Başörtüsünün üniversitelerde serbestçe giyilebilmesini destekleyen öğretim üyeleri bildirisine imza koyup koymamak bir ideolojik tartışmaya dönüştü. Görünüşe bakılırsa imza atmayanların da bu özgürlüğü temel bir hak olarak görme konusunda kuşkuları yok. Herhangi bir insanın kılık kıyafetinden ötürü herhangi bir kamusal alana girmesinin engellenmesi, ancak söz konusu kıyafetin özgürlük daraltıcı bir işlevi olması halinde mümkündür. Yani eğer başörtülü kızların varlığı ‘kendiliğinden’ başörtüsüz olmayı engelleyici ise başörtüsünü yasaklamayı belki düşünebilirsiniz. Aksi halde zaten kamusal alanı düzenleyen yasalar yeterlidir. Diğer bir deyişle eğer başörtülüler başı açık olanları kapanmaya zorlarlarsa zaten yasalara karşı gelmiş olurlar ve o zaman bu işi yapanları okuldan da atabilirsiniz. Buna karşılık başı açık olmanın da ‘kendiliğinden’ baş açmayı zorladığını söylemek tabii ki mümkün değildir. Bu nedenle de başı açık ve kapalı insanların yan yana birlikte bir kamusal mekanda olmalarının herhangi bir tedbir alınmasına ihtiyaç göstermeyeceği açık…
Kısacası gerçekte ‘başörtüsü’ diye bir sorun yok. Eğer bugün bir sorun varsa bu ‘başörtüsünden’ kaynaklanmıyor. Yaşadığımız sorunun esası, başı açık olma halinin ‘kendiliğindenlik’ kıstasından uzaklaşmış olması ama hala sanki ‘kendiliğinden’ bir durum varmış gibi davranılmak istenmesidir. Bilmeceye benzeyen bu cümleyi biraz açalım… Normalde başı açık insanların varlığı kapalı olanları baş açmaya sevk etmiyor. Yani başı açık olmanın özgürlük sınırlayıcı bir yanı yok… Ancak bu tespit sıradan insanlar için geçerli. Oysa ‘başı açıklık’ üniversitelerde kurumsallaştırılmış durumda ve dolayısıyla da bir norm olarak uygulanıyor. Artık karşımızda bir ‘kendiliğindenlik’ hali yok… Kasıtlı ve bilinçli bir özgürlük kısıtlaması var. Bu özgürlük kısıtlamasının gerekçesi ise, başı kapalı olanların ilerde ‘kendiliğindenlik’ durumlarını bozacakları ve başı açıklara baskı uygulayacakları... Kısacası ilerde ‘ötekinin’ baskı uygulama ihtimalinden hareketle bugün baskı uygulayan ve bunu kurumsallaştıran bir kamu anlayışından söz ediyoruz. Üstelik elinizde baskı uygulayana karşı kullanılabilecek yasalar varken… Başka bir ifadeyle başörtüsü yasağı hukukun hiçe sayılmasının ötesinde, hukukun ideolojik ve kimliksel bir çerçeveye hapsedilmesidir ve bu, faşizmin en basit tanımında bile yer alması gereken bir niteliktir.
Başörtüsünün serbestçe kullanımı için imza veren öğretim üyeleri bu tablonun farkındalar. Böylesine ‘çağdışı’ bir uygulamayı sürdüren bir kurumun parçası olmak muhtemelen onlara çok ağır geliyordur. Çünkü söz konusu yasak, günlük hayatlarını yaşayan insanlara eziyet etmenin ötesinde bir anlam taşımıyor. Kısacası bu yasağa karşı çıkmak için demokrat olmak gerekmiyor. Vicdan sahibi olmak yeterli… Ama nedense tartışmalar demokratlığa doğru kayıyor ve ilginç bir biçimde kendimizin değil de, AKP’nin demokrat olup olmaması öne çıkıyor. Öğretim üyeleri bildirisine imza koymayanların muhakemesine bakarsanız ortak nokta şu: AKP demokrat değil… İyi de “Demokrat olmayanlar demokratik haklara sahip olamaz” mı demek istiyoruz? Antidemokratik bir üniversiteyi yıllarca sürdüren anlayışa demokratik hakları layık görürken, mağdurların haklarını demokrat olmadıkları için engellemeyi mi savunacağız?
Mesele AKP’nin demokrat olup olmaması, buna uygun davranıp davranmaması değil. Asıl bizim demokrat olup olmamamız. Başörtüsü yasağının kalkmasını ‘biz’ demokrat olduğumuz için istiyoruz ve bunun karşımızdakinin demokrat olup olmamasıyla bir ilgisi yok. Nasıl ki bir faşist faşistçe davranmak için karşısındakinin de faşist olmasını talep etmezse, bir demokrat da demokratça davranmak için karşısındakinin demokrat olmasını talep etmez. Eğer ediyorsa demokrat değildir… Çünkü eğer demokratlık başkalarının duruşuna göre değiştirdiğimiz bir tutum olarak algılanırsa, pragmatik pazarlıkların konusu olmaya meyledip, ilkesel ve ahlaki temelini yitirir. O zaman da tutarlı bir pozisyon olmaktan çıkıp, farklı ideolojilere yamanmış bir tür göz boyayıcılık halini alır.
Taraf, 8.2.2008