Türkiye’de Evrim İhtilafı: Yaratılış Kongreleri Bize Ne Söylüyor?

Biyolojik evrim kuramı şu an için yeryüzü yaşamının birliğini ve çeşitliliğini açıklayabilen yegâne bilimsel kuram olsa da Türkiye’de büyük bir çoğunluk tarafından “tartışmalı bir teori” olarak algılanıyor. 2017 yılından bu yana çeşitli üniversitelerde gerçekleştirilen Yaratılış Kongreleri, bu kamusal tartışmaya akademik bir boyut kazandırdı. Bu yazıda bir kısmını göreceğiniz bolca eleştiriyi hak etse de Yaratılış Kongrelerinin, evrim kuramıyla onun kamusal algısı arasındaki açının daraltılması için bize ipuçları verdiğini düşünüyorum. Bunlardan bahsetmeden önce birtakım tanım ve argümanlarla tarihi ve sosyal olgulara değinmem gerekiyor.

Evrim ve bilim

Evrim kuramının, yeryüzü yaşamının birliği ve çeşitliliğini açıklayan elimizdeki tek bilimsel kuram olduğunu başta belirttim. Evrim kuramının gücü, Darwin’in de Türlerin Kökeni’nde (2022) belirttiği gibi bu açıklama yetisinden geliyor. Darwin, canlılar dünyasına dair ortaya koyduğu çok çeşitli ve birbirinden bağımsız olguyu evrim kuramıyla tatmin edici bir şekilde açıklayabilmiştir. Burada sorulması gereken iki sorudan biri, evrimsel açıklamanın tatmin ediciliğinin nereden geldiğidir. Diğeri ise, bu tatmin ediciliğin neden evrensel olmadığı sorusudur. Yani evrim kuramı neden herkesi ikna edememiştir? Aşağıda bu sorulara vereceğim kısa yanıtlar bizi, benim “evrim ihtilafı” dediğim sorunun kaynaklarından birine, yani bilimin mahiyeti sorusuna ulaştıracak.

Amerikalı meşhur evrim biyoloğu Richard Lewontin ve ekolojist Richard Levins’in Dialectical Biologist’de belirttikleri gibi “Darwin, on dokuzuncu yüzyıl evrimciliğinin başlangıcı değil zirvesiydi.”(1987: 27). Darwin’in başarısı, Avrupa’da on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda yaygınlaşan evrimci düşünceyi/evrimci ideolojiyi bir bilime dönüştürebilmesiydi. Evrim kuramı Batı Avrupa’nın tarihsel ve sosyolojik koşullarında geliştiği için bu toplumlar tarafından sancısız ve evrensel bir şekilde olmasa da aşırı bir dirençle karşılaşmadan kabul edildi.

Batı kaynaklı evrim düşüncesi Türkiye’ye ilk kez Osmanlı zamanında bir düşünce akımı/ideoloji olarak girer. İngiltere kaynaklı evrim kuramı Almanya ve Fransa’ya girerken orada zaten mevcut bilimsel kurumlar tarafından kendi düşünce dünyalarına uygun biçime getirilerek özümsenir. Osmanlı’da bu kurumların ve gerekli insani-maddi kaynakların bulunmayışı, kuramın burada özümsenmesine engel olur, adeta bir hazımsızlık kaynağına, benim “evrim ihtilafı” dediğim şeye dönüşür.

Yani Türkiye’de evrim kuramı; bilimsel, felsefi ve teolojik açılardan tartışılıp özümsenmek yerine kolaya kaçılarak Batı’dan gelen ve olduğu gibi kabul ya da reddedilmesi gereken büyük harfle “Bilim” ya da “İdeoloji” olarak algılanır. Elbette evrim kuramı sadece bilimsel değil çoğu büyük bilimsel kuram gibi felsefi ve/veya ideolojik içeriği de olan tarihsel bir olgudur. Ancak kuramın bu farklı boyutlarını birbirinden ayırmak ve yeniden inşa etmek ciddi bir entelektüel birikimin yanı sıra bunun mümkün olabileceğini de bilmeyi gerektirir. Ne var ki bilime dair geleneksel realist anlayış bu değerlendirmeye izin vermemiştir. Ben bu yazıda “bilim ve teknoloji çalışmaları” (STS) olarak adlandırılan disiplinin temel tezi olan toplum ve bilimin birbirlerini ortaklaşa biçimde inşa ettikleri tezine dayanıyorum. Bilime böylesi bir yaklaşımın evrim ihtilafı kavramsallaştırmasına izin verirken, onun çözümüne gidecek yolu da açacağına inanıyorum.

Türkiye’de evrim ihtilafının özgül karakteri

“Türkiye’de Evrim İhtilafı” evrim kuramının bilimsel statüsü ile onun kamusal algısı arasındaki uyuşmazlığı anlamlandırmamızı ve onun çözümüne doğru yol almamızı sağlayacağını düşündüğüm bir kavramsallaştırmadır. “Evrim ihtilafı” kavramsallaştırmasının ilhamı Bilim ve Teknoloji Çalışmaları disiplinin bir alt-alanı olan İhtilaf Çalışmalarından (Controversy Studies) geliyor. Bilimsel ihtilaflara odaklanan bu alt-alanın dört temel ilkesi vardır: nedensellik, tarafsızlık, simetri ve düşünümsellik. Buna göre herhangi bir ihtilaf için nedensel açıklamalara başvurulmalı, ihtilafın taraflarına karşı tarafsız olunmalı ve ihtilafın tarafları açıklanırken aynı cinsten nedenselliklere başvurulmalıdır. Son ilke olan düşünümsellikse, basitçe çalışmayı yapanın dönüp kendine de bakmasını salık verir. (Bloor, 1991) Burada düşülmesi gereken bir not, evrim ihtilafının elbette bilimsel bir ihtilaf olmadığıdır. Yine de bu ilkelerin, evrim ihtilafının (çatışma) çözümünde kullanılabileceğine inanıyorum. Eğer kesin yargıya varmayı yazının sonuna ertelerse okurun da benimle hemfikir olması çok muhtemel.

Peki, bu ilkeleri evrim ihtilafına nasıl uygulayabiliriz? Sorumuzu “evrim ihtilafı” diye sorarak, ilkeleri uygulamaya başladık bile! Bu konuda yazıp çizenler genellikle kendileri ihtilafın tarafı oldukları için yanlı bir tutum sergilerler ve ihtilafın yalnızca bir tarafını problematize ederler: “Evrim-karşıtlığı” ya da “evrim yalanı” bu yazılarda sıkça karşılaştığımız ifadelerdir. Evrim ihtilafı kavramsallaştırmasıyla bu yanlılığı, tarafgirliği daha en başından aşarız. Bir önceki bölümde özetlediğim tarihsel ve sosyal anlatı ise nedensellik şartını sağlar. Simetri, ihtilafın her iki tarafına da bu tarihsel ve sosyal anlatıyı uygulamayı gerektirir, yani taraflardan birine “bilimsel” ya da “hakikat” diyerek meseleyi tarihsel ve sosyal bağlamından koparamayız. Böylece evrim ihtilafı madalyonunun her iki yüzüne de, yani hem evrimciliğe hem de evrim-karşıtlığına erişebilir, ikisini de inceleme nesnemizin bir parçası kılmış oluruz.

Şimdi de “Türkiye’de Evrim İhtilafı” kavramsallaştırmamızın Türkiye boyutuna eğilelim. Burada evrim-karşıtlığına dair oluşturulmuş literatüre başvurmamız gerekiyor. Yakın zamana kadar bu literatüre göre evrim-karşıtlığı her yerde aynıydı, Amerikan yaratılışçıları tarafından üretilen argümanlar buradan dünyaya yayılıyordu. Son yıllarda yapılan çalışmalar ise her ülkenin evrim-karşıtlığının kendine özgü yanları olduğunun altını çizmeye başladı. Ne var ki Türkiye’de hâlâ eski anlayışın, yani yaratılışçılığın Türkiye’ye Amerika’dan geldiği sanısının hâkim olduğunu görüyoruz. Eğer sahte-bilimsel (pseudo-scientific) evrim karşıtı argümanların 1970’lerde Türkiye’ye girişine bakacak olursak bu sanıda bir haklılık payı olacaktır. Ancak Türkiye’de evrim kuramının reddinin Osmanlıya uzanan tarihine, yani evrim ihtilafına bakarsak bu sanının açıkça yanlış olduğunu görürüz. İşte ben evrim kuramının reddi sorununu, yani evrim ihtilafını çözüme kavuşturacaksak yüz elli yıla yakın tarihi olan olguya odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Peki, evrim-karşıtlığından evrim ihtilafına perspektif değişimi bize ne kazandıracak? Öncelikle bu sorunun, tarihi yüz elli yıla dayanan sosyal bir sorun olduğunu fark etmemizi sağlayacak ki bu da öncelikle sonu gelmez sahte-bilimsel evrim-karşıtı argümanlara yanıt verme çabasının beyhudeliğinin nedenini anlamamızı sağlayacak ve sorunun çözümünün de sosyal ve politik olandan geçtiğini gösterecek. İkincisi madalyonun diğer yüzünü ya da sorunun görünmez olan eksik parçasını “evrimcileri” görmemizi sağlayacak, böylece bulmacayı eksik parçayla çözmeye çalışmaktan kurtulmuş olacağız. Kısaca evrim ihtilafı sorununun evrimciler ve evrim-karşıtları tarafından ortaklaşa bir biçimde yaratıldığını iddia ediyorum ve eğer bunun kendini yeniden üretip duran kısır bir döngü olduğunu fark edersek bundan kendimizi kurtarmamızın, gerekli koşullar sağlandığında, mümkün olduğuna inanıyorum.

Umutlu olmamın nedenleri var; evrim karşıtlığı literatürü Amerika’daki yaratılışçılıkla Türkiye’deki arasındaki benzerliklere dikkat çeker, özellikle benzer sahte-bilimsel argümanların kullanılmasına. Bunun dışında, değinilmeyen bir diğer benzerlik de iki ülkenin de aşırı derecede kutuplaşmış olmasıdır. Ancak evrim ihtilafı kavramsallaştırmasında ABD ve Türkiye arasındaki farklara ve Türkiye’ye özgü yanlara da bakabiliriz. Dikkatimizi iki ülke arasındaki benzerliklerden farklara yönelttiğimizde ise ilk olarak bilimsel gelişme bakımından bir uçurumla karşılaşırız. ABD halkı evrim düşüncesini ve evrim biyolojisinin temel metinlerini başlangıcından bu yana ana dilinde okuyabilme ayrıcalığına sahipken, Türkiye’de evrim düşüncesine dair basılan yayınlar çok sınırlı sayıda, çok geç ve çoğunlukla kalitesiz ikincil kaynaklardan oluşur. Evrim düşüncesini irdeleyen temel kaynakların Türkçeye kazandırılması ve eleştirel bir şekilde okunmasının evrim ihtilafının çözümünde olumlu bir etkisi olacağına inanıyorum. Türkçedeki bu yetersizliğinin giderilmesi halinde, düşünce dünyamıza akacak yeni fikir ve bilgilerle, iki tarafın yenişememe durumunun -tarafları aşarak- üstesinden gelmemiz mümkün olabilir. Bir diğer farklılık ABD’de evrim karşıtlarının taban desteğinin temel olarak tek bir dini gruptan, Evanjelik Protestanlardan gelmesidir. Evanjelik Protestanların evrim karşıtlığı, evrim düşüncesinin ortaya çıkmasından sonra ona karşı literalist bir tepki ve ABD siyasetinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu ve başka özellikleri nedeniyle ABD’deki evrim karşıtlığının bir çıkmaz sokak olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de ise evrimi benimsemeyen farklı felsefi ve teolojik duruşların varlığı bir çeşitliliğe ve manevra yapma imkânına işaret eder. Bu nedenlerle Türkiye’de evrim ihtilafının yüz elli yıllık tarihine rağmen henüz kendi içinde bir çözülme potansiyeli barındırdığına inanıyorum.

Yaratılış Kongreleri

Henüz fazla ses getirmese de günümüz Türkiye’sinde evrim ihtilafının en aktif ve bence en önemli unsuru Bilimler Işığında Yaratılış Kongreleri'dir. Kısaca Yaratılış Kongreleri, çevre ya da taşra üniversiteleri diyebileceğimiz üniversitelerde ve çoğunlukla bu üniversitelerin akademisyenleri tarafından yaratılış düşüncesini evrim kuramına karşı desteklemek üzere düzenlenen akademik konferanslardır.

Yaratılış Kongreleri'nin tarihi biraz daha eskiye, bundan on yıl kadar öncesinde 2012 yılında Marmara Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve bariz sahte-bilimsel başlığıyla epey ses getiren sempozyumdu: Bilim Türler Arası Evrimi Neden Kabul Etmiyor? Bu sempozyum bildiğimiz kadarıyla üniversite bünyesinde gerçekleştirilen ilk kamusal evrim-karşıtı toplantıydı. Akademik ve bazı sol kesimlerin tepkisini çeken sempozyumun iptali için imza kampanyaları ve protestolar düzenlendi ancak sempozyum gerçekleştirildi. Ben o zaman da bu yazıda belirttiklerime benzer gerekçelerle sempozyumun engellenmemesi gerektiğine dair görüşlerimi belirtmiştim. Bu sempozyumdan beş yıl sonra 2017’de ilk Yaratılış Kongresi’nin Harran ve Üsküdar Üniversitelerinin işbirliği ile Şanlıurfa’da gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bunu takip eden her bir yılda da sırasıyla Türkiye’nin farklı illerindeki kamu üniversitelerinde Yaratılış Kongreleri gerçekleştirildi. Bu iller sırasıyla şöyle: Erzurum, Iğdır, Kütahya, Kütahya (online) ve içinde bulunduğumuz 2022 yılında da Van. Kongrelerin bilançosuna bakınca akademik açıdan oldukça “verimli” geçtiğini söyleyebiliriz. Çoğu çevre üniversitelerinden olmakla birlikle uluslararası katılımın da olduğu, onlarca üniversiteden yüzlerce akademisyenin bildiri sunduğu kongrelerin binlerce sayfalık kongre bildiri kitapları, web siteleri, Youtube videoları, başka kitap ve kitapçıkları yayınlandı. Kongrelerin son ve belki de en önemli çıktısı da konuyla ilgili bir derneğin, Bilimler Işığında Yaratılış Derneği’nin, kuruluşudur. Akademisyen ve öğrencilerin yanı sıra kongre katılımcıları arasında kongrenin düzenlendiği ilin siyasi ve yerel yöneticileriyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve sendika temsilcilerini de görüyoruz. Diyanet İşlerin Başkanı’nın kongrelerden birinin açılış konuşmasını online olarak yaptığını, bir diğer kongreye de Twitter üzerinden mesaj gönderdiğini özellikle belirtmek gerekir.

Yaratılış Kongreleri'nin içeriği ve eleştirisi

Yaratılış Kongreleri'nden, Şanlıurfa’da 2017’de gerçekleştirilen ilkine şahsen katıldım ve Kütahya’da pandemi nedeniyle çevrimiçi olarak gerçekleştirilen ikincisini de çevrimiçi olarak takip ettim. Pek çok farklı disiplinden çok sayıda katılımcıyla ve paralel oturumlar şeklinde gerçekleştirilen kongreleri elbette bütünüyle izlemem mümkün olmadı ve değerlendirmem de bu yüzden kısmi ve eksik olacak.

Biyoloji bilimini ilgilendiren sunumların çoğunluğunda argümantasyon, bir biyolojik olayın yeterli olmasa da bir ölçüde detaylı tasvirinin ardından bunun tesadüfen oluşup oluşamayacağının sorulması ve bu soruya olumsuz yanıt verilip bunun yaratılışın kanıtı olarak sunulması şeklinde gerçekleşiyor. 18. yüzyılın İngiliz din adamı ve düşünürlerinden William Paley’in doğal teolojisini andıran bu argümantasyon biçimi tarihsel olarak Darwin’in Türlerin Kökeni’ni önceleyen ve onun tarafından aşılmış bir argümantasyon biçimidir. Yaratılış Kongreleri'ndeki sık kullanımı bunun bazıları için bir ikna ediciliği olabileceğini işaret etse de, Türlerin Kökeni’nin varlığında en azından onunla etkileşime geçmeden bu argümanın sonuçlandırılması bence sadece, ikna olmak isteyenleri ikna edecektir ve aklında gerçekten soru işaretleri bulunan kişiler için ikna edici olmayacaktır. Evrimsel biyolojinin Türlerin Kökeni’ninden bu yana yüz elli yıldır aldığı yol ve açıklama gücünün artışı göz önüne alındığında da bu argümantasyon biçimi tamamen umutsuz görünüyor. Bu doğal teolojik argümanın yanı sıra Yaratılış Kongreleri'nde bol miktarda evrimin tesadüften ibaret olduğu, çoktan çöktüğü, sadece bir teori olduğu ya da zaten Darwin tarafından yanıtlanmış ara formların eksikliği gibi bir kısım sahte-bilimsel argümanlar da varlık gösteriyor. Bu bakımdan Yaratılış Kongreleri'nin biyoloji bilimi açısından evrim ihtilafına yeni bir katkı yapmaktan büyük oranda uzaktır. Zira entelektüel bir tartışmanın bir numaralı olmazsa olmazı, en azından basit olgular konusunda hassas olmak ve bunları hatasız bir şekilde bilmek ve aktarabilmektir.

Altıncı Yaratılış Kongresinin sonuç bildirgesinden aldığım şu üç madde üzerinden bu kongreleri irdelemeyi sürdürelim:

  1. İslâm dini bilimle çatışmaz.
  2. Bilim dünyası yaklaşık 200 yıldır materyalist felsefenin tesiri altındadır.
  3. Bilim, Allah’ın kâinattaki sanat eserlerini inceler.

Bu üç maddede yine realist de olsa farklı bir bilim anlayışının çerçevesi çiziliyor, böylesi bir bilimin ilkece mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu ihtimalin gerçekleştirilmesi pratikte mümkün olur mu ya da bu istenir bir şey midir ayrıca değerlendirilmesi gerekir ve bu yazının kapsamını aşan bir alanın, bilim felsefesinin kapsamındadır. Ne var ki bu iddialı plan aynı bildirinin altıncı maddesiyle akamete uğruyor:

  1. Herhangi bir ilmi veriye ve delile dayanmayan evrim bir türden başka bir türün tesadüfen, mutasyonlar ve doğal seçilim yolu ile ortak bir atadan meydana geldiğini ifade eden felsefi bir görüştür.

Bir kez daha Yaratılış Kongreleri sahte-bilimsel argümanlarla, basit bir olgu olan biyolojik evrim kuramının bu konuyla ilgili elimizdeki mevcut tek bilimsel kuram olduğu gerçeğinin üzerini örtmeye çalışıyor. İlk üç maddede tasvir edilen bir bilime ulaşmak belki mümkünse de en basit olguları çiğneyip geçmenin bunun yolu olmadığı bence kesin.

Yaratılış Kongreleri bize ne söylüyor?

Pek çok basit olguyla ilişkisi problemli olsa da Yaratılış Kongreleri en büyük katkısını yine basit birkaç olguyu gözlerimizin önüne sererek yapmaktadır. İlki Türkiye akademisinin durumunu tüm dünyanın gözleri önüne sermiştir; kutuplaşmış bir toplumun bölünmüş akademisi… İkincisi Türkiye’deki evrim-karşıtlığının Adnan Oktar ve takipçileriyle sınırlı olmadığını, pek çok alandan akademisyenin yanı sıra bol miktarda biyoloji profesörünün de evrim karşıtı olduğunu göstermiştir. Bu, Türkiye toplumunun evrim kuramını benimsemeyen kesiminin kendi içinden biyoloji profesörleri çıkarabildiğini gösteriyor. Bu koşullarda evrim savunucularının büyük harfle “Bilim”e atıf yapmaları, bilimin otoritesine başvurmaları beyhudedir, zira karşı tarafın da aynı “Bilim”e atıf yaparak karşı argüman geliştirmesi, aynı bilimsel otoriteyi kullanması pekâlâ mümkündür. Bu koşullarda herkes kendine yakın gelen tarafı seçmeyi tercih edecektir.

Bütün bunların bize gösterdiği temel gerçek şudur: Türkiye toplumu yüz elli yıldır evrim kuramını özümsemeyi başaramamıştır ve burada sorumluluk, bir ölçüde evrimi benimseyen ya da benimsemeyen akademik, kültürel elitlerdedir. Kolaya kaçarak, acelecilikle, daha iyisini yapabilme imkânının olmayışıyla ya da sadece bilimsel realizmin etkisiyle evrim kuramı yekpare bir bütün şeklinde görülmüş ve bir bütün halinde kabul ya da reddedilmiştir. Ancak yapılması gereken, bunun Batı toplumları içinden çıkan, bilimsel olduğu kadar da sosyal bir inşa olduğunun teslim edilmesi ve kendi toplumuzun iç dinamikleri uyarınca yeniden inşa edilmesiydi. Bu işin hâlâ yapılması gerekiyor ve evrim ihtilafının içinden tek çıkış yolunun bu olduğunu düşünüyorum. Bunun gerçekleşebilmesinin başlıca koşuluysa üniversitelerimizin şimdiye kadar hiç deneyimlemedikleri gerçek bir akademik özgürlüğe kavuşmasıdır.


Referanslar

Bloor, D. (1991). Knowledge and Social Imagery (2. baskı), University of Chicago Press.

Darwin, C. (2022). Türlerin Kökeni, İş Bankası Kültür Yayınları.

Levins, R. ve Lewontin, R. (1987). The Dialectical Biologist, Harvard University Press.