büyük eğretilemesinin önemini kavramak yerine tezindeki tutarsızlıkları ortaya çıkarırlar. Fakat yakın zamanlı birçok varsayım bu tezi doğrular niteliktedir. Birbiriyle etkileşim kuran canlıların sadece insanlar olmadığı, bitkiler ve hayvanların da bu toplu konuşmaya katıldıkları dile gelir.

Darwin, çok önceden türlerin evriminden söz ederken bu karşılıklı ilişkiler üzerinde durur. Tuhaf bir biyoloji âlimi olan Uexküll, bütün canlılar arasındaki “kontrpuan” ilişkisiyle tarif ettiği simgesel alışverişi telaffuz eder. Yakın zamanlı “insan konnektom projesi” adı verilen büyük boyutlu çalışmada da, sadece yeryüzünün değil, tüm evrenin birbiriyle veri alışverişinde bulunan, kendine özgü biçimlerde konuşan varlıklardan kurulu kozmik bir unsur olduğu anlatılır (Kılıç, 2020). Farklı milletlerden seçkin bilim insanları Jung’dan alıntılar yaparlar âdeta. Jung’un ortak bilinçdışının zemini olarak tüm kozmosu işaret etmesiyle benzer şekilde, derin ekoloji temalı eserler de bu bağlantıyı sürekli tekrar ederler. Ekolojik bozulmalar ve felaketlerin temel nedeninin de ortak Gaia şuurunun, bağlantılarının unutulmasına bağlarlar. Herkesin kendi arsasından sorumlu olduğu Gaita kültürünün parçalı ve sorumsuz görgüsünün yarattığı etkiler hakkında düşünürler.

Gaia, kendisiyle asalak ilişkiler içerisindeki Gaita kültürünü de üzerinde, içinde taşır. Antik Yunan physis kavrayışında olduğu gibi, fizik evreni, metafizik âlemi veya insan yapımı nesneleri de bünyesinde taşır; insanın yerküreye boşalttığı tüm atıklar da doğanın parçasıdır. Bazı yeryüzü belgesellerinde olduğu gibi, Gaita kültürünün üretimlerini kolayca paranteze alamayız. Yarattığı hiçbir şeyin ayraç içine alınamadığı Gaia, kendisine asalak bir yapının da yüküyle yeni yaşam alanları açmaya devam eder. Ama bu zehirli ve patolojik yük altında doğurduklarının öncekilere benzeme ihtimali azalır; bedenen ve ruhen farklı varlıklara vücut verir. Gaita kültürünün üyeleri, parçalı ve kısmi görüleri, görüşleri nedeniyle, kendi yaşamları için zorunlu olan sağlıklı bir Gaia’nın lüzumunu unuturlar. Sadece kısmi arsası kadar geniş ufukları içinden, yaklaşmakta veya uzaklaşmakta olanı fark edemezler.

Gaia, Heidegger’in geri çekilmekte olan varlığı gibi, kalınlaşan artık katmanları altında görünmez olduğunda, doğal yaşamın yok olmasına dair çevreci bir yakınmadan fazlasını duyamayız. Bu durum bir başka kozmik çift olarak dünya ve yeryüzü arasındaki geçişliliğin kaybolmasıyla da ilişkilidir. Yine Heidegger’in “tehlike” ve “kurtarıcı güç” arasında bulduğu karşılıklı bağlantıyı yitiririz. Tehlike, kurtarıcı gücü değil de yüksek ihtimalle başka tehlikeleri çağırmaya başlar. Tehlikeli unsurların Gaia yüzeyinde yarattığı derin ve geniş sıva üzerinde yaşamlar birbirine eklenip çoğalan tehlikelerin terkibine dönüşmeye başlar; bir tehlike bir başkasıyla bitişir. Gaita kültüründe herhangi bir olayın nedeni ve sonucu arasındaki ilişkiyi tehlikeli görüngüler kurmaya başlar. Fikirlerimiz de tehlikeli olgular arasındaki geçişlilik üzerinde temellenir. Kurtarıcı güce dair bir istençten şüphelenmeye başlarız. İlaçlar yeni hastalıklar üretir. Dert ve deva arasındaki diyalektik kaybolunca, bir dert bir başkasına yol açar. Hayat vermesi gereken yiyecek ve içecekler bizi daha da hastalandırır. Bir hastalığa, salgına tedavi olması beklenen aşılar şüpheli haller alır ve aşılıların bulaştırdığı bir başka alt salgından söz etmeye başlarız.

Gaia’nın açtığı yeni ve ferah açıklıklar olmadığında Gaita kültürünün karamsar tablosu içerisinde sıkışırız. Distopik filmler, kitaplar, komplo teorileri ilgimizi daha fazla çeker. Cioran gibi, Gaia’nın sonsuza kadar kaybolduğunu bize duyuran karamsar yazarlardan ilham alırız. Sanatın, tarihin, edebiyatın, siyasetin son bulduğunu biraz da kibirle belirleyen, final sözü söylemeye düşkün metinleri beğeniriz. Gaia’nın yeşertmediği, şenlendirmediği, havadar iklimler açmadığı bir ortamda duyar, duygulanır, düşünür ve deviniriz. Nietzsche ve Scheler’in çerçevesini oluşturduğu hınç duygusu Gaita kültürünün temelini oluşturur. Ölüm ilkesine meyleden cümleleri bize zaman kaybetmeden ulaştıran viral kanallara kaydoluruz. Gaia’nın geniş, aydınlık manzarasının yerini alan dar görüş noktaları içinden etrafa bakarız. Herkesin birbirine benzediği bir dünyada, umutsuz bir ruh daralması ortama hâkim olur.

Gaia ve Gaita kültürleri arasındaki tek taraflı, asalak, adaletsiz ilişkiyi Alfonso Cuarón’un Roma (2018) filminde gözleyebiliriz. Filmde evin hizmetkârı Cleo’nun emeği ve ilgisiyle ayakta duran bir evin ve hanehalkının onun açtığı sağlam zemin üzerine yerleştiğini fark ederiz. Evdeki her canlı onun yarattığı açıklıklarda yaşam sürer. Hatta Cleo, Gaia’dan biraz daha olgun davranır ve evdeki kalabalığın yaptıklarından dolayı kendisine şükran duymasını da beklemez. Kimsenin arkasından dedikodu yapmaz, hınç duymaz, her sabah görev tanımı genişleyen evdeki işlerini görmeye devam eder. Gaia gibi evin temelinin de altında duran Cleo’nun yarattığı kökensel zemine yerleşen ev halkı ve sevgilisi Fermin, Gaita kültürünün parçası bireyler olarak, onun fizik ve metafizik boyutlarda temizlediği, düzene soktuğu, yaşanılır kıldığı alanları kirletmekle günlerini geçirirler.


Kaynakça

Kılıç, Türker (2018). Yeni Bilim: Bağlantısallık - Yeni Kültür: Yaşamdaşlık: "Beyin Nedir?"den, "Yaşam Nedir?"e Bir Bilim, Ayrıntı, İstanbul.

Lovelock, James (2017). Gaia: Dünyadaki Yaşama Yeni Bir Bakış, çev. Ozan Karakaş, Alfa, İstanbul.