Türkiye’de temel meselelerden biri hâlâ ‘toplum’ olamayıp kendimize benzemeyene cemaatsal gözlükle bakmamız. Laik kesim de Cumhuriyet’le birlikte dindarlığın gericilik olduğu ve modernleşme ile birlikte ortadan kalkacağı safsatasıyla büyüdü. Ama büyüme ideolojiniz bir safsata olunca, siz de psikolojik olarak çocukluktan bir türlü kurtulamazsınız. Bir dönemler komünizm için ‘sosyalizmin çocukluk hastalığı’ tabiri kullanılırdı. Laiklik de bizde ‘cumhuriyetin çocukluk hastalığı’...
Başörtülü kadınların ürettikleri sosyal ve kültürel duruşu, bizzat dindarlığı nasıl değiştirdiklerini anlamak isteyenler ise bugünlerde Hazar Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği’nin yurt genelinde yaş ve sosyoekonomik kıstasları dikkate alarak 1112 denekle yapmış olduğu çalışmaya bakabilirler. Orada son derece ilginç bir 44üncü soru var. Kişinin katılıp katılmadığını belirttiği bir dizi cümleyle karşılaştığı bu sorunun önermelerini hukuki alana, dindarlığa/ ahlaka, ve kişiliğe/özel yaşama ilişkin olanlar şeklinde 3 grupta toplamak mümkün...
Birinci alanda manzara şu: Başörtülü kadınlar “yasalarımızın kadın-erkek eşitliğini sağlamak açısından yetersiz olduğunu” söylerken (%77) “başörtülü kadınların hem eğitim hem de kamu kurumlarında çalışma hakkı” olmasını savunuyor (%99). Öte yandan “başörtüsüne karşı olanların demokrasi ve insan haklarına inanmadığını”(%93) ve bu kişilerin “aslında başörtüsünün temsil ettiği değerlere karşı olduğunu” düşünüyor (%91). Doğrudan laiklikle ilgili olarak ise “başı örtmek laikliği tehlikeye düşürmez” (%95) ve “Türkiye’de laiklik tam olarak tanımlanmamış bir kavramdır” denmekte (%90). Anlaşılan o ki hukuki açıdan bakıldığında güçlü bir özgürlük talebi mevcut ve bu talep dinin gereği olmanın ötesinde demokrasi ve insan hakları ile bağlantılı olarak kavranıyor. Ama asıl ilginci laikliğin bizatihi ‘kötü’ bir şey olmayıp, Türkiye’nin bunu beceremediği gerçeğinin açık biçimde ifade edilmesi...
İkinci alanda kritik önemde 3 soru var... Bunlara göre başörtülü kadınların içinde “başını örtmeyen kadının günah işlediğini” düşünenler, öyle düşünmeyenlerin sadece 1,5 misli (%53’e %36). Yani dinin gereği olarak takılmasına karşın önemli oranda kadın başörtüsü takmamanın günah olmayabileceğini söyleyebiliyor. Dahası %77 “kadınlar başlarını örtmeden de dindar olabilirler” dediği gibi; %94 “toplumdaki ahlaki yozlaşmadan başörtülülerin de etkilendiğini” belirtiyor. Kısacası başörtülü kadınlar başörtüsü takmanın ahlakla bağının olmadığını; hatta dindarlıkla bile bağının olmayabileceğini öne sürmüş oluyorlar. Bu durum, başörtülüler arasında kendisine ve ötekine bakışta Türkiye genelinin çok üzerinde bir nesnellik ve olgunluk olduğunu ortaya koymakta.
Nihayet kişilik/özel hayat bağlamında gelen yanıtlar muhtemelen laik kesim için daha da ‘yadırgatıcı’: “Başörtülü kadının yerinin evi olduğunu” düşünmeyenler %95; “kadınlar evlenecekleri kişileri kendileri seçebilmeli” diyenler %99; “erkek eşini aldatırsa hoş karşılanabilir” önermesine karşı çıkanlar %97; “namus yüzünden insanların öldürülmesine” karşı olanlar %92; “kadınların çalışıp ekonomik bağımsızlığını sağlamasını” isteyenler %86; “erkeklerin çok eşli olmasını” kabul etmeyenler %91; “arkadaş seçimimde kılık kıyafet belirleyici değildir” diyenler %86; “aile içinde kadın ve erkeğin eşit hak ve sorumluluklara sahip olması gerektiğini” düşünenler %88; ve nihayet “başımı örtme şeklim kendimi ifade biçimimdir” diyenler %80... Bu arada çocuğunu yurt dışında okutmak isteyenlerin de istemeyenlerden bariz biçimde fazla olduğunu ekleyelim (%53’e %39). Görülmekte ki bu kadınlar laik kesimin bağnazlarının sandığının çok ötesinde bir zihniyete sahipler. Eşitlikçi ve özgürlükçü, kısaca ‘modern’ bir zihniyet...
Gelelim 44. sorunun son iki önermesine. İşin temeli tam da burası ve başörtülü kadınlar laik bağnazlık hezeyanına gerekli yanıtı veriyorlar: “Başörtüsünün siyasi bir malzeme yapılmasını doğru bulmuyorum” (%96)... “Başörtülülere karşı olanlar aslında başörtülüleri tanımıyor / tanımak ve anlamak da istemiyor” (%96). Mesele bu kadar basit...
Taraf, 23.1.2008