Gençlere Gündüz Düşleri
Psikiyatrist Halis Ulaş ile Söyleşi

Doç. Dr. Halis Ulaş. 8 Temmuz 2018 tarihinde yayımlanan 701 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile görev yaptığı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalından “Bu suça ortak olmayacağız! /Em ê nebin hevparên vî sûcî!” başlıklı Barış Bildirisi’ni imzaladığı için ihraç edilmiştir. Çalışma alanları arasında Şizofreni, Travma ve İnsan Hakları, Toplum Psikiyatrisi ve Psikoterapi yer almaktadır. Halen serbest hekim olarak çalışmakta olan Halis Ulaş aynı zamanda Evrensel gazetesinin Ege ekindeki “Çentik” adlı köşesinde iki haftada bir yazılar yazmaktadır.

***

Uzun bir süredir, iktidardaki siyasilerin söylemlerinde dikkatimi çeken bir şey var; gençlere hayal kurmaları öğütleniyor sıklıkla. Onlara, “Fatih’in torunları” olarak, ‘’hayallerini, Allah’ın rızası ve milletin hizmetine’’ adamaları, böylelikle her ‘’sıkıntının’’ üstesinden gelebilecekleri; ‘’terörist hayallere’’ kapılmadan, ‘’ülke, millet ve kendileri için’’ hayal kurmaya devam etmeleri, ‘’milletine faydası olmayan muhterislerin’’ hayallerini çalmasına izin vermemeleri telkin ediliyor. ‘’Hayal edin yeter’’in içerisinde, politik eylemsizliğe teşviki sezinlemek zor değil. Bu denli işsizliğin, gelir eşitsizliğinin olduğu, fikrini söyleme hürriyetinden mahrum kalındığı yerde, ‘’düş kurun kurtulun’’ deniliyor âdeta. Bunları düşünmek, Ernst Bloch’un Umut İlkesi kitabında yer verdiği gece düşleri/gündüz düşleri meselesini aklıma getiriyor. Gece düşlerini, ‘’psikolojik olarak baskılananın ve zaten mevcut bulunan bilinçten tedricen aşağı çökmüş olanın açığa çıktığı, kadim çağın insanlarından artakalmış olan veya yüzeye çıkan atavist bir halin’’ baskın olduğu düşler, gündüz düşlerini ise umut edilene ulaşabilmek ve ‘’çöküşten’’ kurtulma yollarını bulabilmek için hayallerin yeşertilebildiği, ‘’ileri doğru kendini genişletme güdüsüyle’’ kamusal bir eylemsellik kazanabildiği düşler olarak yazıyordu Bloch. Elbette gece ve gündüz düşleri birbirleri ile ‘’arzu edimi’’ bağlamında ilintili; şöyle der Bloch: ‘’Daha iyi hayata dair düşler, dikkatle ve önemle, arzu düşleri olarak gece düşlerini de kapsar yer yer; onlar da -elbette tümüyle homojen olmayan, kaydırılmış- bir parçadır, ütopik bilincin devasa sahasında.’’ Ama gündüz düşlerini gece düşlerinden farklı kılan, ‘’ayık bakışla zenginleşebilmeleri’’, ‘’katılımcı akıl’’ ile, somut olana dair Ütopik Arzu ile -Bloch için bu arzu, Marksist felsefe ile somutluk kazanabilir- dünyayı iyileştirebilmeye yönelebilmeleridir. Bu bağlamda, Bloch’a göre, gündüz düşlerindeki arzulamak, nefsani isteğin ötesine -istemesiz arzunun ötesine- geçip, ‘’daha iyi bir şeyi’’ tasavvurlamak ve eyleyebilmek ile ayrılıyor gece düşlerindeki arzulamaktan. Bloch’un da belirttiği gibi, gündüz düşlerinde de ‘’şüphesiz daha aşağı olanlar, dolaşık, puslu olanlar, salt sinirleri yatıştırmaya yönelik ikamelerle dolu kaçış rüyaları’’ vardır malum, lakin ‘’gerçekten yüzlerini çevirmeden, tersine onun devamına, ufkuna dikerek gözlerini, insanların cesaretini ve umudunu koruyan arzularla dolu gündüz düşleri olanlar da ne kadar çoktur’’… ‘’Mümkün olabilecek daha iyi yaşama dair’’ gündüz düşleri kuranın, umut edip ‘’Oluşmakta Olana’’ eylemli bir biçimde ve korkusuzca müdahale eden kişi oluğunu belirtiyordu Bloch. Gece düşlerinin sarhoşluğunda gündüzün de salınmaları ise, ‘’faşizmin ütopyayı uyuşturmakta başvurduğu afyonu içen bilinçdışının tezahürü’’ olduğunu söylüyordu. Bloch, somut-ütopik gündüz düşlerine, ‘’süreçten koparılmış, onu donuklaştıran ve şeyleştiren sözümona kader karşısında özgürlüğün hamlesi’’ demek olan ‘’militan iyimserlikle’’, yani belirlenmemiş/kesinleşmemiş fakat emekle ve somut eylemle belirlenebilir olana ilişkin tutumla ulaşabileceğimizi yazıyordu. Bu gündüz düşleriyle, bize sunulan ‘’olmuş bitmiş geleceği’’, sadece gözlemci değil, bizzat bilinçli yaratımın özneleri olarak, ‘’genel/kamusal bir iyileştirme arzusuyla’’, ‘’daha iyi planlanmış bir dünyanın’’, ‘’hayal kırıklığından uzak bir dünyanın’’ suretlerine doğru değiştirebileceğimizi ifade ediyordu… Ülkemizde, gençlere, ‘’bilen-somut umuda’’ yönelik somut-ütopik gündüz düşlerini yasaklıyor sanki iktidar; gece düşleri ile sarmalansınlar, Bloch’un ifadesi ile‘’dış dünyanın ütopyacılıkla yönlendirilmiş ferahlamasından uzağa düşüp, afyon sarhoşluğunda batıp gitsinler’’ diye…

Gündüz düşü bizim literatürde, fantezinin eşdeğeri olarak kullanılan bir kavram aslında; hatta ‘’maladaptive daydreaming’’ diye bir patoloji de mevcut. Fantezi, necefli maşrapa gibidir. Olacak O Kadar’ı bilmem hatırlar mısınız; ‘’tam yerine rastgeldi manzara koyduk’’ derken, orada konulan manzara, necefli maşrapadır TRT 1’de. Eksiklikle ilgili yüzleşeceğimiz yerde, bir manzara koyarız. Onu aslında daha farklı bir şekilde kabullenebileceğimiz temel, kökensel fantezinin bir uzantısı olarak hayal kurarız. Fantezi ve gündüz düşü, bu yüzden bilinçdışı ile bağlantılıdır. Bizim temel eksiğimizi kapatmaya yöneliktir.  Ama ortaya çıkışı itibarıyla daha ileriye doğru hizmet edebilecek bir şeydir bir tarafıyla da. Çünkü arzuyla, olmak istediğiniz yerle alakalıdır. O yüzden, olumlanmasının doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bazen kişi, bu düşleri o kadar çok olumlar ki kendi içinde, hayallemekten başka bir şey yapamaz olur. Gece düşü, bilinçdışının ortaya çıkışıdır; onu ancak bir analiz sürecinin ardından anlamlandırılabiliriz. Reelle bir bağlantısı yoktur; zamansızdır, kişiler yer değiştirmiştir, farklı duygular farklı kişilere atfedilmiştir ve katmanlıdır. Dolayısıyla, bizim gördüğümüz de sansürlenmiştir. Ama gündüz düşü, belirli bir oranda, bilinçli bir içeriğe sahiptir. Onun için de, bir senaryo kurgusu vardır. Fakat bilinçdışıyla da bir bağlantısı vardır ki, onun için genellikle biz, onları anlatmaktan utanırız. Yani çok rahat herhangi bir düşünsel ya da bilişsel bir şeymiş gibi birileriyle paylaşmak, her zaman kolay olmayabilir. Hele de bunun içerisinde bir de cinsel içerik varsa, anlatılması oldukça zorlayıcıdır. O yanıyla da, fantezi ya da gündüz düşü dediğimiz şey, aslında bilinçdışı ile ilişkilidir. Gündüz düşlerinin, eksik olan bir tarafımızı tamamlayan karakteri de var; sonuçta insan bir tarafıyla olmakta eksiktir ve eksikle maluldür. Bu anlamıyla, bütünlenme çabasının da, ‘’tam olma’’ çabasının da bir parçasıdır gündüz düşleri. Gündüz düşlerinin bilinçdışı ile ilgili olduğu nokta aslında arzu ile ilintilidir; tabii burada arzu edilenin imkânsızlığı meselesine değinmek gerek. Arzu ancak, ulaşıldığında o olmadığını fark ettiğimiz şeydir. O nedenle bir nesnesi yoktur. Onun için yeni bir hedef koyarız, yeni bir amaç uğruna çalışmaya devam ederek ileriye doğru yöneliriz. Başlangıçtan itibaren aradığımız şey, bir tarafıyla arzunun olmayan nesnesidir. Arzunun olmayan nesnesi de, aslında bizim olmak istediğimizdir. Yani bu bazıları için hazır sunulu olan ‘’Fatih’in torunu’’ olabilmektir, bazısı için bir devrimci olabilmektir, bazısı için iyi bir yazar olabilmektir, iyi bir psikiyatrist olmaktır, bunlar için uğraşılır. Ama ona ulaştığınız noktada da, aslında orada da eksik olduğunuzun farkına vararak bir sonraki hedefe yönelirsiniz. Umut ve arzu arasındaki böyle bir ilişki. Gece düşü ile aslında, umudun kırılması ya da insanların hayal kurabilmesi ile ilgili bir noktanın karartılmasını anlıyorum sizin söylediklerinizden. Şu an Türkiye’deki iktidarın sunduğu da bir ‘’umut’’. ‘’Pudra şekeri çeken’’ için de bir umut vaat ediyor, ‘’dindar nesil’’ için de bir umut vaat ediyor. ‘’Ancak böyle olursan belirli bir refah seviyesine ya da benim yerleştireceğim bürokrasiye ya da herhangi bir yere gelebilirsin’’ diye bir vaatte bulunuyor aslında. Dolayısıyla burasıyla özdeşim kuranlarla, arzularının nesnesi bu vaatler olanlarla iktidar bir yol yürüyor zaten. Sizin bahsettiğiniz, ‘’hayal kurmanın engellenmesi’’ dediğiniz şey, bu perspektiften bakmayanlar için geçerli. Fantezi kurmak ile alakalı gündüz düşü dediğimiz şeyde aslında bir kahraman vardır. O gündüz düşünün öznesisinizdir ya da değilsinizdir. Genellikle bir kurtarıcılık misyonu da barındırır beraberinde. Fakat gündüz düşündeki hayaller her zaman politik bir içeriğe sahip olmayabilir, bunu da belirtmekte fayda var. Gündüz düşünü sadece muhalifler kurmuyor, iktidar sahipleri de kuruyor. Bu ülkede bir kesimin gündüz düşlerini muhtemelen ‘’Fatih’in torunu olarak’’ bu ülkede bir şeyler yapabilmek oluşturuyor. Ve bu düşü, muktedir de bir senaryo olarak önlerine sunduğunda, orayla özdeşim çok kolay sağlanacak ve oranın bir neferi olabilmek kolaylaşacaktır. Ama siz, bunun tam tersi bir yerde gündüz düşü ortaya koyuyor ve muktedir tarafından engelleniyorsanız, umutsuzluk doğacaktır. Mesela, işsiz olan gençler, üniversite mezunu işsizler, ‘’Fatih’in torunu’’ olmak istemiyorlar, belki iyi bir yaşam kurabilmek ve mücadele edebilmek için alan arıyorlar, ya da politik alanda bir mücadele için alan arıyorlar. Ama bu yollar kapandığında, bir örgütlülük gücü de kalmadıysa eğer, olumsuzun içerisine çekilmek daha mümkün hale geliyor. Gençlere muktedirin ‘’sunduğu’’ düşler, aslında muktedirin kendi fantezilerine denk düşüyor. Onu kurgulayabilmek için, o fanteziyi kurgulayacak başka insanlara ihtiyacı var. Ya da, ola ki o fantezilerle ilgili hesap sorulduğunda, o fantezilere destek olacak, sahiplenecek bir yapıya ihtiyaçları var. Dolayısıyla, kendi gündüz düşlerini paylaşabilecek bir kalabalık ya da nesil, örneğin ‘’dindar nesil’’ istiyorlar. Bu düşlerin karşısındaki düşlerin de önünü kesmek istiyorlar tabii; tüm muktedirlerin yaptığı gibi. Peki bu durum, karşı-düşleri yok edebilir mi? Tabii ki edemez; bir şekilde bastırılan geri dönecektir. ‘’Bastırılanın geri dönüşü’’ne olumsuz vurgu yapılsa da, çok da böyle değil aslında. Bastırılanın dönüşü bir şekliyle, yeri geldiğinde bir karşı çıkışı da barındırır. Örneğin tam da şu sıralar zihnimi meşgul eden, bu bağlamda ele alabileceğimiz ‘’memeli Zeus’’ meselesi var. Karya’da, Labranda antik kentinde, memeli Zeuslar bulunuyor kabartmalar olarak. Elinde çift taraflı baltası olan ama göğüs bölgesinde de “memeleri” olan birkaç tane Zeus motifi bulunuyor. Karyalılar daha önce anaerkil ve ana tanrıça kültünün uzantısı; Artemis ve Kibele’nin uzantısıyken, belki de Akalıların işgali sonrası Zeus dayatmasıyla Zeus’un boyunduruğunu kabul etmek durumunda kalıyorlar. Ama oradaki o kabartmada, bastırılanın geri dönüşünü, Artemis’in memelerinin Zeus’un göğüs bölgesinde ortaya çıkışı olarak düşünebiliriz. Her ne kadar onların meme değil, boğa testisi olduğu ifade edilse de Zeus’a bir kadınsılık kattığı sanırım inkâr edilemez. Yani bastırılanın geri dönüşü her zaman olumsuz olmayabilir, bunu demeye çalışıyorum. Siz, iktidar olarak ne kadar bastırırsanız bastırın, bir eylem olarak karşınıza çıkabilir bastırdıklarınız. Velhasıl… Düşün aslında bir biricikliği vardır. Her bir bireyin biricikliği üzerinden düşler vardır da diyebiliriz. Bu düşlerin ortaklaştırılabilirliği ancak o biriciklikler bir araya geldiğinde sağlanabilir. Yani örgütlülük denilen, bir taraftan böyle bir şeydir/olmalıdır bence; ortak bir düş için ya da ortak düşleri paylaşmak için yan yana gelme. Ama tepeden dayatılan, kurgulanan haldeyse bu düşler, orada, bu sizin düşünüz olmasa bile onun bir parçası olmak durumunda kalırsınız. Çünkü orada bunun karşılığında bir vaat vardır. Diğer taraftaki vaat, arzunuzun “olmayan” nesneye doğru bir yönelimiyken, tepeden dayatılanda size sunulmuş bir nesneye karşı yönelim vardır. Burada ortaklaşan ve kaçınılmaz olan, arzunun, biz konuşan özneler için var olması ve bu konuşan öznelerin arzuladıkları nesnelerle bağlantılı gündüz düşlerinin olmasıdır.

‘’Beklentinin sönümlendiği anda kesişen korku, endişe, ürkme ve dehşet duygularının vücuda getirdiği ‘Hiç’ ile bağlantılı umutsuzluğun, o cehennemi olanın peyda olduğu anda,’’ der Bloch, ‘’örtülü, en dolaşık Bilinçaltının alanı açılır sadece: kadın, şehvet, mağara, meşale, geceyarısı karmakarışık bastırırlar, çoğunlukla ağır, sıkıştırılmış bir havada.’’ Umutsuzluğun eylemsizleştirdiği, ‘’arzu tasavvurlarının halüsinasyonlarından çıkamayan’’ gençlerin psikolojilerini merak ediyorum. Türkiye’deki mevcut iktidar tarafından ‘’hayal etmeleri’’ telkin edilen bu gençler neler arzuluyorlar?

Burada bahsedilen, arzunun önünün kesilmesi. Gündüz düşü, olmak istediğiniz yerle ilişkili, arzu ile ilişkili bir şeyse eğer, arzunun önünü keserseniz ileriye doğru bir hareketi ketlersiniz. Onu ketlediğiniz noktada da elbette hiçlik, amaçsızlık, umutsuzluk var olur. Umut, arzu ile ilintilidir; arzunun imkânsızlığıyla mümkündür. Ama arzunun imkânsızlığını deneyimleyerek görmekle mümkündür. Arzunun yaşanmasına izin vermezseniz eğer, o zaman zaten umut da mümkün olmayacaktır. Arzu dediğiniz şey, sizin onu gerçekleştirdiğinizde  ‘’ben oldum’’ diyeceğiniz bir yanılsamadır. Gündüz düşü de aslında bunun size koordinatlarını verir. Örneğin ben hayalimde çok önemli bir yerde, psikiyatri dalında çok mühim bir ödülü almış olan biri olarak fantezi kurabilirim. Bu fantezi, benim koordinatımla ilgili olacaktır. Siz, bambaşka bir şekilde, farklı olasılıklarla kurabilirsiniz fantezilerinizi, gündüz düşlerinizi. Bu da sizin arzunuzun koordinatıyla ilgili. Ama bunun önü kesildiğinde, ‘’ağaç kabuğu yesinler’’ noktasına geldiğinde, orada artık başka bir adım atabilecek güç, umut, enerji de kalmayabilir. Son birkaç yılda yaklaşık 3 bin genç hekim yurtdışına çıkmış. Burada gerçekleştirebilecekleri bir yaşamı kendilerine kurgulayamadıkları yerde, arzunun nesnesi yurtdışına kayıyor tabii. Bu, yapabilenler ile ilgili. Yapamayanlar evde oturuyorlar. Çalışmayan ve okumayan çok ciddi bir kitle olduğu söyleniyor Türkiye’de. Bu kitlenin arzu duyabilme, bir hedef koyabilme, kendini gerçekleştirebilme şansı da neredeyse kaybolmuş durumda. Hiçlik, umutsuzluk, karamsarlık, böylelikle sirayet ediyor hayatlara. Peki bu insanlar neler hayal ediyorlardır? Muhtemelen karınlarını doyurmayı, iyi bir iş bulmayı… Temel eksiklikleri üzerinden hayal kuracaklardır. Önce ekmek sorunsalı, ekmek hayalleri devreye girecektir. Gündüz düşlerinin bloke edildiği, arzusunun elinden alındığı bir noktada kişi, ileriye doğru değil, geriye doğru gidecek ve yıkım başlayacaktır. Umut kalmadığında, gerçekleştirecek eylemsellik kalmadığında, arzuya ket vurulduğunda depresyon, toplumsal olana da sirayet edecektir. Türkiye’deki ekonomik zorluğun, işsizliğin, bizzat depresyonla, intiharla, psikiyatrik hastalıklarla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan çalışmalar Türkiye’de, ki daha önceki yaptığım derleme çalışmalardan da biliyorum, tüm bu psikiyatrik vakalarda artış olduğunu gösteriyor. İşsizlik, psikiyatrik hastalıkların şiddetlenmesi ile ilgili bir zorluk yaratıyor. İnsanların basın özgürlüklerinin, fikir özgürlüklerinin olmayışı da bu şiddetlenme ile bağlantılı. Muktedirin kullandığı araçlar arttıkça, güç arttıkça aslında, yıkım da artıyor. Şu an Türkiye’de, yapılan araştırmalardan doğru söylüyorum, insanların yaklaşık yüzde yetmiş sekizi adalete güvenmiyor. Yüzde yetmiş sekizin adalete güvenmediği bir yerde, tuz kokmuştur artık. Dolayısıyla bu kişilerin haklarını arayabilecekleri bir yerlerin olmamasıyla, tutuklandıklarında bile güvenebilecekleri mercilerin bulunmamasıyla ilintili olarak, mücadeleden gayri kalmaları ve eylemsizliğe doğru çekilmelerini gözlemlemek zor değil. Güven çok önemli bir anahtar kelime burada. Depresyon bizatihi güvenle ilişkilidir; bebeğin, ilk olarak anne ile kurduğu ilişkiye gönderme yapar aslında. Gündüz düşlerinin oluşabilmesi için, bir güven ortamına ihtiyaç var.

Gençlerin, somut-ütopik olan gündüz düşlerine yeniden kavuşabilmelerinin yolları neler sizce? Bloch, ‘’Mesele, umut etmeyi öğrenmektir,’’ diyor; ‘’arkasında bir Ben’in ve Biz’in kuvveti olmazsa, umut bile boş lafa dönüşür,’’ diye de ekliyor… İlk önce, Bloch’un önemsediği gündüz düşleri için gerekli toplumsal koşulları irdeleyelim isterim; ‘’biz’’i irdeleyelim; ‘’özgür bir ülkede özgür bir halk’’ olmanın koşulu "biz’’i.

‘’Ben’’in kuvvetini ben şöyle yorumluyorum; aslında hayalleme yetisini barındıran bir ‘’ben’’ den bahsediyor bence orada Bloch. Gündüz düşü kurabilen, arzulayabilen özneden bahsediyor. ‘’Biz’’ olarak da bu arzulayan öznelerin ortaklaşabildiği bir alandan bahsettiğini düşünüyorum. Bu anlamıyla aslında, bir örgütlülükten bahsediyor. Türkiye açısından baktığımızda, örgütlülüğün her alanına müdahale edildiğini, her alanının kendileştirildiğini, dolayısıyla da diğer alanlara nefes alma ve arzuyu yaşama geçirebilme, arzunun “olmayan” nesnesine doğru hareket edebilme imkânının kısıtlandığını görüyoruz. Ama bu durum, muhalefet ne kadar bastırılırsa bastırılsın, muktedire karşı tepkiyi de arttırdığı için, önümüzdeki süreci çok karanlık görmüyorum. Politik bilinç bu minvalde epey önemli, bu bilinçle ne yapacağımız da önemli. Fakat şuraya dikkat etmeli; mevcutta önemli bir AKP karşıtlığı var, ama bu, AKP karşıtı bir politik bilinç dolayısıyla oluyor değil. İnsanların bizzat yaşadıkları deneyimler üzerinden oluyor. Kimi KHK yüzünden, kimi EYT yüzünden, kimi işsizlik yüzünden, kimi açlık yüzünden, kimi düşünce özgürlüğü yüzünden… Ortak bir potada eridiler ama şu anda muhalefetin unsurlarına baktığınızda, yan yana durmasının dahi hayal edilemeyeceği insanların yan yana olduklarını görürsünüz. Bunlar politik bilinçle kurmuyorlar bir aradalıklarını. Kendilerine değen yerler üzerinden bir araya geldiler. Bu anlamıyla örgütlü yapı, yani insanlarla temas edebilme ve ''ben ve biz''in geliştirilebilmesi ancak belli kavramlarla; özgürlük, mücadele gibi kavramlarla ortaklaşılması durumunda geleceği kurgulamaya muktedir olacaktır. Bu, dayatılan gündüz düşleri dışında bir yaşamın olabileceği ile ilgili bir mümkünlüğü gerçekleştirecektir. Dolayısıyla, eğer AKP karşıtlığı üzerinden bir kurgu ortaya çıkacaksa, bu aslında bir başlangıç noktası oluşturacak, yeniden benlerin biz olabilmesi alanını açmaya yönelik olacaktır. Ya da, bunla ilgili bir umut doğuracaktır diyebilirim. Bir hayal sunuluyor orada, bir alternatif sunuluyor. Alternatif sunabildikleri ve o ‘’ben ve biz’’e değebildikleri ölçüde karşılık bulacaklardır. Alternatif olarak bir sosyalist devrim de sunulabilir mesela ve insanların gündüz düşlerine değebildiğiniz noktada bu ‘’devrim’’i gerçekleştirme olanağını elde edebilirsiniz. Şu âna kadar bununla ilgili Türkiye’nin toplumsal koşullarında bir vaat ve o vaadi sahiplenen bir çoğunluk sağlanamadı ama ciddi anlamda bazı dönemlerde buna inanan insanların; gündüz düşlerinde ya da bu düşlerini eylemliliğe dökebildikleri noktalarda aslında o vaade yaklaştığını hissettikleri oldu. Sonuçta Bloch, ütopyalara inanıyor. Ütopya tam arzuyla denk düşen bir şey. Ütopya imkânsız olan bir şey bir tarafıyla da, tıpkı arzu gibi. Ulaştığınız anda onun ''o'' olmadığını ve belki bir sonraki adımda daha farklı bir noktada ''o'' şeyi gerçekleştirmek gerektiğini öğreneceksiniz. Türkiye için daha bu noktaya gelmeye çok var tabii. Peki bu umutsuzluk örtüsü ile sarmalanış, bize geleceğe dair karanlık bir tablo mu çiziyor? Hayır. Umutsuzluk bir kabulleniş değildir. Bastırılan karşısında güçlerinin yetmediğini düşünüyor insanlar. Çünkü bir örgütlülükleri yok, örgütlülükleri olsa bile o kısıtlı örgütlülük içinde tepelerine binilerek, cezaevlerine atılarak ya da benzeri şeyler yapılarak aslında susturuluyorlar. Ama bu bastırılan, hiçliğe doğru gidebildiği gibi, o bastırılanın geri dönüşü çerçevesinde bir karşıt eylemlilik olarak da çıkabilir karşımıza. Burada tabii temas giriyor devreye; ben ve biz olmak giriyor, örgütlülük giriyor. İnsanlara değerek aslında benzer düşleri kurabildiğimizi görüp, o düşleri ortaklaştırabilmeyle mümkün olabilecek bir şeyden bahsediyorum. İktidar olan da bunun bilincinde olduğundan, olması gereken düşü kendisi sunuyor tabii. Dolayısıyla, düşün biricikliğinin önüne geçmiş oluyor. ''Halihazırda burada kurulmuş bir düş var, başka bir yere gitmeye gerek yok,'' demek bu. Bana göre, her bireyin kendi ütopyasının var olduğu, bu ütopyaların diğerlerinin ütopyalarına engel olmayacak ve o ütopyalara saygılı olacak bir biçimde kurgulandığı ölçüde mümkündür bir arada yaşamak; özgür bir ülkede özgür bir halk olabilmenin koşulunu buna bağlıyorum ben. Yeri geldiğinde bir LGBTİ birey bir ‘’hastalık’’ ya da ‘’öteki’’ oluyorsa yahut da Kürtler yaftalanabiliyorsa ve o yaşamlara bu şekilde müdahale edilebiliyorsa, toplumsal anlamda bir ütopya kurabilmenin hayli uzağına düşülmüş demektir. Birinin ütopyası diğerinin distopyası olduğu noktada, kurgulanması mümkün olmayan bir dünya çıkıyor karşımıza.

Bloch’a göre gündüz düşlerinin taşıyıcısı, ‘’bilinçli olan ve bilinçli kalan ‘daha iyi yaşam’ isteğidir -değişik derecelerde bir istek olsa da bu-, gündüz düşlerinin kahramanı da, daima insanın kendi yetişkin kişiliğidir’’… Kimdir ‘’gündüz düşlerinin kahramanı?” Türkiye’deki gençler, nasıl dönüşebilir bu ‘’kahraman”a?

Aslında herkes kendi düşünün kahramanı olabildiği ölçüde, kendini farklı düşlerin kahramanıyla yan yana getirebildiği ölçüde bir şeyleri dönüştürebilme gücüne sahip olacaktır. Sonuçta herkes, kendi gündüz düşünün kahramanıdır. Bu, bilinç düzeyinde olan bir şey, kökenine girmiyorum burada, bilinçdışı ile olan bağlantısına yani. Dolayısıyla, kahramanlık -örneğin bir öğrenci liderliği de olabilir bu, ya da toplumsal mücadeleyle ilgili bir liderlik- bu düşü kuranlarla yan yana gelinebildiğinde gerçekleştirilebilme şansı yakalayacaktır. Bu anlamıyla, gündüz düşlerini kurabilenlerin, benlerin biz olabilmesi koşuluyla ancak ‘’yetişkin kişilikleri’’ oluşacaktır. Burada, neyi hayallediğiniz de önemli bir nokta. Sizi bir ‘’Hitler’’ hayallemekten alıkoyacak olan, tanıklıklar olacaktır. Tanıklıktan kastettiğim, bir hayalin kötü olduğunu söyleyebilmeyle ilgili bir tanıklık. Uyum deneyleri vardır bunu bize anlatan; sırf grup üyeleri öyle diyor diye, doğruyu bildiği halde, yalnız kaldığı için yanlışı söyleyen insanları gözlemlediğimiz deneyler. O deneylerde, bir yerine iki kişi olduklarında, grup üyelerinin aldatmacalarına karşı birbirlerine tanıklık edebilen, doğru yerde durabilen insanları fark ediyoruz. Dolayısıyla ‘’iyi tanıklık’’, bu hayallemelerin tabiatı hususunda hayli önemli. Gençlerin, bu bağlamda konuşacak olursak eğer, arzularında birbirlerine tanıklık etmelerini, arzularında ısrarcı olmalarını, düşlerine sahip çıkmalarını önemsiyorum. Vazgeçmemelerini öneriyorum. Ne kadar baskı olursa olsun, düş kurmaktan vazgeçmemeleri, kendi düşlerini bir gün eylemselliğe dönüştüreceklerine dair inançlarından caymamaları önemli.