“Kamusal Tiyatro ve Enerji Hakkı”
Kemal Aydoğan’la Söyleşi

Moda sahnesi kurucularından yönetmen Kemal Aydoğan ile son zamanların tartışılagelen konusu kamusal tiyatroyu, tiyatroda özerkliğin ehemmiyetini konuşmak için bir araya geldik. Pandemide çıkarttıkları 5 yeni oyunun yanı sıra, toplumsal meselelerde ortaya koydukları tepkiler ile de adından söz ettiren, “Topluma zorla dayatılanı görünür kılmak sanatın işidir,” diyen moda sahnesi’nin gelen zamdan sonra bir ayda üç katına çıkan elektrik faturalarını ödememek üzerine başlattıkları ve bir süre sonra sağlık gerekçesiyle sona erdirdikleri “ödemiyoruz” eylemi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel tiyatrolara desteğinden “Türk örf ve âdetlerine uymaması” gerekçesi ile yararlanamamasını konuştuk. “Değişmek şart. Hatta sürekli değişmek şart,” diyen Aydoğan, tiyatro yaşantısına dair yeni bir model taslağı üzerinde çalıştıklarından da bahsetti. İstenildikten, çabaladıktan sonra mümkün olacak olan her şey gibi, tiyatroların ticarethane olarak görülmediği bir sanat üretme ortamı mümkün…

***

 

Magmadan başlayalım isterim. Her şeyden önce “Özel, ticari bir tiyatro değil, özerk, kamusal bir tiyatroyuz,” diyorsunuz; 11 Nisan’da moda sahnesi olarak yayımladığınız bildiride de geçiyor bu cümleler… Bu kavramları açtığımızda neyle karşılaşıyoruz? Özerk, kamusal tiyatro dediğimizde aklımızda ne canlanmalı? Bunun yanı sıra, ödenekli tiyatro olmak istemediğinizin altını her fırsatta çiziyorsunuz, ödenekli tiyatro kavramını da açarak neden bu sisteme karşı olduğunuzu anlatabilir misiniz?

Şuradan başlayayım. Türkiye’de özel tiyatrolar bir tek şekilde faaliyetlerini sürdürebiliyorlar. Bunun dışında herhangi bir biçimde faaliyette bulunmaları “profesyonel” olarak mümkün değil. O da “şirket” olmak, vergi dairesine kayıtlı olmak zorundalar. Şirket olunca da şirketin faaliyet yürütme kanunlarına tabiler tabii ki. Vergi dairesi, ticaret odası gibi kurumlarla ilişki içinde olmak demek bu. Sanat kurumları ticaret odası içinde olmaya zorlanıyor. Sanatın “girişimcilik” yönü parlatılmaya çalışılıyor, sanatın doğuracağı “ekonomiden” dolayı kıymetlidir algısı yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Ekonomik açıdan zayıf ya da verimsizse o sanat geçersiz olarak yaftalanmaya çalışılıyor. Piyasacılık cenderesi tarafından sarılmış, ticaretin alanına hapsedilmeye çalışılan bir tiyatro sanatı var hülasa. Bizim “kamusallık” vurgumuz ticaretten, piyasadan, girişimcilikten sanatı, tiyatroyu kurtarmaya çalışmak içindir. Paranın rehin almaya çalıştığı sanatı asıl yerine, topluma, kamuya iade etmek istiyoruz. Sanatın metalaşmasına gönlümüz razı gelmiyor.

Ancak bundan çıkış yolunu ödenekli tiyatro yapıları içinden de görmüyoruz. Geçtiğimiz yıllarda ödenekli tiyatrolara hükümet ya da belediye yönetimlerinin onlarca müdahalesine şahit olduk. Hatta kabul edilmesi imkânsız sansür mekanizmalarının içinde tiyatro sanatının Can Yücel’in deyişiyle “dilinin bağlandığına” da tanıklık ettik. Geçtik “makbul vatandaş üretimini”, oyuncak edildi birçok kez tiyatro sanatı.

Bu iki yolun dışında tiyatro sanatının yeni bir yola ihtiyacı var bizce. Bunun en temel prensiplerinden biri kamusallık ise bir diğeri de “özerkliktir”. Özerk, yani repertuarına, sözüne karışılmayacak, sansürlenmeyecek tiyatroların, kumpanyaların varlığını işaret ediyoruz. Kamusal bütçeden faydalanmanın gereği olarak toplumsal bakışı, piyasacı, rekabetçi zihniyetin yerine tesis etmiş, devletin değil toplumun içinde yeşermiş, yerel mahallerde yeşermiş tiyatroların varlığının güçlenmesini hedefliyoruz.

“Kamusal tiyatro”yu biraz daha açıp satır aralarına girelim o halde… Kamusal tiyatro kavramından ne anlamalıyız, nelere olanak sağlıyor kamusallık? Kamusal tiyatronun gerekliliğine dair ayrıntılı bir neden-sonuç çizgisi çizebilir misiniz?

Kamusal tiyatro “kamusal bütçe” kullanan tiyatrodur. Halkın vergileriyle oluşturduğu bütçeden pay aldığı için sanatı halk, toplum adına yapan tiyatrodur. Kâr amacı gütmez. Bir toplumda yaşayan her türden grubun, topluluğun kendini ifade etmesi bu grupların etkileşim içinde kalıp toplumsal olanı yapılandırmasını, sanatın ifade aracı olarak tüm topluma yayılmasını amaçlar. Ayrıcalıklı bir seyirci yaratmak yerine herkesin ulaşabileceği bir mesafede durur. İnsanların birbirleriyle temas etmesini, iletişimde ve etkileşimde olmasının yollarını oluşturur. Rekabetçi, piyasacı, paragöz bir toplumun yaratmaya çalıştığı iletişimsiz, etkileşimsiz, kendi içine kapanmış narsisist insanının yerine “başkalarıyla” münasebet halinde olan insana varmayı hedefler. İnsanın krizini kapitalizm aşamayacak. Hatta kapitalizm ve kültürü insani, çevresel kriz demek. Bir başka yol bulamazsak kapitalizmden sonrası olmayabilir. Kapitalizmin anladığı toplum ya da insan fikri iflas etti. Yeniden bir canlı varlık olarak birbirimizi düşündüğümüz, birbirimiz için kıymetli olduğumuz tahayyüle ihtiyacımız var.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kaynaklarını, bütçesini değerlendirme tercihleri ve yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Özel tiyatrolara devlet desteği kâğıt üzerinde var, peki nasıl işliyor bu süreç? Mesela moda sahnesi’ne bu destek sağlanmadı, gerekçe olarak da örf ve âdetlere uymaması gösterildi. Bu durumun sizi şaşırttığını düşünmüyorum fakat nasıl değerlendirirsiniz?

Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara destek tercihi miktar olarak çok az bir kere. Dağıtım modeli olarak da sanat üreten tiyatroların faaliyetini desteklemekten çok “bahşiş” dağıtma mekanizmasına benziyor. Padişahın yol kenarında bulunanlara kese fırlatması gibi bir durum. Kültür Bakanlığı yaptığı destek karşılığında tiyatrolarla bir ilişki kurmuş olmuyor. Kurması gerekir aslında. Şaibeli bir destek yolu kullanıyor Kültür Bakanlığı. Ticari sır diyerek kamu bütçesinden dağıtılan paraların kime ne kadar verildiğini açıklamıyor mesela. Oysa kamu bütçesi kullanılıyorsa son kuruşuna kadar hesabının verilmesi gerekir ya da sorulması gerekir. Destek kriterleri ise nitelikli tiyatroyu ölçmeye yeterli değil. Sanat kurumlarının devamlılığı, sanatsal üretimin niteliği gözetilmiyor. Fazlasıyla “vasatı” gözeten bir yöntem. Kültür Bakanlığı “nitelikli” sanatın yanında olamaz böyle bir destek yönetmeliğiyle ve anlayışıyla.

Şu an sadece proje desteği için başvuruluyor. Başka bir destek modeli yok. Mesela tiyatro salonu yapacaksanız, ekipman alacaksanız ya da tiyatro salonu işletiyorsanız bunların Kültür Bakanlığı nezdinde hiçbir önemi yok. Belli bir dönemde iki sayfalık bir proje dosyası ile başvuru yapılıyor. Tiyatroların istediği miktar değil, bakanlığın belirlediği bir ortalama “destek miktarı” veriliyor. Mesela projeniz için 300 bin TL gerekiyor, alacağınız destek maksimum 50 bin TL. Bu durum destekten öte dostlar alışverişte görsün anlayışı ya da sus payıdır.

moda sahnesi’ne bu yıl Kültür Bakanlığı destek sağlamadı. Bizi cezalandırdı. Resmî olarak özel tiyatrolara devlet desteğinin 8. maddesine uymadığımız yönünde bir gerekçe bildirdi. 8. madde tiyatro sanatının geliştirilmesine ilişkin birtakım hükümler içeriyor. Yani bakanlık moda sahnesi’nin tiyatro sanatına katkı yapmadığını düşünüyor. Destek alan 428 tiyatro, tiyatroya destek sağlıyor fakat moda sahnesi sağlamıyor, öyle mi alay komutanı? Kuşlar bile güler buna. Bakanlığı mahkemeye verdik, bu kararlarını kabul etmediğimizi, hukuken de peşinde olduğumuzu bilsinler diye. Birkaç bürokratın -ki içlerinde Devlet Tiyatroları genel müdürü de var- iki dudağı arasında olamaz tiyatro sanatının kaderi... Gayri resmî gerekçe dediğimiz ise şöyle gerçekleşti: Komisyon üyelerinden Rağıp Ertuğrul ve Nihal Kuyumcu, aralık ayında tiyatro…tiyatro dergisine verdikleri bir röportajda bazı komisyon üyelerinin moda sahnesi’nin Türk örf ve âdetlerine uymadığı yönünde görüş belirttiklerini kamuoyuyla paylaştılar. Müthiş değil mi? 428 tiyatronun Türk örf ve âdetlerine uyması ve bu yüzden destek aldıkları gibi bir sonuç çıkıyor ki bu hem tiyatrolar hem de bakanlık adına bir skandal!  Bize destek verilmemesinden daha büyük bir sanatsal, düşünsel felaket bu. Her iki gerekçe de garabetin boyutu hakkında net bir fikir veriyor bize. Keyfî bir değerlendirme biçiminin egemenliğinde sanat kurumları değerlendiriliyor. Bu bir özel tiyatroları destekleme modelinin eksikliğini gösteriyor. Olan durum şu: Nesnel bir destekleme modeline ihtiyaç henüz hasıl olmamış, eş, dost, akraba kayırmacılığı henüz kimseyi rahatsız etmiyor.

Yerel yönetimlerin, devletin kendi sanat evlerini kurmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sanatı desteklemiş mi oluyorlar, yoksa kendi sanatlarını üreterek sansür mü uygulamış oluyorlar?

Devletin, yerel yönetimlerin, sermayenin sanat üreticisi olmalarının doğru olmadığını düşünüyorum. Bu kurumlar sanatı desteklemeli, destekleme modellerini kurmalıdır. Bağımsız, özerk, toplumsal, kamusal, adına ne diyorsak o tür sanat üreticilerini desteklemenin yollarını oluşturmaları gerekir. Denetimden, sansürden, ideolojik tekçilikten ancak böyle kurtulunabilir.

Elektrik faturalarına gelirsek, Ocak ayında 7 bin lira gelen faturanızın Şubat ayında 20 bin liraya çıkması gerekçesiyle ödemeyeceğinizi açıkladınız. Elektriğinizi kesmeye ilk kez 10 Mart’ta geldiler, 21 Nisan itibarıyla ise bu eylemi sonlandırdığınızı açıkladınız. Bu bir buçuk aylık süreçte ise başta kamusal tiyatro olmak üzere pek çok kavramı yeniden tartışır olduk. Enerji hakkı, yurttaşlık hakkı, Anayasa’nın 64. maddesi… Nasıl başladı her şey? Eylemi sonlandırma kararınızın altında yatan sebepler nedir?

7 bin TL gelen aralık ayı faturasının ocak ayında 20 bin TL gelmesiyle başladı. Üç katına çıkmış bir faturayı etik, politik, ekonomik tüm gerekçelerle ödeyemezdik. Bu zam toplumu müşterileştiren neoliberalizmin en net göstergesiydi. 12 Eylül, 41. yılında toplumu istediği gibi güdebileceğinin zaferini mutlak olarak ilan etti böylece. Bu zamların kabul edilmesi sahiden korkunç bir boyun eğme hali. Utanç verici. Çürümüşlük kokusu her yanı sardı birden. Biz ferdî olarak tepkimizi, boyun eğmeyeceğimizi belirtme gereği duyduk. Sadece bir sanat kurumu değil, aynı zamanda bir vatandaş tepkisiydi de bu. Çünkü devlet bizden daha büyük değil. Hele ki sermayeye doğayı, toplumu, kamusal bütçeyi peşkeş çeken devlet hiç büyük değil. Faturamızı ödemeyeceğimizi söyledik. 10 Mart’ta elektriğimizi önce kestiler, sonra dört saat içinde yeniden açtılar. Nedenini sorduk, faturanızı ödemişsiniz dediler. Oysa biz ödemedik. Araştırdık ancak sonuç alamadık, kimin ödediğini bulamadık. Bir ay sonra şubat ayı faturasını ödemediğimiz için kesildi elektriklerimiz. Bir süre elektriksiz, sonra da jeneratörle sürdürdük faaliyetimizi. Ancak öncelikle sağlık açısından zafiyet doğurdu bu durum. Çünkü havalandırmayı çalıştıramıyorduk. Bu da Covid-19 salgını açısından seyircinin sağlığını tehdit eden bir durumdu. Sanatsal açıdan da eksik ışıkla oyunları oynamak oyunları negatif yönde etkiledi. Bu iki sebeple borcumuzu ödeyip eylemi sonlandırdık.

Ödemiyoruz. Faturayı ödeyememek değildi en başından beri mesele, ödememekti. Bunun altını bilerek çiziyorum, çünkü özellikle de sosyal medyada “beceremiyorsanız sanat yapmayın” gibi eleştirilere de maruz kaldınız. Halbuki siz farklı bir şeyi anlatma derdindeydiniz. Bilerek veya bilmeyerek anlaşılamadı bu dert belirli bir kesim tarafından. O sebeple şöyle sorayım, neden Ödemiyoruz?

Enerji temel ihtiyaçlardan bir tanesi. Elektrik olmasa ne internet kullanabiliriz ne telefonu şarj edebiliriz ne de banyo yapabiliriz. Çok yakında bir yerden bir yere de gidemeyeceğiz elektrik olmazsa. Böylesi temel bir ihtiyaç üzerinden kâr edilmesi yurttaşın müşteriye dönüştürülmesine itirazdan dolayı ödemiyoruz dedik. Devlet bizi müşterisi yapamaz. Devlet kim ki? Birileri... Yönetim aygıtını ele geçirmiş birileri. Yönetim aygıtını elinde bulunduruyor diye kendi dışındakilere zorla bu kararları kabul ettirmesini kabul edemeyiz. Çünkü bizim hayatımıza nasıl devam edeceğimiz hepimizin ortak derdidir. Bir ülke yurttaşlarından hiç kimseyi feda edemez, böyle düşünemez. Oysa pandemi sırasında destek sağlanmadığı için onlarca yurttaş, vatandaş, insan intihar etti. %110 kâr açıklamış Enerjisa firması. Birileri, sermaye bu oranda kâr ederken yurttaşın ölüme itilmesi tümüyle bir yönetim sorunudur. Politik bir problemdir. İşte tam bu kavşakta kamusallık adına, kimsenin intihar etmemesi için ödemiyoruz dedik.

Peki, çözüm…  İdeal sanat yapma ortamı, koşulları nedir sizin gözünüzde?  Sorunlara halihazırda muhatap bulamamak, yeni bir oluşum yaratma isteği yaratıyor mu sizde? Değiştirmek, değişmek için ne lazım? 

Değiştirmek şart. Hatta sürekli değiştirmek şart. Hiçbir şeyin yerli yerine oturmasına, konfor sahibi olmasına izin vermemek lazım. İnsan çıkarları için başka insanları köleleştirmeyi, kullanmayı isteyen bir varlık. Onun için kimseyi imtiyaz sahibi kılmamak gerekiyor. Kamusal tiyatro nasıl bir modelle kurulur üzerine bir grup tiyatrocu ile birlikte toplantılar düzenliyoruz. Çözüm önerisi olacak bir model taslağı oluşmak üzere. Toplumsal hayatta ödenekli ve ticari tiyatrolar dışında var olacak bir tiyatro yaşantısına dair bir model önerisi bu. Kâr amacı gütmeyen, kamusal bütçeden pay alan, denetlenebilir ve hesap verebilir, kadro barındırmaya olanak tanıyan bir sistem. Kumpanyaların da, tek tek kişisel projelerin de değerlendirilebileceği, sanatsal yaratım ve niteliği arttıracak bu modelin tiyatro yaşantısı için çok gerekli olduğunu umarım yöneticiler de kavrar.