Turkish Gaslighting

Yaşamımızda artık salt manipülasyonla açıklanamayacak olgular söz konusu. Mesela, görevden alınan Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü Osman Uzun'un "Çok uzun kuyruklar oluşuyordu, bu nedenle zam yaptık,” sözlerini ele alalım. Bu ifadelerin sırtını yasladığı ''ekonomimiz aslında çok iyi'' söylemleri, Osman Uzun'un yarattığı ''algı çemberi'' ile başka bir yere evirildi ki ''Turkish Gaslighting'' olmadan bu meseli açımlamak zor. Gaslighting, psikoloji alanında Türkçeleştirilmeden, bu şekilde kullanılıyor; aslında yeterince multidisipliner bir yaklaşım getirilmediği için olsa gerek. Halbuki çok önemli bir kavram; bir tiyatro oyunundan bilimsel literatüre, hatta yasalara geçiyor. Gaslighting ilk olarak, Patrich Hamilton'un 1938 yılını taşıyan Gas Lighting oyunu ile karşımıza çıkıyor. Daha sonra bu oyun, iki kez sinemaya uyarlanıyor. 1940 yılındaki İngiliz versiyonu, yönetmen Thorold Dickinson tarafından, 1944 yılındaki Amerikan versiyonu da yönetmen George Cukor tarafından beyaz perdeye aktarılıyor. Cukor'un yönettiği Ingmar Bergmanlı Gaslighting epey beğeni topluyor tabii ve bu, kavramın popülerleşmesinde de etken oluyor diyelim. Mücevherleri dolayısıyla bir ses sanatçısı kadını katleden adamın, kadının kızını kendine âşık ederek, kalan mücevherleri de ele geçirme telaşı üzerine kurulu bir film. Gaslighting'i farklı kılan, adamın kızı manipüle ediş yöntemi; kızın geçmişini unutturmaya ve yeniden inşa etmeye çalışıyor, onu yalnızlaştırıp kamusal alandan uzaklaştırıyor ve kendine bağımlı hale getiriyor. Korkutuyor, akli melekelerinden şüphe duymasını, suçlu ve yalancı olduğuna inanmasını hedefliyor. Başka insanların da ondan şüphe etmesini sağlıyor. Kendi kişisel hikâyesine yabancılaşmasını, ailesinden utanmasını istiyor. Kızı delirtiyor. Sonuç, salt manipülasyonla açıklanamayacak kadar ''dönüştürücü'' oluyor. Gaz lambasının gazının manipülasyonun bir simgesi olarak filmde kullanıldığını, ''gaslighting'' isminin de oradan geldiğini belirteyim. Nitekim manipülasyonun ötesinde, manipülasyonu da içeren, kendine ait yeri edinmesi gereken bir kavram oluyor gaslighting.

1960'larda popüler kültürün bir parçası haline gelip kullanılmaya başlıyor. 1980'lerde klinik psikolojinin ve terapinin alanına giriyor. Feministler, sosyologlar, hukukçular, köşe yazarları ve politikacılar dahi kayıtsız kalmıyorlar. Günümüze doğru daha fazla ihtiyaç duyulur oluyor bu kavrama. 2015'te İngiliz Hükümeti, gaslighting'i, zor kullanmaya dayalı suç kapsamında tanıyor; ''gaslightee''nin, ''gaslighter'' tarafından yalnızlaştırılması, terörize edilmesi, akli melekelerini bozarak üzerinde zor kullanılması, manipüle edilmesi artık yasada ''gaslighting'' olarak suç teşkil ediyor. Post-truth dönemin, en iyi gaslighting ile açıklanabileceği düşünülüyor. Sosyal medyada, örneğin Twitter üzerinden yürütülen ''hakikat inşası'' çalışmalarının, trollerin vb. ''gaslighter'' olarak faal oldukları belirtiliyor. Trump üzerine bu konuda kitap dahi yazılmıştı.[1] Şimdilerde de epey kullanılıyor bu kavram aslında. Biden'ın ve ekibinin, benzin fiyatları hususunda ''gaslighting'' yaptıkları, İngilterelilere vergiler açısından hakkaniyetli davranılmadığı ve ''gaslightee'' muamelesi gördükleri, Putin'in Ukrayna'ya karşı tutumunda aynı ''gaslighter'' gibi davrandığı tartışılıyor. George Orwell'in 1984'ü de, bu kavram olmaksızın, benzer bir durumu anlatıyordu aslında.[2] Fakat bu şekilde kavramlara başvurmak, bazı durumların izahını kolaylaştırıyor her zaman.

"Çok uzun kuyruklar oluşuyordu, bu nedenle zam yaptık” sözü salt manipülasyonla açıklanabilir mi? Osman Uzun'un bu sözüne karşı çıkan vatandaşa, iktidarın, ''elinde çekiç olan her yerde çivi görürmüş''vari söylemler dillendirmesi, ''gaslighting'' ile ilişkili. Kuyrukta bekleyen insanın kendi akli melekelerinden şüphe duymasına neden olabilecek böyle bir ifadenin, halihazırda yalnızlaşan, kamusal alandan uzaklaşan, korkutulan bireylere söylendiği de es geçilmemeli. Detaylı incelenirse eğer, Türkiye'nin politik kültürünün, ''gaslighting'' örnekleri ile bezeli olduğu görülecektir. Sistemik ırkçılık da ''gaslighting'' kavramıyla açıklanabiliyor; belli inanç grubuna, etnik kimliğe ait bireylerin, iktidar ve ''kurumlar'' tarafından geçmişlerinin yeniden yazılmaya çalışılması, yalnızlaştırılıp üzerlerinde güç kullanılması, korkutulmaları, asimile edilmeleri ve kimliksizleştirilmeleri, kriminalize edilmeleri, travmalara, delirmeye varan sürece bizzat itilmeleri, gaslighting olarak açımlanıyor. Kişiler arası manipülasyonun ötesine geçen ve kültürel ''gaslighting'' olarak okunan bir süreç; kültürün ''hastalıklaştırılması''. Politik, sosyal, ekonomik ve kültürel olarak ''normaldışılaştırma''. Bizi katlettiniz, soykırım uyguladınız, asimile ettiniz diyenlere, "yanlış hatırlıyorsunuz, öyle bir şey olmadı" diyen "gaslighter"lar. Türk ve Sünni Müslüman olmayanlara yönelik baskı ve tarihyazımı sürecinin, bu kavram üzerinden okunabilmesi mümkün. Cinsel kimlikler üzerindeki baskı ve manipülasyon için de kullanılıyor gaslighting; özgürce cinsel kimliğini ifade edebilmenin önüne, aile ve toplum tarafından, iktidar çekilen set. Yine ülkemizi bu açıdan gözlemlemek zor değil; aileler ve bizatihi devlet kurumları tarafından hâlâ LGBTİ+'lara karşı ''hasta'' muamelesi yapıldığını, bu bireylerin ''doğru yolu bulmalarına'' çaba sarf edildiğini düşünürsek. Kapitalist sömürü sisteminin de ayrılmaz bir parçası gaslighting; aklıma, bu hususu pek yerinde anlatan John Carpenter'ın They Live filmi geliyor mesela. Ekonomik krizi, halk üzerinden terörize edip, insanların birbirlerinden ve kendilerinden şüphe duymalarını sağlayarak onları psikolojik olarak çökerten, güçsüzleştiren ve böylelikle rahatça itaat ettirip üzerinde zor kullanarak kontrol eden bir sistem içindeyiz nitekim. Birçok koldan yürütülen -en önemli ayağı da medya olmak üzere- bir süreç; amaç, sonuçta insanların iktidarın ve yandaşlarının söylemlerinin ''doğru'' olduğuna inanmalarını sağlamak. İklim krizinin yok sayılmasının, bu yönde halkı inandırmanın yöntemlerinin de bu kavramla açıklanabildiğini belirteyim.

Ülkemizde ''gaslighting'' kavramının, salt psikolojinin alanından çıkıp -ki bu alanda çalışma da pek az-, siyasi bir mahiyet alması gerekiyor. Zira yaşadıklarımızı açıklamak, ''manipüle ediliyoruz'' diyebilmenin çok ötesinde. Yoksa, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, insan hakları ihlallerinde parmakla gösterilecek ülke haline gelmişken, "Davos'ta one minute derken de derdimiz barıştı, insan haklarına saygıydı" diyebilmesini, ülkenin yarısından fazlası yoksulluk sınırındayken, çiftçilerle buluşmasında “yatarken manda yoğurdu, Medine hurması, kestane balı ve yulaf ezmesi yerim. Şifa,” ifadesini kullanabilmesini, salt manipülasyonla açıklamak zor olur, değil mi? Bu "kür" açıklamasının karşılığında ülke "gazetecilerinden" Ahmet Hakan'ın da "Benim de bir dörtlü var, geceden, yatmadan önce yediğim. Şöyle ki, bir adet eğri büğrü incir, incirin içine yerleştirdiğim bir ceviz içi. Bir tane kurutulmuş Malatya kayısısı, iki çay kaşığı Nutella…" yazabilmesi, mevzu bahis "gaslighter"ların, biz "gaslightee"leri delirtme taktiği olsa gerek. "Ekonomi uçuyorken" ve yoksul olmamıza imkân yokken, aç ve yoksul olduğumuzu düşünüyor ve hissediyoruz zira… Özgürken baskı altında olduğumuzu duyumsuyoruz ya da. Elinde çekiç olan, her yerde çivi görürmüş… Yalan söylüyoruz, suç işliyoruz, delirmişiz biz, utanmalıyız…


[1] Amanda Carpenter, 2018, Gaslighting America: Why We Love it When Trump Lies to Us, Broadside Books.

[2] Dramatik Manevralar'da George Orwell'ın 1984 adlı eserini sinemaya uyarlayan Michael Radford'un, 1984 adlı filmi üzerinden film okuması yapan ve bu okuma sırasında bizlerle gaslighting kavramını paylaşan Cem Başeskioğlu'na teşekkür etmeliyim.