Ey Şehir, Bombalar Bitiremez Seni!

İsrail’in teröre ‘ölçülü’ cevabının ardından binlerce Kanadalı mülteci için Mersin’deki spor salonları geçici olarak sığınma noktaları olarak düzenlenmiş. TV görüntülerinde bir Alman kadın, Beyrut’tan ayrılırken ağlıyor. ‘Yahudi Soykırımı’nın mağdurlarından biri o.

Kanadalı Yahudi kökenli şarkıcı şair Leonard Cohen, Nisan 1993’de Çalıntı dergisinde çıkan röportajında günümüzü 13 yıl öncesinden betimliyordu: “Evet, biz rahat evlerimizde, sürdürüyoruz... Ama sokağımızın biraz aşağısı yanıyor. Yangın sokağın bizim tarafına ulaşamadı henüz. Ama geliyor. Belki gelecek yıl, belki bir kaç yıl sonra. Ya da geçen yıl gelmişti zaten. Dünya ateşler içerisinde her halükarda. Belki Kopenhag ve benzeri, bizim oturma ayrıcalığına sahip olduğumuz birkaç yer daha hariç. Ama dünyanın diğer yerleri…”

“Saraybosna’dakiler de inanmıyorlardı ona önce. Gürcistan’dakiler de...”

Pink Floyd’tan tanıdığımız Roger Waters ise Amused to Death albümümün Perfect Sense başlıklı parçasında;

and the Germans kill the Jews
And the Jews kill the Arabs
And the Arabs kill the hostages
And that is the news”

diyordu faşizmin milliyeti olmadığını anlatan dizelerinde.

İşin ilginci, geçenlerde çıkardığı yeni parçası Leaving Beurit’un tam da İsrail’in Lübnan’ı işgalinin ardından gene popülerlik kazanmasıydı.

“Willa ve ben ayrıldık Beyrut’tan, o doğuya Bağdat’a ve ondan arta kalanlara doğru yol aldı, bense kuzeye…”

Sanatçı geçen yıl ekim ayında Paris’teki göçmen intifadasının arifesinde Fransız Devrimi’nin 200. yılı anısına oluşturduğu Ça Ira isimli operayı çıkartmıştı, garip bir tesadüf olarak.

Dünyanın gelişmiş ülkelerinin vatandaşları mülteci durumuna düşüyor. Ne kadar trajikomik! “Lanet olsun!” demek istiyor insan, daha 15 gün öncesine kadar futbolla ‘uyutuluyorduk’. Dünya kupası neredesin? Aslında uyutan futbol değil insanı, şiddetin kendisi. Sporla, sanatla biraz olsun insan olduğumuzu anımsamıyor muyuz!

İnternette dolaşan görüntüler var, Lübnan’dan gelen. İsrailli kız çocukları başka çocukları öldürecek bombaların üstüne “sevgilerle” yazıyorlar. Her savaş kirlidir, kirlidir ama savaşın kirinin çocukların eline bu kadar bulaştırıldığı bir an ben hatırlamıyorum. Hangi ebeveyn böyle bir düşünce içinde olabilir. Nazilerin yaptığının kitlesel olarak yanına (çok şükür-şimdilik) yaklaşamasa da vicdani olarak daha büyük bir vahşetle karşı karşıyayız.

Şimdi maalesef kimse o kadar üzülmeyecek! Schindler’in Listesini bir daha izlediğimizde daha önceki izleyişimiz kadar içimiz burkulmayacak. Dürüst olmanın bazen provokatörlükle suçlanabileceği bir dünyada yaşıyoruz, lakin ben kendi adıma eskisi kadar içimin sızlamayacağını söyleyebilirim. Faşizmin milliyeti yok da vicdan her yerde vicdan. Ne yazık ki Lübnanlıların, Filistinlilerin hiçbir zaman lobileri, Spielberg gibi bir yönetmenleri olmayacak ama her daim “Schindlerler” tarafından kurtarılmayı bekleyecek listeler dolusu kurbanı olacak gibi gözüküyor. O “Schindlerler”in de artık hiçbir dünya sorununda etkisi olmadığı iyiden iyiye görülen Avrupa Birliği ya da güvenilmez Amerika olduğunu düşünürsek…

Son gelişmelere en çok kahrolan,22 Haziran’daki Tel Aviv konserinde -konser mekanı sanatçının resmi sitesinde “Peace Village”(*) olarak belirtilmiş ki burasının Filistinlilerin ve İsraillilerin birarada sorunsuz yaşadığı bir yer olduğu söyleniyor- Roger Waters’ın şarkılarını söyleyen İsrailli ilerici insanlar olmalı.

Filistin’de yokluk içinde büyüyen çocuklar, İsrail’de yaşıtlarını yakarak, parçalayarak katledecek bombaların üstüne “sevgilerle” yazdırılan çocuklar...Bu çocuklar nasıl getirecek Ortadoğu’ya barışı? Peace Village’larda barış şarkıları dinleyenlerin çocuklarına kalıyor iş gene.

Ünlü İngiliz rock grubu The Smiths’in solistliğini yapan Morrissey; “America, America your head's too big, Because America, Your belly is too big. And I love you, I just wish you'd stay where you is” diyor ve olduğu yerde kalmasını istiyor Amerika’nın; lakin Amerika kendisinin bile beceremeyeceği ya da tepki almaktan çekinebileceği bir vahşeti yapan İsrail’e destek veriyor, “teröre karşı ölçülü savunma” diyor bunun adına. Dışişleri bakanı Rice, yüzlerce sivilin öldüğü bir anda acil ateşkese ihtiyaç olmadığını buyurabiliyor. Amerika kafan o kadar büyük ki. Göbeğin o kadar büyük ki bünyende bir kalbe yer yok Amerika…

Pink Floyd’un bir başka Roger’ı, kurucu üyesi Syd Barrett hayatını kaybetti tüm bu hengamenin arasında…Shine on Your Crazy Diamond.(**) Ona da bir selam yollamak gerekir bu arada… “I know a mouse, and he hasn't got a house. I don't know why. I call him Gerald. He's getting rather old, but he's a good mouse.” (***)Yaşadığımız dünya onun şarkılarındaki kadar zarif bir yer olur belki bir gün...

Leonard Cohen demiştik girişte, bizden müzisyenlerle noktalayalım. Ezginin Günlüğü’nün1993 yılı İstavrit albümünden. Beyrut için yazılmış bir şarkı, Hüsnü Arkan imzasıyla:

Bu yol bir şehre giderdi, güneşin tutuştuğu denize batmış güleMavi ıslak gecelerde ne sevgiler açardı, dünya menekşe bahçesinde alev alev

Ey şehir sen yoksunUyudun uyandın büyü bozuldu, bir kapı kapandı geçmişeToprak yok artık su yok, sevinç telaş yok, ey şehir sen yoksunBu kıyıda bir ağaç yeşerdi, sedefin toprağında diz çöktü mayaBir masal vardı bu şehre dair, sütü bal koyuluğunda gözleri karaEy şehir sen yoksun

(*) Konser için önce Tel Aviv Stadyumu seçilmiş, ancak Filistinlilerden gelen tepkiler üzerine böylesi anlamlı bir yere taşınmış organizasyon.

(**) Pink Floyd'un, Syd Barrett gruptan ayrılıp, ortadan kaybolduktan sonra onun için yaptığı şarkı.

(***) Syd Barrett'ın Bike isimli şarkısından.

NOT:

Aylar sonra, yazıda geçen bir paragraf nedeniyle bir siteden gelen anti-semitik eleştirilerine karşı birşeyler açıklama gereği hissettim:

Her cümlemizi, kelimemizi açarak aktarmak zorunda bırakılmak hoş değil tabii ama burada belirtmek istediğim, ezilenlerin kendi arasındaki adaletsizliği, lobisi olanın sesini acısını daha çok duyurduğu gerçeği ve ezilenlerin ezen olma isteğinin ortadan kalkmadığı müddetçe bu tür acılarla daha çok yüzleşeceğimiz gerçeğiydi en kısa anlatımıyla.

Gözümüzün önünde, yaşadığımız çağda olan bir vahşetin etkisinin 60 küsur yıl önceki bir başka vahşetin (kurban sayılarını göz önününe almıyorum, istatistiklere göre mi vicdanımız daha çok ya da az sızlayacak?) etkilerini ister istemez azaltacağını (O füzelerle yanıp kavrulan çocukların görüntülerini izlediğimiz süreçten bahsediyorum) ve yine yukarıda bahsettiğim ezilenlerin ezene dönüşme sürecini görmenin moral bozukluğunu aktarmaktı amacım.

Başka bir yerden örnek vereyim de bu konunun herhangi bir milliyete düşman olmakla alakası olmadığı daha iyi alınsın: 1999 yılıydı. Bir İtalyan arkadaşıma hadi “İnce Kırmızı Hat diye bir savaş filmi gelmiş, merak ettim bir ara gidip izleyelim” dediğimde, “Yok yahu ne yapacağım, TV'de gerçeği var” demişti. NATO'nun Kosova'ya yaptığı müdahaleden bahsediyordu. Şimdi Schindler Listesi’nibir daha izlerken “o kadar da etkilenmeyeceğim” derken ki İnce Kırmızı Hat filmi de konusunu gerçek hayattan almıştı, buna benzer duygular içindeydim.

Bu ülkede bir tek cümlenin yazının bütününden soyutlanmasının sonuçlarını hepimiz çok iyi biliyoruz. (Konuyla ilgili olarak İsmet Berkan’ın dünkü yazısı http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=213270 buradan okunabilir.) Bu soyutlama yapılmamış olsa zaten,yazı o paragrafa takılmadan, sakin bir şekilde okunduğunda hiç de İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki politikalarına bakarak, İkinci Paylaşım Savaşı’nda soykırımdan geçirilmiş Yahudilere "oh olsun" denmek istendiği gibi tuhaf bir çıkarım yapılamazdı.

1938-1945 yılları arasında kırıma uğrayan Yahudiler ile Lübnan’ı bombalayan İsrail’in farklı olduğu vurgulanmış. Böylesi açık bir durumu anlayamayacak olduğumuzu düşünüp eleştiri yapanları görünce insan gülüyor. Zaten sorun da bahsettiğim gibi o acılardan gelen insanların nasıl böylesi acılara yol açabildiğidir.

“İlla birileri suçlanacaksa, Yahudilere dünyayı dar eden Almanlar ve işbirlikçilerini suçlayınız,” denmiş. Onları zaten suçlamıyorsanız insanlığınızdan şüphe edilir ancak, burada ciddi bir platformda yorum yapabilme imkanı açık iken, isim vererek değil de başka bir sitede lakapla yazan arkadaşımıza ki yazdığı sitenin altında dip not olarak, “bu sitede yazılanların hiçbiri doğru değildir” yazıyorama gene de ciddiye aldık üzerimize kondurulmaya çalışılan bu olumsuzluktan dolayı, Dresden Katliamını hatırlatırım. Sadece Nazi Almanyası’nın vatandaşı oldukları için ve Almanya’nın yenilgisinin kaçınılmaz olduğu bir ortamda yangın bombalarıyla katledilen 100 bin insan. Ne Yahudi ne de Arap… Zaten yazının orasına takılıp kalınmasaymış, yangın’ın her an her yeresıçrayabileceğini anlatan Kanadalı Yahudi kökenli şarkıcı Leonard Cohen’in söyledikleri belki daha çok çekerdi dikkatleri.