Savaş Hiç Bitmedi, Barış Süreci Hiç Var Olmadı

2020 Dağlık Karabağ savaşı sırasında Azerbaycan'da pek çok kişi savaşın ve can kayıplarının gelecekte daha fazla kayıp yaşanmaması için gerekli olduğunu savunuyordu. Bu argümana göre 1988-1994 savaşı barış getirmemiş, çatışmalar ve zaman zaman yaşanan kayıplar olağan hale gelmişti, dolayısıyla Azerbaycan'ın çatışmayı tamamen sona erdirmek ve böylece kalıcı bir barışa ulaşmak için topyekûn bir savaşa ihtiyacı vardı.

Bu argüman sadece etik açıdan kabul edilemez değil (topyekûn bir savaşın “gerekli kötülüğü” sırasında ölenler ne olacak?), aynı zamanda son derece safdildir. Sürekli tırmanan gerginlik ve çatışmalarla, anlamlı bir barış sürecinin eksikliğine ve savaş kazanının kaynamaya devam ettiğine tanık olduk. Salı günü patlak veren ve İkinci Dağlık Karabağ Savaşı'ndan bu yana yaşananların en kanlısı olan çatışmalar, “bir savaş - sonra barış” argümanının safdilliğini kanıtlıyor.

Bağımsızlık mücadelesinin yankıları

İkinci savaşın sona ermesinin ardından Azerbaycan'ın söylemi saldırgan bir hal aldı. Azerbaycan liderleri Ermenistan'ın en güneyindeki Syunik vilayetinde toprak talep ettiler ve Dağlık Karabağ'daki Ermeni yönetimiyle anlamlı bir şekilde ilişki kurmayı reddettiler. Bu iddialar irredantist bir nitelik taşıyor, sözde tarihî veya etnik bağlara dayanarak yabancı toprakların ilhakını savunuyor.

Bu tür iddialar Azerbaycan'ın savaş sonrası yeni gerçekliğinin bir parçasıydı. 2020 savaşından önce, Syunik'in bir parçası olduğu tarihî Zangazur bölgesi üzerinde Azerbaycan'ın tarihî olarak hak sahibi olduğu iddiası sıra dışıydı ve aşırı sağcı pan-Türkist söylemlerin tanımlayıcı özelliğiydi. Savaştan sonra, Temmuz 2021'de Azerbaycan ülkenin batı kesiminde Doğu Zangazur Ekonomik Bölgesi'ni kurduğunda ve Nahçıvan’ı Azerbaycan'ın geri kalanına bağlayan gelecekteki koridora “Zangazur Koridoru” olarak atıfta bulunduğunda, resmî söylemin yeni bir yayılmacı yöne sürüklendiği açıkça ortaya çıktı. Eğer Doğu Zangazur varsa, Batı Zangazur da olmalıdır ki, bu da Güney Ermenistan'ın bugünkü Syunik bölgesidir.

Birçokları için şaşırtıcı bir şekilde, resmî ve hükümet yanlısı medya son zamanlarda 1990'ların bağımsızlık hareketinin eski pan-Türk söylemine geri dönerek, İran Azerbaycan’ı ile ilgili iddiaları da yaymaya başladı.

“Tek Parça Azerbaycan” olarak ifade edilen bu ütopik irredantist fikirler, paradoksal bir şekilde mevcut rejimin ana tarihsel karşıtları olan, ikinci cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey ve onun Halk Cephesi Partisi'nin 1990'ların başındaki söylemlerinin ayırt edici özelliğiydi. Bağımsızlık yanlısı hareketin bir parçası olan bu fikirler, Azerbaycan'da Sovyet sonrası ulusal kimliğin oluşumunu etkiledi.

İlham Aliyev'in babası Haydar Aliyev, bu toprak taleplerini desteklemedi. Bunun yerine, Azerbaycanlılığı irredantizm ve saldırgan milliyetçilik olmaksızın kapsayıcı bir ulus inşası olarak tasavvur etti. Çoğunlukla müzakere yanlısı olan yaklaşımı artık mevcut çatışmacı zafer söylemiyle çeliştiği için, 2020 savaşından bu yana Haydar Aliyev'in kişilik kültü daha az görünür hale geldi.

Zafer fikri ve İlham Aliyev'in “demir yumruğu” etrafında ulusal kimliğin pekiştiği ikinci savaşın sona ermesinin ardından “yeni ufuklara” duyulan ihtiyaç, unutulmuş yayılmacı fikirlerin yeniden canlanmasından başka bir şey değildir. Ve bu sadece söylemsel bir değişim de değildir çünkü son gerginlik Azerbaycan'ın Ermenistan'ı otoriter bir “barış”ı kabul etmeye zorlamak istediğini gösteriyor. Bu barış, Azerbaycan'ın ekonomik taleplerini karşılayan, barışma içermeyen bir barıştır.

Bir müzakere öyküsü

Temmuz ayında Tiflis'te Ermenistan ve Azerbaycan dışişleri bakanları arasında yapılan görüşmenin ardından, Ağustos 2022 başında Azerbaycan Dağlık Karabağ'da “intikam operasyonu” düzenledi. Ardından 31 Ağustos'ta, İlham Aliyev ve Nikol Paşinyan Brüksel'de bir araya geldi. Dağlık Karabağ'ın kaderine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu toplantıların amacı “halkları bir barış anlaşmasına hazırlamaktı”. İkinci görüşmenin üzerinden iki hafta geçmeden iki ülke yeniden şiddetli bir çatışma içine girdi; bu da tarafların temel konularda anlaşamadığını açık biçimde gösteriyor.

Yakın bir tarihte, “Azerbaycan'ın sivil toplumu nerede?” diye sorduğum soru (https://twitter.com/bahruz_samad, 13 Eylül 2022), sadece mevcut durumla ilgili değil, aynı zamanda sivil toplumun barış sürecindeki yeriyle de ilgiliydi. Eğer müzakereler ulusları barışa götürmeyi amaçlıyorsa, neden ne sivil toplum ne de muhalif siyasi partiler toplantılara katılmıyor? Daha da kötüsü, neden ne ana akım sivil toplum ne de siyasal muhalefet iktidardaki rejimin yaklaşımına karşı herhangi bir alternatif ortaya koymuyor? Son çatışmalar ve kayıplardan sonra Azerbaycan sivil toplumu daha da görünmez hale geldi.

Müzakereler tamamen iktidar tarafından yönetiliyor ve diğer toplumsal aktörler alternatifler sunmakla ilgilenmiyor. Bu durum, Azerbaycan'ın ekonomik zorluklarına ve İkinci Dağlık Karabağ Savaşı gazilerinin intihar dalgası gibi can yakıcı bir soruna rağmen, sadece rejimin gücünü pekiştiriyor. NIDA'nın (Nida Vətəndaş Hərəkatı) barış yanlısı açıklamasında olduğu gibi, savaşa karşı çıkan bazı sesler olsa da, bu zayıf (ama cesur) gruplar alternatif öneriler sunmak için gereken nüfuzdan yoksunlar.

Yurtiçindeki siyasi partiler Ermenistan'daki siyasi parti ve gruplarla diyalog kurmak için hiçbir şey yapmadı. Muhalefette ve sivil toplumda çok fazla milliyetçilik var ve rejimin temel değerlerini paylaştıkları için, rejim tarafından sık sık bastırılsalar bile, milliyetçilerden yapıcı bir şey beklemiyorum.

Milliyetçi gerçeklik: Bir alternatif var mı?

Barışa bağlı kalan ilerici gruplar ve bireyler için ülkenin milliyetçi politikasını ya da münferit olayları kınamak, hatta Azerbaycan'ın tüm siyasi manzarasını reddetmek yeterli değildir. Gerçek bir cesaret eylemi, Azerbaycan ulusal kimliğinin temellerini sorgulamaktır.

Sovyetler Birliği'nin dağılması, “halkların dostluğunun” hayalî olduğunu gösterdi. Birinci Dağlık Karabağ Savaşı'nın dehşeti, intikama ve barış içinde bir arada yaşamayı reddetmeye dayalı bir ulusal kimlik yarattı. Hükümet ve muhalefet arasındaki düşmanlığa rağmen, bu durum tüm siyasi yelpazeyi etkiledi. İkinci savaş, ulusa Demir Yumruk Anıtı ve Bakü'deki Askerî Zafer Parkı gibi yeni militan sembollerde özetlenen bir kimlik kazandırdı.

Bugün ilerici Azeriler, kökten farklı bir ulusal ethos için alan açmayı düşünmelidirler. İlk bakışta, sunabileceğimiz fazla bir şey yok. Ne de olsa Azerbaycan ulusunun doğuşu tarihsel olarak 20. yüzyılın başında Ermenilerle yaşanan toplumlar arası şiddetle bağlantılıdır.

Ancak erken dönem Azerbaycanlı entelektüellerin yazılarına bakarsak, en azından bazılarının etnik milliyetçiliği nasıl eleştirdiğini görebiliriz. Bu anlatıların Azerbaycan kamu bilincine yeniden girmesi gerekiyor.

Bu tür kaynakların nadir olduğu ve daha sonra Sovyet dönemi yazarları tarafından itibarsızlaştırıldığı doğrudur. Ancak bu kaynaklar, ister erken ister daha yakın tarihli olsun, örneğin Ekrem Eylisli'nin -konuşulması sakıncalı bir konu olan- Azerbaycan'da Ermenilere yönelik pogromları ele alan romanı, yeni bir imge ve ulusal ethos inşa etmek için çok önemlidir.

Böyle bir amaç ve strateji ile Ermenistan ve Dağlık Karabağ'daki ilgili aktörlerle doğrudan diyalog olmaksızın, biz ilericiler asla savaşa anlamlı bir alternatif sunamayacağız.


Bu yazı 14 Eylül 2022’de OC Media’da yayımlanmıştır.

Çeviri: Birikim