Türkiye Cezaevlerinde Neler Oluyor? Düşman Ceza İnfaz Sistemi

Toplumların olduğu gibi devletlerin de hafızası vardır.

Deneyimlerin, uygulamaların kişisel ve toplumsal sonuçları birikir, mekanizma da temelde aynı ise oluşan bu hafıza yönetme politikalarının güncellenmesi sırasında yeniden karşımıza çıkar.

Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?” ifadesini yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren için söylediği iddia edilir.[1] 12 Eylül Ceza İnfaz rejimini de özetleyen bu ifade, en kristalize halini Diyarbakır Askerî Cezaevi uygulamalarında bulmuştu.

Türkiye cezaevlerinde ağırlaşan baskıyı, tecridi ve sağlıksız tutulma koşullarını bilenlerin, insan hakları derneklerinin, hukuk örgütlerinin, tutuklu hükümlü ailelerinin uyarıları ne yazık ki gerçek oldu. Cezaevinden çıkan tabutların sayısı olağandışı şekilde arttı.[2] Cezaevlerinde kalabilir raporu verilen hasta tutsaklar cezaevlerinde yaşamlarını yitiriyor, kalp krizi sonucu ölümler ve intiharlar artıyor.

Kocaeli’nde hücresinde ölü bulunan Garibe Gezer, Tekirdağ F tipi cezaevinde intihar etti denilen Vedat Erkmen ve en son Silivri 5 No’lu cezaevinde işkence sonucu hayatını kaybettiği iddia edilen Ferhan Yılmaz ve kamuoyuna yansımayan daha niceleri…

Silivri cezaevindeki son vakada adli birimde yatan mahpusların kötü muamele ve işkence ile intihara sürüklendiği iddiası var. Mahpusun hastane görüntüleri de iddiayı doğruluyor. Maruz kalanların, ölüme sürüklenenlerin siyasi mahkûm olmaması haberin kamuoyunda daha fazla tedirginlikle karşılanmasına neden oldu. İdeolojik olarak dizayn edilmiş toplumun önemli bir bölümü açısından, siyasi mahkûmların “devlet düşmanı” olmaları hasebiyle, çok tasvip edilmese de bazı uygulamalara maruz kalmaları olağandı! Lakin ölüm vakalarının hiçbir dönemde olmadığı kadar artması ise rahatsızlık verici idi.

Cezaevi idareleri veya personelleri tarafından uygulanan işkence ve kötü muamelenin yanı sıra, mevcut tutulma-kapatılma koşullarının tamamı mahpusların sağlıklı yaşam hakkını ortadan kaldıran, yavaş yavaş ölüme götüren bir süreci tanımlar.

Mahpuslar, cezaevinde beslenme, barınma ve diğer kötü fizikî koşullar nedeni ile sağlıklarından oluyor, tedavi hizmeti alamıyor, tahliye olanlarda birçok sağlık sorunu tespit ediliyor. Bunlar tercih edilen cezaevi politikasının sonuçları.

12 Eylül’ün miras taşıyıcısı AKP-MHP yönetiminde, cezaevleri izlemeye ve denetime kapalı olacak şekilde yeniden dizayn edildi. Siyasilere zaten uygulanan ayrımcı ve düşmanca infaz rejimi yeterli bulunmadı. Yükselen faşist yönetme anlayışı ile birlikte siyasi mahpuslara âdeta savaş esiri muamelesi yapılırken, adli mahkûmlar ise tanınan onca af şansına rağmen cezaevine geri dönen, cezaevi işliklerinde çalışmadığı sürece devlete gereksiz maliyeti olan “baş belaları” olarak kodlanıyor.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası cezaevleri, personel yapısı itibarıyla yeniden düzenlendi. Uzun süre aynı mahkûmlarla muhatap olan personelin yeri değiştirildi. Uzun süreli mekânsal ortaklığın kaçınılmaz sonucu olan iletişimin yarattığı/yaratacağı zafiyet önlenmiş oldu.

Cezaevleri, sorunların çözümünde mahkûmları ve avukatlarını kısmen muhatap alan müdürler yerine hiçbir şekilde ulaşılamayan, tarafı olduğunda çözme zorunluluğu doğacağından hiçbir sorunun tarafı olmayan müdürlerin idaresine bırakıldı.

Cezaevlerindeki dizayn hukuk düzenindeki dizaynın en önemli ayaklarından birisi idi. Haksız tutuklama ve yargılamalar ile yargı şiddetine maruz kalanlar için cezaevlerinde de aynı şiddetin olanaklarını yaratacak kapsamlı düzenlemeler yapıldı.

Mevzuatta değişiklik ise Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum tarafından başlatıldı.[3] Uçum Kasım 2019 yaptığı açıklamada adil bir infaz rejimi hedeflediklerini, iş yurtlarının yaygınlaştırılması ve kalabalıklaşma sorunun çözülmesi, insancıl standartların geliştirilmesi konularında çalıştıklarını belirtmişti.

29 Mart 2020 tarihinde Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük kaldırılıp, 31083 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında yönetmelik yayımlandı.[4]14 Nisan 2020 tarihinde ise 7242 sayılı yasa ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve İnfaz Hakimliği Kanun’unda değişiklikler yapıldı.[5] Cezaevlerindeki düşman infaz rejiminin sürdürülebilirliğinin yasal temelleri sağlamlaştırıldı.

Cezaevlerinde sorunlar ancak ölüm veya ağır işkence hallerinde duyulur hale geldi. Cezaevlerine dair istatistikî bilgiler dahil resmî bilgi almak imkânsız hale getirildi. Dilekçeler, soru önergeleri ve başvurular yanıtsız bırakılıyor.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfik Evleri Genel Müdürlüğü faaliyet raporunu en son 2016 yılında yayımladı. O tarihten sonra da resmî bilgi almak mümkün olamadı. Bu rejimin tanımlayıcı özelliklerinden birisi en az bilgi ile güvensiz ve belirsiz bir zemin yaratarak kamuoyunu zamanla etkisiz hale getirmek.

Aslında cezaevlerinin yürürlükteki mevzuata göre ve uluslararası sözleşmelere uygun yönetilip yönetilmediğini incelemek üzere 2001 yılında Adli Yargı Adalet Komisyonu bünyesinde, üyeleri Adalet Bakanlığı tarafından seçilen Cezaevi İzleme Kurulları oluşturuldu.[6] Bu izleme kurulları raporlarını kamuoyu ile değil, sadece bakanlık ile paylaşıyor. Bu durum CİSST[7] raporlarına da yansıdı. Bağımsız heyetlerin cezaevlerinde incelemede bulunmaları talepleri ise yıllardır reddediliyor, hak ihlallerine dair bilgi sadece mahpusların aileleri ve avukatları aracılığı ile kamuoyuna yansıtılabiliyor.

Dışarıda kutuplaşmanın, ırkçılığın, ayrımcılığın, toplumun geneline yaygınlaştırıldığı bir dönemde kapalı ceza mekânlarında durum tabii ki daha dehşet verici. Yönetiminin MHP kadrolarına bırakıldığı iddia edilen cezaevlerinde mahpuslar nefes alamaz duruma getirildi. Yirmi-yirmi beş yılını, baskının, şiddetin eksik olmadığı cezaevlerinde geçirmiş mahpusların dahi dile getirdiği örgütlü bir kötülüğün, düşmanlığın sistematik olarak uygulanması söz konusu; âdeta buradan sağ çıkmaları istenmiyordu.

İnfaz mevzuatında yer alıp da istisna olarak uygulanabilecek kısıtlamalar en keyfi hali ile uygulanmaya başladı. Cezaevi girişinde kötü muamele amaçlı çıplak arama, karantina uygulaması ile hücre cezasının genele yaygınlaştırılması, sağlıklı yiyecek ve içeceğe ulaşmanın zorluğu, fikrî gelişmenin aracı yayın ve kitaplara ulaşmanın engellenmesi, keyfî sürgün ve nakiller, sosyal kültürel hakların kullandırılmaması, yalnızlaştırma gibi.

İlk kurulduklarında birçok hukuka aykırı cezanın iptali kararlarına tanık olduğumuz infaz hâkimliklerinin sayısı arttırılıp âdeta bakanlığın kontrolünde birimlere dönüştürüldü. Mahpuslarla ilgili, neredeyse tüm kararları alabilen cezaevi idare ve gözlem kurullarının hukuka aykırı kararlarına karşı tek başvuru yolu olan infaz hâkimliklerinin mahpuslar lehine kararlarının sayısı hızla düştü.[8] İdare ve gözlem kurulları, mahkûmların “iyileştirilmesinde” ve “terbiyesinde” daha fonksiyonel hale getirildi. 

Covid-19 salgını, cezaevlerindeki tüm sosyal ve kültürel hakların askıya alınmasının yolunu açtı. Spor faaliyeti, sanatsal üretim, kütüphane kullanımı, sohbet hakkı, dışarıdan kitap, dergi, gazete alımı vb. Artık açık görüşler başlamış olsa da havalandırmaya çıkma, sosyal faaliyet, sohbet hakkı, birlikte spor yapmak gibi haklar ya hiç ya da çok sınırlı kullandırılıyor, üç kişilik hücrelere sıkıştırılan mahpuslar yıllarca başka hiçbir mahpusla temas ettirilmeden sosyal izolasyon altında infazlarını tamamlıyorlar. Avukat görüşleri sırasında dahi karşılaşmamaları için özel çaba gösteriliyor. Mahpusların birçoğu Covid-19 bahanesi ile kurulan karantina hücrelerine girmemek için hastaneye gitmeyi erteliyor, ring araçlarındaki kötü koşullar nedeniyle mahkemelerine gitmemeyi tercih ediyorlar. Karantina hücreleri ise, tek başınıza kaldığınız, kir ve pislik içerisinde, kitap ve zorunlu eşyalarınızı uzun kavgalar sonrası alabildiğiniz yerler.

12 Eylül rejimi çoğunlukla “terbiye etme”, “yola getirme” mantığı ile zulüm ederken günümüz iktidarında cezalandırma ve yok etme amacının daha baskın olduğu gözlemleniyor.

Hak öznesi kabul edilmeyen mahpusların hak ettikleri tek hukuk düşman infaz hukuku. Covid-19 salgını ise bu infaz rejiminin daha etkin hale getirilmesini sağlamak için büyük olanaklar sağladı. En ufak bir hak arama girişimi tutanağa bağlanıp disiplin cezası verilmesi için yeterli kabul edildi.

Koşullu salıverilme[9] zamanı gelen mahpuslar, kimi zaman bu disiplin cezaları, kimi zaman idare ve gözlem kurullarının ıslah olmadıklarına, terörle bağlantıları olduklarına ilişkin yorum yazıları gerekçe gösterilerek tahliye edilmiyor. Sincan Cezaevi’ndeki kadın mahpuslar, en ufak bir şikâyetlerinin disiplin cezasına ve koşullu salıverilme haklarının iptaline yol açtığını, bu nedenle sessiz kaldıklarını, bu durumun da onurlarını incittiğini ifade etmişlerdir.

Yeni infaz rejiminin diğer bir sonucu da cezaevinde ancak disiplin soruşturması konusu olabilecek slogan atma, Kürtçe şarkı söyleme gibi eylemlerin ceza davası konusu yapılması ve hükümlü mahpusların yasadışı örgüt üyeliğinden yeninden cezalandırılmaları talepli iddianameler hazırlanmasına şahit olmamız oldu.

Tercih edilen ve bilinçli olarak yürütülen ceza infaz politikasının sonucu cezaevinden cenazelerin çıkması oluyor.

Özellikle F ve L tipi cezaevlerinde tecrit altındaki siyasi mahpuslar düşmanca uygulamalarla ve ağır tecrit altında ciddileşen sağlık sorunları ile baş etmeye çalışıyorlar.[10]

Az ve kötü kalitede verilen yemekler mahpusları, pahalı kantin alışverişine zorluyor. İçme suyuna kadar her şeyi kantinden almak, yüksek elektrik faturalarını ödemek zorunda kalan mahpusların yoksul ailelerini mali açıdan güç durumda bırakıyor. Örneğin Ankara Sincan Cezaevi’nde kadın mahkûmlar uzun süre, nedenini öğrenemedikleri bir şekilde kirli akan suyu kendi olanakları ile dezenfekte etmeye çalıştılar. Tüm şikâyetleri sonuçsuz kaldı.

Politik mahpusların ailelerinden uzak cezaevlerinde tutulması politikasının bir sonucu cezaevi harcamaları için ihtiyaçları olan parayı kendilerine yatıracak kimsenin olmaması. Cezaevlerine gelebilen mahpus aileleri, diğer mahpusların ailelerinin ulaştırdığı paraları mahpus adına yatırıyordu. Bu yıllarca süren bir dayanışma hali idi. Ta ki Anayasal suçlar savcılıkları, başkası adına para yatıran herkese terör finansmanı iddiası ile soruşturma açana kadar. En son Ankara’da bir avukat bu nedenle gözaltına alındı.

Yok etme, sindirme, yalnızlaştırma politikasının tezahürü bu şekilde iken doğrudan hiçbir fizikî müdahaleye uğramasa dahi, süreklileşen tecrit, kötü muamele, sosyal ve kültürel hakların ihlali, beslenme-barınma koşullarının insani olmaması ve benzeri süreçlerde fizikî veya ruhsal sağlık problemleri yaşayan ve herhangi bir sağlık sorunu ile hayatını kaybeden bir mahpusun ölümü doğal kabul edilebilir mi? Bu ölümlerin sorumlusunun siyasi iktidar ve cezaevi idaresi olduğunu söylememek mümkün mü?


[1] https://www.evrensel.net/haber/112363/asmayalim-da-besleyelim-mi-2

[2] https://cisst.org.tr/tcps-yayinlari/raporlar/covid-19-raporlari/; https://www.ihd.org.tr/tag/hapishane-raporu/

[3] https://www.memurlar.net/haber/865433/infaz-rejimini-tatminkar-hale-getirmek-asli-hedef.html

[4] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/03/31/korona-gunlerinde-infaz-rejimi   

[5] https://m.bianet.org/kurdi/siyaset/222618-ceza-infaz-sistemi-degisikligi-insan-haklari-ihlalidir

[6] 4681 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu 14.06.2001 tarihinde yayımlandı. Bu düzenleme Hayata dönüş operasyonu adı altındaki cezaevi katliamından sonra ve Avrupa Birliği uyum süreci kapsamında yapılan bir düzenleme

[7] Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği.

[8] “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” - İdare ve gözlem kurulunun görev ve yetkileri: MADDE 28- (1) İdare ve gözlem kurulu aşağıda sayılan işleri yapmakla görevli ve yetkilidir: a) Hükümlülerin suç türlerini belirleyerek, durumlarına uygun kurumlara ayrılmalarını sağlamak ve bunlara uygun olacak infaz ve iyileştirme rejimini saptamak. b) Hükümlülerin kurumlara kabullerinden sonra kalacakları odaları belirlemek. c) Kurumlarda kalmakta olan hükümlüleri gruplandırmak. ç) Hükümlülerin kalmakta oldukları odaları değiştirmek. d) Hükümlülerin bireysel olarak, psiko-sosyal yardım servisince hazırlanan iyileştirme programlarına uyumunu ve sonuçlarını değerlendirmek. e) İyileştirme programları kapsamında spor alanları, çok amaçlı salon, kütüphane ve iş atölyelerinden yararlanma gibi faaliyetlere katılabilecek durumdaki hükümlüler ile kurumun iç hizmetlerinde çalıştırılacak hükümlülerin belirlenmesi ile ilgili karar almak. f) Tehlikeli hâli bulunan ya da örgüt mensubu olan hükümlülerle ilgili olarak, telefon görüşmeleri ile radyo, televizyon yayınları ve internet olanaklarından yararlanma hakkının kısıtlanmasına karar vermek. g) Açık kurumlar ile eğitimevlerinde bulunan hükümlülerden; kurum dışındaki eğitim, ağaçlandırma, çevre düzenlemesi ve temizliği, doğal afet sonrası yardım, tiyatro çalışmaları gibi sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere katılacak hükümlülerin, kurum dışına çıkabilmeleri için karar almak. ğ) Açık kurumlarda ve eğitimevlerinde kalan hükümlülerin, oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri eşyanın cinsi ve miktarını belirlemek. h) Koşullu salıvermeye ve uygulanacak infaz rejimine esas teşkil edecek iyi hâl kararını almak. ı) Hükümlüleri, tutum ve davranışlarına göre ödüllendirmek. i) (Ek: RG-12/11/2021-31657-CK-4773/12 md.) 5275 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi gereğince hükümlülerin kapalı ceza infaz kurumuna iadesine karar vermek. j) Mevzuatla verilen diğer görevleri yerine getirmek.

[9] Koşullu salıverilme 5275 sayılı yasanın 107. maddesinde düzenlenmiş olan, hapis cezasının bir kısmını cezaevinde “iyi halli” geçiren hükümlünün cezasının kalan kısmını cezaevi dışında şartlı olarak infaz etmesini sağlayan bir infaz hukuku kurumudur. Örneğin cezanın adli suçlarda 1/2, örgütlü suçlarda 2/3, TMK kapsamındaki suçlarda ¾’nü cezaevinde geçiren kişiler tehlikeli veya iyi halli olmadıklarına dair aksi bir karar olmadığı sürece bu sürelerin sonunda tahliye ediliyorlar. Şimdiye kadarki genel uygulama “iyi hal” değerlendirmesine bağlı olmadan bu süreleri tamamlayanların tahliyesinin sağlanması idi.

[10] Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar, terör mahkûmları ve tehlikeli mahkûmlar için kurulduğu ifade edilen S tipi cezaevleri ise F tipi cezaevlerine göre iki kat kapasiteye sahip 1 ve 3 kişilik hücrelerden oluşan yeni cezaevi modeli. Bu model cezaevleri için F tiplerinden daha ağır bir tecridin söz konusu olacağına dair endişeler dile getiriliyor.