Mücadele İzleri: Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Arzu ve Öteki

Tüm varlığım, bir soluk ve bir yönetici ilke taşıyan bedenden oluşur.[1]

1884 yılında İstanbul, Beşiktaş’taki mor salkımlı evinde dünyaya gelir Halide Edib. Çok küçük yaşta annesini kaybettiği sıra babasının yeni evliliği nedeniyle teyze, dadı, yabancı mürebbiyeler sarar etrafını. Kira Eleni’de Rumca öğrenmeyle başlayan öğrenim hayatı uzun soluklu olacaktır.

Okumanın ötesine geçip 1908’de, gazetelere kadın haklarıyla ilgili yazılar yazarak başladığı yazma yolculuğunda ilk durağı Tanin olur. Tanin’den başka, Musavver Muhit, Resimli Kitap, Resimli Roman, Şehbal, Mehasin, Büyük Mecmua, Hakimiyet-i Milliye gibi gazete ve dergilerde yazan Halide Edib, bir dönem Milli Mücadele’nin farklı mevkilerinde aktif rol alır. Onu cephede gördüğümüz gibi masasının başına geçtiği vakit alandaki gözlemlerini aktardığı -hiç olmadı zemine yerleştirdiği- anlara eserlerinde şahit oluruz. İşgali yaşayan kadınların beden ve ruh durumları yarattığı karakterlerde can bulacaktır. Yeni baştan çizdiği kadın imgesiyle kendi dönemi ve sonrasında araştırmalara konu olan Halide Edib, karşıt olarak algılanan değerlerin uzlaştığı noktadan kendine has biçimde okura seslenir. Okursa onun eserlerinde kökten kopuşa, özgürleşmeye, ötekinin yanında şüphe durup varoluşsal sancısını yaşamaya kendini adayan kadın karakterlere farklı bakış açıları geliştirmiştir.

Pavese’in “Yaşam insanın yaşantı aradığı değil, kendi kendini aradığı bir olgudur,” dediği yerde, ismine rastlar Halide Edib. Onun için bu yer; Türkiye Cumhuriyeti tarihi, siyaset, ekonomi, moda, mimarî, edebiyat, tiyatro, ülkenin eğitim sistemi, kültür, gündelik hayat ve benzeri konularda yazdığı yazılardır. Makule tarzıyla tanınmasını elzem gördüğümüz yazarı, salt milliyetçi yazının merkezinde biri olarak okumaktan ziyade farklı okuma olanaklarını denediğimizde kendi modernleşme tarihimizin duyularına, bilhassa kadın-erkek ilişkilerine, kadın isyanlarına ve dahi arzuyu yargılamanın geçmişine dair dip sulara erme fırsatı yakalayabiliriz.

Durgun Boşluktan Bakmak

Şükran Kurdakul’a göre değişik dönemlerde kendisinin kişiliğini etkileyen olaylar ve durumlar neticesinde Halide Edib’in romanları değişim gösterir. Onun romanlarını üç gruba ayırıp romancılığında görülen bu değişimin hayatındaki değişimlerle eşzamanlı olarak geliştiğini belirtir Kurdakul: “Kurtuluş Savaşı yıllarına değin romanlarında kadın-erkek cinsiyet kavgalarına önem veren Halide Edib savaş içinde kendisinden ve yetiştiği burjuva çevresinden uzaklaşarak yaşama açılmış, değişik sınıf ve tabakalardan gelen insanları görmesini, yansıtmasını öğrenmiştir.”[2]

Siyasi ve toplumsal mücadelenin iz bıraktığı durgun boşluğu hareketlendiren kadın karakterler, Halide Edib’in kendi biyografisiyle ciddi benzerlikler taşır. Bunun yanı sıra ısrarla diyebiliriz, onun eserleri aynı anda kadın ve yazar olarak kendini tanımlama mücadelesidir. Yapısal benzerlikler taşıyan, otobiyografik roman olarak da tanımlanan eserleri, 20. yüzyıl başında kadın olarak kendini yazma sorunsalına dikkat kesilmemizi sağlar. Bu bağlamda birbirinin uzantısı kabul edilebilecek eserlerinden Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) çerçevesinde yazara, kadına, bir her dönem için öteki duran şeylere bakmak yerinde olacaktır.

Başlamak istiyorum. Başlamak için yanıyorum. Fakat nereden? Yemek yemeden yemiş yemek isteyen çocuklar gibi hep sonunu söylemek istiyorum.[3]

“Sanatta herhangi dâhiden fazla, kişilikten uzak kalmış olan Shakespeare bana şu gerçeği öğretti. Erkek ve kadın sanatta ve kültür şekillerinde hemen hemen birbirlerinden başka özellikler göstermişlerdir. Bununla beraber, deha denilen şey ve hattâ çevrenin üstünde anlaşılmayan bir kabiliyet, bazen bir erkek dâhi, kadın ruhunu, kadınların anlatamayacağı bir derinlikle ifade ettiği gibi, kadın dâhi de sanatta bir erkek ruhunu bazen erkekten fazla anlıyor. Deha cinse göre değil, dâhinin ruhunun özelliklerine göre eser yaratıyor,”[4] diye düşünen Halide Edib, tüm romanlarında, başladığı sonlarda kendinin ruh aksi “ideal kadın” ve “erkek anlatıcı” arasında yakalamak istediği empati duygusunun peşindedir. Kadın karakterlerinde tasvip ettiği özellikleri, kadın olma durumlarını, temeldeyse insan olma dramını okuruna aktarma derdindedir. Kadınların yaşadığı sancılar, erkek anlatıcı tarafından duygudaşlıkla karşılanıp okura aktarıldığı için bu eserler genel manada feminist okumalara kapalıdır, desek yeri. Ancak standart bir okumayla da fark edilebilir olana ilgi göstermeli: Romanlarındaki kadın kahramanlar arzularını yerine getirebilecek güçte çizilir. Bundan ötürü yazarın sanatında en belirgin arayışlardan biri kadın ruhu tahlili ve ötekinin büyük gürültüsüdür.

Fakat buradaki önemli nokta, gerçekte “ebedi” ve “doğal” seks yasalarının olmayışıdır. Bir grup için doğaya ters olan şey, başka bir grup için lütuftur.[5]

İnsan düşüncesinin sınırlarında gezinirken Halide Edib ve eserleri üzerine yapılan çalışmalara mercek tutulduğunda karşılaşılacak söylemlerden ilki erkek anlatıcıya rağmen cinsel arzunun bastırılmışlığıdır. Sadece kadın değil, erkek cinselliği için de geçerli olduğu düşünülen bu durum ilk romanlarından başlanarak 1920’lerde yazdığı Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye’ye kadar çizilegelmiş ideal kadın figürünün eleştirilmesine neden olur. Bu ideal kadın yazarın oluşturmak istediği gibi güçlü ve fakat aseksüel bulunur. Kimi araştırmacılara göreyse “aseksüel” ifadesi onun romanlarındaki kadın karakteri tam anlamıyla karşılamaz. Onlara kalırsa bu kadınlar ziyadesiyle milli davaları ön planda gördükleri için milli mücadele gibi kritik bir zeminde cinselliklerini yaşayamayıp cinsel kimliklerini toplum davaları içinde eritmiş, vatanperver, eylemci kadınlardır.

Kendi İçindeki İkili Konuşma

Sergilenen kitlesel psikoloji ve davranışlar her iki romanın Milli Mücadele yönündeki tezini güçlendirici veriler sunarken okurun kahramanların eylemleri üzerinden bir hesaplaşmaya girmesine, yaptığı karşılaştırmalarda ayna etkisiyle kendini izlemeye[6] zemin hazırlar. Böylece gelişen hadiselerin okur zihninde nesnel karşılıklarıyla yer edeceği düşünülmüş olabilir. Halide Edib’in kendisinden önceki birçok kadın yazar gibi romanlarını eril bakış açısıyla yazdığına tanık olduğumuz doğrudur. O, gerek erkek anlatıcılar aracılığıyla erkeğin kadını nasıl algıladığını anlamayı dener gerekse izlenilen ve mihraka konan bu kadınların mektup tekniğiyle kendilerini ifade etmelerini sağlar. Bir başka bakışla Halide Edib’in erkek anlatıcı yoluyla eril iktidarın inşasını sorguladığı fikrini yorabiliriz. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 kitabında, Halide Edib’in anlatıcılarını erkekler arasından seçmesinin nedenleri aktarır: “Ön planda gelen kadın kahraman olduğu ve yazar onu bir erkeğin gözüyle değerlendirmek istediği için romancıların anlatıcısı olarak bu kadına âşık ya da hayran bir erkek seçer.”[7]

Konu edindiğimiz iki eserinde ideal kadın karakterleri ön plana çıkarılmak istense de anlatıcı hiçbir zaman “bu kadın” veya kadın değildir. Yazarının yaşantısına paralel özellikler gösteren bu romanlarda, “ben”in her zaman için erkek tarafından sahiplenilmesi, otobiyografik öğeleri gizleme işlevini görür, diyebiliriz. Ayrıca, bu “erkek/ilahi anlatıcı” erkek romancılığının getirdiği bir geleneğin devamı olmakla birlikte, metinde bir güvenilirliğin göstergesi de olabilir.[8] Güvenilirliği anlatıcının ve çoğu zaman yazarın cinsiyeti belirlediğini düşünen Hülya Adak, kadın anlatıcının ifadesinin okur tarafından kuvvetle muhtemel aynı güvenilirliğe layık görülmeyeceği, okurun daha alışılagelmiş olan erkek/ilahi anlatıcıya güvenerek onunla daha kolay duygudaşlık kuracağı fikrini ortaya koyarak bilhassa Halide Edib’in ilk dönem eserleri üzerinden bir değerlendirmeye gitmiştir.

Üzerinde durduğumuz husus özelinde diyebiliriz ki bir kadının öteki gözlerden nasıl algılandığı, kadın yazarlar için mühim meseledir. Zira “kadının nasıl görünmesi gerektiği” sorununa çocuk yaştan maruz kalırlar. Hal böyleyken hemcinsine parantezler açarak ruhsal, zihinsel, fiziksel veya yer yer kültürel nitelikler eklerler. Yazar kâh duygusal, erotik içerikli kâh kadının toplumsallaştığı, bireyselleştiği evreler için başka içerikleri barındıran fikirlerini yarattığı kahramanlara yüklerken, birtakım sınırlar çizerken, roller belirlerken ve onların kendilerini konumlandırmak istediği alanların çarpışmasından ortaya çıkan toplumsal cinsiyet ve kimlik sorununu merkeze alırken yazdığı romanlardaki kadın karakterlerin, erkeği hep dönüştüren, onun dünyasında saygı ve hayranlık uyandıran bir kimlikle öne çıkarılmasını önemser. Bu ayrıştırıcı özellik ekseninde değerlendirebileceğimiz bir diğer husus kadınların erkek karakterler tarafından gizemleştirilerek[9] zaman zaman bir saplantı ya da bir fetiş nesnesi haline getirildiği örneklerdir. Bu örneklerden biri de Halide Edib’in kaleminden çıkar:

Dizlerinin üstünde genç kızın narin endamını kavramak için uzanan kavi ve kadir kollarıyla Tosun, bu yarım ve hülyalı ışık içinde kendisine bakan nefis ve bâkir başın, tatlı gözlerin, taze ateşîn dudakların hazlarını gözleriyle içiyor, içiyor ve yalnız bakmakla her an artan saadetinin, hazzının sarhoşluğuyla yavaş yavaş kendinden geçiyordu. Bu saçları esrarengiz gece çiçekleri gibi kokan kızın güzelliğiyle o kadar bîhuş oluyor ve takati kesiliyordu ki, nihayet genç kız, onun zincirlenmiş bir aslan gibi düşen başını kaldırıyor, elinden çekiyor, ilk buselerini aldıkları salkımların gölgesinde, bayrağın dibinde kalpleri ve dudakları muazzam girdap, iki müthiş kasırga şiddetiyle birbirine karışıyor ve tamamen dünyayı unutmuş gibi birbirlerini seviyorlar, seviyorlar...[10]

Başta Vurun Kahpeye’deki gibi Halide Edib’in erkek karakterlerinin siyasi kimliklerindeki dönüşümde kadın kahramana duydukları cinsel arzunun belirleyiciliğinin tematik yapı içerisinde öne çıktığı ileri sürülebilir. Kadın karakterin erkek karakterlere ideolojik kimlik kazandırması veya erkek karakterlerin mevcut kimliklerini kadına olan aşkı ile terk etmeleri temine Ateşten Gömlek’te de denk geliriz:

Yanaklarında aynı humret, gözlerinde aynı ateş ve ümit vardı. Bu zihnimde bir ay evvel farzettiğim ve her an onunla yaşadığım fikri tarumar etti. İhsan acaba, Ayşe için, yeşil İzmir’in, siyah gözlü şehit çocuğun mezarının yolunda dövüşecek muhayyel ordunun bir ferdinden başka bir şey değil miydi? Ben yanılmış mı idim? Her halde İhsan’ın hissinde yanılmamıştım. İhsan’ın gözlerinde yanan çırağ yalnız Ayşe için, yalnız Ayşe’yi gördüğü zaman parlıyordu.[11]

Milliyetçi ideolojiye yaklaşan fikirlere yer verilen romanlar içinde cinsel arzu ile milli arzunun ayrıştırılmadan değerlendirilmesini olanaklı kılan Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında anlaşılmasını dilediğimiz üzere kadın kahramanın bedensel çekiciliği, erkek kahramanın ideolojik kimlik kazanmasına yol açar. Öyle ki cinsel arzu olmaksızın erkek kahramanın toplumsal kimlik edinememesi söz konusudur. Kadın kahramanın tasvir edildiği pasajların ötesinde olay örgüsü içinde erkek karakterlerle aralarında oluşan arzu dinamikleri incelendiğinde fark edilebilir duran bu durum esasında Halide Edib’in tutku uyandıran ve aşkın önünde toplumsal kimliği/milli arzuyu sorgulatan karakterler yaratarak kadınlığı ve erkekliği başka bir yoldan sezdirmesi işidir. Yazar yarattığı kadın karakterleri özellikle cinsel kimliği ve ferdî aşk bağlamında ön plana çıkarır, farklı bir mücadele sahası açarak onlara yer vermek ister.

Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarından hareketle, anıldığı gibi kadının kamusal hayata cinsiyetsiz ve kadınlıklarından sıyrılarak kabul edilebileceği fikri sakat bir fikir olabilir. Zira düşünüldüğü gibi eserlerde milliyetçi idealin arkasına gizlenen kadın karakterler yaratılmaz, kahramanlar sadece ruhsal veya entelektüel birikimleriyle değil, aynı zamanda bedensellikleriyle soluk almaya devam eder. Halide Edib’in -incelememizde yer alan pasajlara atıfla- yarattığı Ayşe ve Aliye karakterlerinin arzu uyandırmada etkileyici bedensel nitelikleriyle yer almaları nesneleştirilme ihtimaline karşın ideal kadın kimliği üzerine uğraşılırken cinselliğin yok sayılmadığının göstergesidir. Kurmaca içinde sunulan bu ideal kadın kahramanların arzu öznesi olarak da romanda kendilerine yer bulmaları cinsiyetsizleştirmeye ket vurmalıdır. Bundandır, milliyetçi romanlarda ideal kadın kimliği tasavvurunun sunumunda kadının cinsiyetsizleştirilmesi iddiası, yakalanan bu detayla kırılmaya uğrayıp tekrar değerlendirilmeye açıktır. Kaldı ki cinsiyetsizlik ya da kadınlıktan sıyrılmışlık diyebileceğimiz mesele yazarın okur nezdinde yaratmak istediği algıya binaendir, ironiktir: Kamusal alanda var olabilmenin eleştirisidir. Nihayetinde milliyetçi söylemin bedel ödettiği kadın karakterlerin isyanını ve arzularını sesleyen Ateşten Gömlek ile Vurun Kahpeye romanları, yaşama kendi dilekleriyle başlayamayan kadınların öteki seçimlerini bize hep hatırlatacaktır.


[1] Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler, Yankı Yayınları, İstanbul, 1974, s. 17.

[2] Şükran Kurdakul, Çağdaş Türk Edebiyatı: Meşrutiyet Dönemi, “Halide Edib Adıvar”, Broy Yayınları, İstanbul, 1986, s. 329.

[3] Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek, Özgür Yayınları, İstanbul, 2000, s. 2.

[4] Halide Edib Adıvar, Mor Salkımlı Ev, Atlas Kitabevi, İstanbul, 1970, s. 120.

[5] Eric Berkowitz, Seks ve Ceza: Arzuyu Yargılamanın Dört Bin Yıllık Tarihi, Kolektif Kitap, İstanbul, 2018, s. 34.

[6] “Kendini izleme” için Freud’un “Skopofili” kavramını başlık ederek bir küçük not: “Başka bir ifadeyle insan formuyla büyülenen kişide görme arzusu engellenemez bir boyuta gelir ve bu bir zevk aracına dönüşür. Mulvey, kavramı Hollywood sineması üzerinden yorumlar ve Lacan’ın çocuğun ayna evresinde, karşısında gördüğü imge üzerinden özdeşim yoluyla ego ideali kurması ile beyazperdede izleyicinin, karşısında gördüğü idealleştirilmiş kişiyle özdeşim içine girerek narsistik bir haz duyması arasındaki bağlantıyı ifade eder. Fakat kavram, kendi içinde eril bakışı temsil etmektedir. Bu nedenle Mulvey, özellikle geleneksel sinemanın kadını, erkeğin arzu nesnesi olarak konumlandırdığını, böylelikle etken ve edilgen iki karşıt kimlik yaratarak ataerkil düzenin dili içinde kodlandığını söyler” (Ayşegül Utku Günaydın, Kadınlık Daima Bir Muamma: Osmanlı Kadın Yazarların Romanlarında Modernleşme, Metis Yayınları, İstanbul, 2017, s. 119).

[7] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1: Ahmet Mithat’tan A.H. Tanpınar’a, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991, s. 118.

[8] Hülya Adak, “Otobiyografik Benliğin Çok-Karakterliliği: Halide Edib’in İlk Romanlarında Toplumsal Cinsiyet”, Sibel Izlık-Jale Parla (der.), Kadınlar Dile Düşünce: Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004, s. 163. 

[9] “Karakterlerin karar ve eylemlerinde, en önemli rolü odak noktasındaki kadın oynar. Kadının romanlarda gizemleştirildiği, skopofili ve kadının fetiş haline getirilmesi üzerine pek çok örnek mevcuttur” (Ayşegül Utku Günaydın, Kadınlık Daima Bir Muamma: Osmanlı Kadın Yazarların Romanlarında Modernleşme, Metis Yayınları, İstanbul, 2017, s. 120).

[10] Halide Edib Adıvar, Vurun Kahpeye, Özgür Yayınları, İstanbul, 2002, s. 138.

[11] Halide Edib Adıvar, Ateşten Gömlek, Özgür Yayınları, İstanbul, 2000, s. 44.