İmparatorluğun Değil Kraliçe’nin Yasını Tutmak

Yorumcular Kraliçe II. Elizabeth'in rekorlarla dolu saltanatını değerlendirirken "Bir dönemin sonu" bir nakarat haline gelecek. Tüm hükümdarlar gibi o da hem bir birey hem de bir kurumdu. Her rol için farklı bir doğum günü vardı -Nisan'da doğumunun gerçek yıldönümü Haziran'da ise resmi bir doğum günü- ve kraliçe unvanını korusa da, o an hangi etki alanında olduğuna bağlı olarak farklı unvanlara sahipti. Hiç yanından eksik etmediği el çantasında cüzdan, anahtar ve telefon gibi günlük eşyalar olmadığı gibi, toplum karşısında fikir ve duyguları da yokmuş gibi görünürdü. İç yaşamı hakkında, atlara ve köpeklere olan sevgisinin ötesinde çok az şey öğrenebildik - ki bu da Helen Mirren, Olivia Colman ve Claire Foy'a Kraliçe hakkında sundukları içgörülerden ötürü dikkatli izleyiciler kazandırdı.

Kraliçe, görevlerine derin ve samimi bir bağlılık gösterdi; son kamusal eylemi 15. başbakanı atamak oldu ve görevlerini hiç aksatmadan yerine getirdiği için haklı olarak yası tutulacaktır. İstikrarın demirbaşı olmuştu ve zaten çalkantılı bir dönemde ölümü tüm dünyada üzüntüye sebep olacaktır. Ancak onun dönemini romantikleştirmemeliyiz. Çünkü Kraliçe aynı zamanda bir imajdı: hükümdarlığı sırasında neredeyse tüm Britanya İmparatorluğu'nun yaklaşık 50 bağımsız devlete bölünmesine ve küresel etkisinin önemli ölçüde azalmasına tanıklık eden bir ulusun yüzü. Biraz bilinçli olarak biraz da uzun hayatının bir cilvesi olarak, hem İngiliz devletinin hem de Britanya ile eski kolonilerinden oluşan İngiliz Milletler Topluluğu’nun başkanı olarak varlığıyla kraliçe, on yıllarca süren şiddetli çalkantılar karşısında hiçbir şeyden heyecanlanmayan geleneksel bir imaj çizmişti. Bu haliyle, ulaştığı boyutlar ve bıraktığı miras halen yeterince kabul edilmemiş olan kanlı bir dekolonizasyon tarihinin üzerinin örtülmesine yardımcı olmuştu.

Elizabeth, şekerin hâlâ karneye bağlı olduğu ve bombaların yarattığı yıkıntıların hâlâ temizlenmeye çalışıldığı savaş sonrası Britanya'sında kraliçe oldu. Gazeteciler ve yorumcular 25 yaşındaki kraliçeyi derhal yeni bir Elizabeth çağına kanat çırpan bir Anka kuşu olarak nitelendirdiler. Belki de kaçınılmaz ve yerinde bir benzetmeydi bu. İlk Elizabeth Çağı, 16. yüzyılın ikinci yarısında, İngiltere'nin ikinci kademe bir Avrupa devletinden hırslı bir denizaşırı güce dönüşmesine işaret ediyordu. I. Elizabeth donanmayı genişletmiş, korsanlığı teşvik etmiş ve kıtalararası bir imparatorluğun temellerini atan ticaret şirketlerine imtiyazlar vermişti.

Elizabeth, kendi ülkesinde siyasi otoritesi azalırken Britanya İmparatorluğu'ndaki önemi artan bir kraliyet ailesinde büyümüştü. Monarşi, Hong Kong (1842), Hindistan (1858) ve Jamaika (1866) dahil olmak üzere listesi giderek uzayan Kraliyet kolonilerini yönetmekteydi. 1876'da Hindistan İmparatoriçesi ilan edilen Kraliçe Victoria, emperyal vatanseverliğin gösterişli kutlamalarına başkanlık etmiş; 1902'den itibaren onun doğum günü İmparatorluk Günü kabul edilmişti. Kraliyet ailesinin fertleri sömürgelere gösterişli turlar düzenleyip Yerli Asya ve Afrika hükümdarlarına nişanlar ve madalyalar vermişlerdi.

1947'de Prenses Elizabeth 21. yaş gününü Güney Afrika'da bir kraliyet turunda kutlamış ve "uzun ya da kısa olsa da tüm hayatım sizin ve hepimizin ait olduğu büyük imparatorluk ailemizin hizmetine adanacak" sözünü ettiği, çok alıntılanan bir konuşma yapmıştı. Babasının ölüm haberini aldığında Kenya'da bir başka kraliyet turundaydı.

1953'teki Taç Giyme Günü'nde The Times of London, Şerpa Tenzing Norgay ve Yeni Zelandalı Edmund Hillary'nin Everest Dağı zirvesine başarıyla tırmanışlarını gururla duyurmuş ve bunu "bir başka Elizabeth dönemi için mutlu ve güçlü bir kehanet" olarak nitelendirmişti. Haberin emperyalist tonuna rağmen, Kraliçe II. Elizabeth hiçbir zaman adıyla sanıyla bir imparatoriçe olamayacaktı - 1947'de Hindistan ve Pakistan'ın bağımsızlığını kazanması bu unvanı ortadan kaldırmıştı. Ancak İngiliz Milletler Topluluğu'nun başkanı unvanını üstlenerek emperyal bir monarşiyi miras almış ve sürdürmüştü.

1953 Noel mesajında "İngiliz Milletler Topluluğu geçmişteki imparatorluklarla hiçbir benzerlik taşımıyor," diye ısrar etmişti. Tarih ise bunun aksini gösteriyordu. Başlangıçta (Güney Afrika başbakanı Jan Smuts tarafından da savunulan) "beyaz" yerleşimci kolonilerin bir konsorsiyumu şeklinde hayal edilen İngiliz Milletler Topluluğu'nun kökenleri, kolonileri kendi kendilerini yönetmenin sorumlulukları hakkında eğiten bir vesayet biçimi olarak İngiliz yönetiminin ırkçı ve paternalist bir anlayışına dayanıyordu. Yeni bağımsız Asya cumhuriyetlerini kapsayacak şekilde 1949'da yeniden yapılandırılan İngiliz Milletler Topluluğu, imparatorluğun devamı ve Britanya'nın uluslararası nüfuzunu korumanın bir aracıydı.

İngiliz Milletler Topluluğu liderlerinin konferanslarında çekilmiş olan fotoğraflarda beyaz kraliçe, yavruları tarafından kuşatılmış bir anne gibi, çoğunluğu beyaz olmayan düzinelerce başbakanın arasında en önde ve ortada oturur. 1960'larda çok dinli İngiliz Milletler Topluluğu Günü törenlerini savunduğu ve apartheid Güney Afrika'sına karşı daha sert bir çizgiyi teşvik ettiğinde olduğu üzere Kraliçe bu rolü çok ciddiye almış, hatta bazen daha dar siyasi zorunluluklar yerine İngiliz Milletler Topluluğu çıkarlarını desteklemek için bakanlarıyla çatışmıştı.

Ama fotoğraflardan asla anlayamayacağımız şey onların arkalarında yatan şiddettir. 1948'de Malaya'nın sömürge valisi komünist gerillalarla savaşmak için olağanüstü hâl ilan etmiş ve İngiliz birlikleri Amerikalıların Vietnam'da taklit edecekleri isyan-bastırma taktiklerini kullanmışlardı. 1952'de Kenya valisi, Mau Mau olarak bilinen sömürgecilik karşıtı hareketi bastırmak için olağanüstü hâl ilan etmiş ve İngilizler on binlerce Kenyalıyı gözaltı kamplarına toplayarak acımasız, sistematik işkencelere maruz bırakmışlardı. 1955'te Kıbrıs'ta ve 1963'te Aden-Yemen'de İngiliz valiler yine sömürgecilik karşıtı saldırılarla mücadele etmek için olağanüstü hâl ilan etmiş; yine sivillere işkence yapmışlardı. Bu arada, İrlanda'daki sorunlar olağanüstü hâl dinamiklerini Birleşik Krallık'a da taşımıştı. IRA, 1979’da Hindistan'ın son genel valisi (ve Elizabeth'in yeğeni Prens Philip ile evliliğinin mimarı) Lord Louis Mountbatten'e suikast düzenlemişti.

Kraliçenin kendi adına işlenen suçlar hakkında neleri bilip bilmediğini asla öğrenemeyebiliriz. (Kraliçenin başbakanla haftalık toplantılarında neler olup bittiği İngiliz devletinin merkezinde bir kara kutu olarak kalmaya devam ediyor). Tebaası da her zaman hikâyenin tamamını öğrenememiştir. Sömürge yetkilileri, sömürgelerden sorumlu dışişleri bakanının bir yazısına göre "Majestelerinin hükümetini utandırabilecek" pek çok kaydı yok etmiş ve diğerlerini de varlığı ancak 2011 yılında ortaya çıkan gizli bir arşivde kasıtlı olarak gizlemiştir. İşçi Partisi milletvekili Barbara Castle gibi bazı aktivistler İngiliz zulmünü kamuoyuna duyurmuş ve kınamış olsalar da, kamuoyunda geniş bir ilgi görmeyi başaramamışlardır.

Ve basının daha fazlasını ilgisini çekip haber yapılacak kraliyet turları hep düzenlenmişti. Kraliçe 2000'li yıllara kadar neredeyse her yıl İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerini gezmiş - tezahürat yapan kalabalıklar ve gurur verici görüntüler eşliğinde kilometrelerce yol kat etmiş ve ziyaret ettiği ülkelere sanki kraliyet yatı ve Rolls-Royce’la değil de yürüyerek ulaşmış gibi bir hava estirmişti: Taç giyme törenini kutlamak için 44 bin mil ve 13 bölge; 1977'deki Gümüş Jübile için 56 bin mil ve 14 ülke; Altın Jübile için Jamaika, Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada'yı kapsayan ilave 40 bin mil. Britanya İmparatorluğu büyük ölçüde dekolonize olsa da monarşi olmamıştı.

Kraliçe, saltanatının son on yılında Britanya’nın ve kraliyet ailesinin post-emperyal konumunu kabullenme mücadelesine tanıklık etti. Tony Blair çok kültürlülüğü savunmuş ve Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda'ya bazı yetkiler devretmişti, ancak aynı zamanda ABD liderliğindeki Afganistan ve Irak işgallerine katılarak Viktorya dönemi emperyal söylemini yeniden canlandırmıştı. Sosyal ve bölgesel eşitsizlik artmış ve Londra süper zengin oligarklar için bir sığınak haline gelmişti. Kraliçenin kişisel popülaritesi Prenses Diana'nın ölümünden sonra indiği dip noktasından toparlansa da, kraliyet ailesi Harry ve Meghan'ın ırkçılık suçlamaları yüzünden bölünmüştü. Kraliçe 1997 yılında, vergi mükellefleri tarafından finanse edilen Britannia adlı kraliyet yatı Hong Kong'daki son İngiliz valisine eşlik ettikten birkaç ay sonra hizmet dışı kaldığında gözyaşı dökmüştü. Boris Johnson bu yüzden yeni bir kraliyet yatı inşa etme fikrini ortaya atmıştı.

Son yıllarda, imparatorluk, kölelik ve sömürgeci şiddet mirasını kabul ve telafi etmeleri için Britanya devleti ve kurumları üzerinde kurulan kamuoyu baskısı artmaktadır. 2013 yılında, sömürge Kenya'sında işkence gören mağdurların açtığı bir davaya cevaben, İngiliz hükümeti hayatta kalanlara yaklaşık 20 milyon pound tazminat ödemeyi kabul etti; 2019 yılında Kıbrıs'ta hayatta kalanlara bir ödeme daha yapıldı. Okul müfredatlarında reform yapılması, imparatorluğu yücelten kamusal anıtların kaldırılması ve emperyalizmle bağlantılı tarihî yerlerin sunumunun değiştirilmesi için çabalar devam etmekte.

Ancak yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, Brexit'in zehirli siyaseti tarafından körüklenmekte ve yükseltilmektedir. Avrupa’yı bütünleştirme idealine karşı Britanya önderliğinde bir alternatif olarak İngiliz Milletler Topluluğu’na hem sağda hem de solda Avrupa’ya şüpheyle yaklaşanlar tarafından yapılan yatırımı benimseyen Bay Johnson'ın hükümeti (yeni başbakan Liz Truss bu hükümette dışişleri bakanıydı), yarım gerçekler ve emperyal nostaljiyle dolu bir "Küresel Britanya" vizyonuna eğilmişti.

Kraliçenin uzun ömrü, ikinci bir Elizabeth çağına dair fantezilerin devam etmesini kolaylaştırmıştır. Kraliçe, II. Dünya Savaşı’yla canlı bir bağı ve Britanya'nın tek başına dünyayı faşizmden kurtardığına dair vatansever bir efsaneyi temsil ediyordu. Gerici emperyalizmine yönelik haklı eleştirilere karşı Bay Johnson'ın inatla savunduğu ve Kraliçe’nin hayatına giren 15 başbakandan ilki olan Winston Churchill ile Elizabeth arasında kişisel bir ilişki vardı. Ve elbette, dokusu hızla değişip çeşitlenen bir milletin tedavüldeki tüm madeni paralarında, banknotlarında ve pullarında Kraliçe’nin beyaz yüzü vardır: Göreve geldiğinde her 200 Britanyalıdan biri beyaz değilken, 2011 nüfus sayımına göre her yedi kişiden biri beyazdı.

Kraliçe artık gittiğine göre, emperyal monarşi de sona ermelidir. Örneğin, kraliçenin her yıl yüzlerce Britanyalıya sosyal hizmetleri ve kamusal yaşama katkılarından dolayı verdiği Britanya İmparatorluk Nişanı'na yeni bir ad bulma çağrılarına kulak vermenin zamanı geldi de geçiyor bile. Kraliçe bir düzineden fazla İngiliz Milletler Topluluğu ülkesinde devlet başkanı olarak görev yapmıştı ve bu ülkelerden birçoğu "sömürge geçmişini tamamen geride bırakmaya" ve 2021'de cumhuriyet olmaya karar veren Barbados örneğini takip edebilir. Kraliçenin ölümü, karşı olduğu anlaşılan İskoçya'nın bağımsızlığı için de yeni bir kampanyanın başlamasına yardımcı olabilir. İngiliz Milletler Topluluğu liderleri 2018'de kraliçenin "samimi dileğini" yerine getirmeye ve Prens Charles'ı İngiliz Milletler Topluluğu'nun bir sonraki başkanı olarak tanımaya karar vermiş olsalar da, topluluk organizasyonu bu rolün kalıtsal olmadığını vurguluyor.

İkinci bir Elizabeth çağını müjdeleyenler, II. Elizabeth'in Britanya'nın büyüklüğünü sürdüreceğini umuyordu; bunun yerine, imparatorluğun çöküş dönemi oldu. Kraliçe, gözden düşmüş Prens Andrew'un görevlerini elinden alarak ve Kraliçe Camilla'nın unvanı sorununu çözerek geleceğini güvence altına almaya çalıştığı işine yorulmak bilmeyen bağlılığıyla hatırlanacak. Yine de bu pozisyon Britanya İmparatorluğu ile o kadar yakından ilişkiliydi ki kraliçenin etrafındaki dünya dönüşürken bile imparatorluğun yardımseverliğine dair mitler devam etmişti. Yeni kral şimdi kraliyet ihtişamını azaltarak ve Britanya monarşisini İskandinavya monarşilerine daha çok benzeyecek şekilde güncelleyerek gerçek bir tarihî etki yaratma fırsatına sahip. Bu kutlanacak bir son olur.

İngilizceden çeviren: Salih Renda