Bir Araştırma Alanı Olarak Evrim İhtilafı: C. Ozan Ceyhan’ın Eleştirilerine Yanıt

“Türkiye’de Evrim İhtilafı” başlığıyla yayımlanan yazım, kişisel iletişim yoluyla ve C. Ozan Ceyhan’ın yine Birikim Güncel’de yayınlanan yazısıyla eleştirildi. Ceyhan’a ayrıntılı ve aynı zamanda nazik eleştirileri için müteşekkirim. Bu yazı temel olarak kendisinin eleştirilerinin bir kısmını karşılamak üzere yazıldıysa da bu fırsatı aynı zamanda bir önceki yazımın bazı temel noktalarını daha açık seçik bir dille anlatmaya çalışmak için de kullanacağım.

Sonuç değil başlangıç, dışlama değil kapsama

Evrim ihtilafı yazıma, evrim kuramının şu an için ilgili olguları açıklayabilen elimizdeki yegâne bilimsel kuram olduğunu belirterek başlamıştım. Daha sonra bu ifadeyi yazı içinde bir kez daha tekrar etme gereği hissettim. Ancak bu cümlenin neden tam o şekilde yazıldığını açıklamam gerekiyor.

Bilimsel kuramlar; belirli tarihsel ve sosyal koşulların etkisi altındaki insan toplumlarının, karşılarına çıkan olguları açıklamak ya da sorunları çözmek üzere “bilimsel yöntemler” kullanarak yaptıkları üretimlerdir. Yani bence bilimsel kuramlar, zamansız ve mekânsız hakikatleri ifade etmiyorlar. Bilimsel kuramların en önemli özelliklerinden biri değişmeye, gelişmeye ve eleştiriye epeyce açık olmalarıdır. Evrim kuramı da bu tanıma uyar. Evrim bir gerçek, bir hakikat ya da bir olgu değil, olguları açıklamaya yönelik bir kuramdır.[1] Sosyal inşacılık olarak bilinen bu yaklaşım, İhtilaf Çalışmalarını da kapsayan Bilim ve Teknoloji Çalışmaları (Science and Technology Studies / STS) disiplininin temel dayanaklarından biridir. Sosyal inşacılık, en naif ve en yaygın haliyle bilimin bizi hakikate ulaştırdığını iddia eden bilimsel gerçekçilikle karşıtlık içindedir. Daha önceki yazımda evrim ihtilafı sorunun temel nedenlerinden birinin bu naif bilimsel gerçekçilik olduğunu söylemeye çalışmıştım, bu iddiamı bir kez daha yineleyeyim.

Evrim ihtilafının hem evrim savunucusu hem de evrim karşıtı her iki tarafından da ya evrim kuramını ya da sosyal inşacılığı itibarsızlaştırmak için bunu “sadece bir teori”cilikle eşitlemek isteyenler olacaktır. Bu eğilim, “öyleyse evrim kuramı sadece bir teoridir” ifadesinde vücut bulur. Her iki taraftan da gelecek bu iddiaya yanıtım şöyle: Evrim kuramı bilimsel bir kuramın/teorinin ulaşabileceği en yüksek itibara sahiptir ve en azından herhangi bir başka bilimsel kurama gösterilecek kadar itibarı hak eder. Ancak bu durum evrim kuramını tarihsel ve toplumsal koşulların olumsal bir sonucu olmaktan kurtaramaz, başka herhangi bir bilimsel kuram da bu akıbetten kurtulamaz ve asla hakikat iddiasında bulunamaz: Evrim kuramı ne “sadece bir teori” ne de bir “hakikat”tir.

Peki bu ifademi, yani evrim kuramının “şu an için yeryüzü yaşamının birliğini [ortak ata] ve çeşitliliğini açıklayabilen yegâne bilimsel kuram” olduğunu, neden “evrim ihtilafı” yazımda iki kez tekrarlamak ihtiyacı hissettim? Çünkü bir olgunun, yani biyolojik evrim kuramının şu an için biricikliği olgusunun altını çizmek istedim. Elimizde şu an için başka bilimsel bir kuram yok, ama ileride olabilir, hatta olacaktır. Ama bugün bilimden, bilimsellikten bahsedeceksek ve asgari entelektüel kifayet, dürüstlük ve cesaret iddiasında bulunacaksak bu olgunun kabul edilmesi gereklidir.

Ceyhan’ın da belirttiği gibi evrimin bu konuyla ilgili elimizdeki yegâne bilimsel kuram olduğu olgusunun kabulünün “tartışmanın ana zeminini oluşturması”nı istedim. Ama Ceyhan’ın düşündüğünün aksine bunu, tartışmaya nokta koymak için değil, bir başlangıç noktası belirlemek için yaptım. Amacım dışlamak değil, olabileceğim kadar kapsayıcı olmaktı. O yüzden Ceyhan’ın bu cümlemi aktarırken dahil etmemeyi tercih ettiği “şu an için” ifadesi benim niyet ettiğim anlamın korunması için son derece önemliydi:

Biyolojik evrim kuramı şu an için yeryüzü yaşamının birliğini ve çeşitliliğini açıklayabilen yegâne bilimsel kuram olsa da Türkiye’de büyük bir çoğunluk tarafından “tartışmalı bir teori” olarak algılanıyor.

Benim burada problematize ettiğim şey, evrimin bir hakikat olarak görülmemesi değil, onun bilimsel statüsünün, yani yüksek itibarlı bilimsel bir kuram oluşunun Türkiye’de büyük bir çoğunluk tarafından kabul edilmemesi ya da bilinmemesiydi.

Evrim ihtilafı nedir?

Kişisel iletişim yoluyla gelen eleştirilerden biri, yazının kilit kavramı olan “evrim ihtilafı” kavramsallaştırmamı açık ve seçik bir şekilde ifade edemeyişimdi. Bunun aslında meşru bir nedeni var, “evrim ihtilafı” kavramı henüz üretim bandını terk etmedi, yazım aslında bu çalışmanın bir ilk tanıtım yazısı ve bu olgunun hep birlikte tüm veçheleriyle incelenmesine başlanması için bir çağrıydı.

Şimdi bu yazıyı, evrim ihtilafı kavramını biraz daha açmak ve belirginleştirmek için bir fırsat olarak kullanacağım. Yazıda evrim ihtilafını birden fazla şekilde ifade etmiştim: “bir hazımsızlık kaynağı”, “evrim kuramının bilimsel statüsü ile onun kamusal algısı arasındaki uyuşmazlı[k]”, “evrim kuramının reddi sorunu”, “kendini yeniden üretip duran kısır bir döngü”. Bu tanımlamaların hepsinin hâlâ doğru olduğunu düşünüyorum.

Ama şimdi daha iyisini yapmaya çalışacağım.

Benim perspektifimden “evrim ihtilafı” birbiriyle bağlantılı farklı düzeylerdeki dört şeydir. Öncelikle evrim ihtilafı (1) toplumsal bir sorundur. (2) Bu toplumsal sorunun çözümünü amaçlayan bir kavramsallaştırmadır. (3) Bu kavramsallaştırmaya dayanan muhtemel bir akademik alandır. Ve son olarak (4) bu akademik alanın inşa edeceği tarihsel-sosyolojik bir olgudur. Bu sıralamayı her ne kadar bir neden-sonuç zinciri şeklinde ifade etmiş olsam da bir yandan da bu dört farklı şeyin ortaya çıkışında eşzamanlılık ve geribesleme döngülerini de belli belirsiz sezinliyorum.

Bu dört farklı şeyin biri hariç hepsine yazımda değinmeye çalıştım. Evrim ihtilafını bir toplumsal sorun olarak ortaya koyup, bu sorunu kavramsallaştırmayı denedim ve evrim ihtilafının tarihsel ve sosyolojik bir olgu olduğunu göstermeye çalıştım -bütün bunlarda ne kadar başarılı olduğum elbette tartışmaya açık- ama evrim ihtilafının bir akademik alan olarak kurulabileceği meselesine yazımda hiç değinmemiştim. Evrim ihtilafı kavramsallaştırmasının ve bu toplumsal sorunun çözümünü hedefleyen potansiyel araştırma alanının, “evrimi savunma etkinlikleri”nin de, yaratılış kongrelerinin de başarısız bir biçimde doldurmaya çalıştıkları boşlukların ikisini de doldurup onların yerini alacağını umuyorum. Hatta daha ileriye giderek, evrim ihtilafı kavramından yola çıkılarak oluşturulacak araştırma alanının evrimsel biyoloji alanıyla da etkileşime girerek bu alanı da dönüştürebileceğini hayal edebiliyorum. Bu elbette uzun vadeli, şu an için ütopik bir hedef olarak görülebilir.

Kısaca, evrim ihtilafı çalışmaları diyeceğim bu akademik alanın Bilim ve Teknoloji Çalışmalarından ilham alan çok disiplinli ve disiplinlerarası bir alan olması, hem beşeri hem de sosyal bilimlerden beslenmesi ve zorunlu olarak evrimsel biyolojinin kavram ve yöntemlerine de aşina olması gerekiyor.

Jonglörlük ve diğer bazı eleştirilere kısa yanıtlar

Ceyhan’ın yazıma yönelik eleştirilerinden birkaçının yukarıdaki netleştirme çabalarımla açıklığa kavuşturduğumu umuyorum. Yine de eleştirilerinin bazılarına özellikle değinmeliyim.

Ceyhan, evrim kuramının Batı Avrupa ülkelerindeki görece sancısız kabulünün altındaki tarihsel ve sosyolojik koşulları genel olarak Aydınlanma ile eşitlemiş görünüyor. Bu düşünce her ne kadar akla yatkın gelse de, bu türlü bir eşitlemenin mümkün olup olmadığı, Aydınlanma’yı da mümkün kılan birden fazla koşulun süreçte rol oynayıp oynamadığı, üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Ancak evrim kuramının Avrupa’da kabulünü kolaylaştıran tarihsel ve sosyolojik etkenlerden birinin, hatta ana etkenin Avrupa Aydınlanması olmasının bizim güncel sorunumuzun çözümüne nasıl bir katkısı olacağını bilemiyorum. Aksine bizi kendi özgül tarihsel ve sosyolojik koşullarımızı tanımlama/anlama sürecinden uzaklaştırma riski var.

Ceyhan, evrimin reddinin arkasında yatan temel motivasyona değinmekten kaçındığımı düşünüyor. Ona göre “evrim karşıtlığının temel sebebi ... kutsal kitaplardaki yaratılış anlatısının evrim kuramıyla çelişiyor olmasıdır”. Ceyhan’ın bu indirgemeci akıl yürütmesinin çok yaygın kabul gördüğü bir gerçek. Ben bu akıl yürütmeyi ifade etmekten kaçınmıyor, aksine reddediyorum. Hem evrim kuramını kabul eden hem de Ceyhan’ın “semavi dinler” demeyi tercih ettiği Akdeniz havzası kaynaklı dinleri benimseyen çok sayıda insan da bana katılacaktır. Ceyhan’a göre bu insanların varlığı bir anomali teşkil eder ya da benim için uygun gördüğü ifadeyle onlar da jonglörlük yapıyor olsa gerektirler.

Yine Ceyhan, “Türkiye’de ... evrimi benimsemeyen farklı felsefi ve teolojik duruşların varlığı bir çeşitliliğe ve manevra yapma imkânına işaret eder,” şeklinde ifade ettiğim tespitimin aksini iddia ediyor ve “Osmanlı’dan beri evrim karşıtlarının tek çıkış noktası, evrimin, yaratılış anlatısıyla çelişiyor olmasıdır,” diyor. Ceyhan’ın bu yaklaşımını bir kez daha indirgemeci olarak niteleyeceğim. Evrimi benimsemeyen gruplara daha yakından bakarsa eğer, benim gördüğüm çeşitliliği kendisinin de görebileceğine inanıyorum. Ancak bunu bir başka yazının konusu yapacağım.

Ceyhan, evrim ihtilafı kavramsallaştırmamı zorlama buluyor ve (1) nedensellik şartının çizdiğim tarihsel-sosyal anlatı “eksik” olduğu için ihtilaf söylemine dayanak olamayacağını ve (2) evrimi yegâne bilimsel açıklama olarak kabul etmemin tarafsızlık ilkesini ihlal ettiğini iddia ediyor. (1) Buradaki akıl yürütmenin biraz özensiz olduğunu belirtmeliyim. En kötü ihtimalle eğer tarihsel ve sosyal anlatım eksikse bunun nedensellik şartının eksik bir uygulaması olduğu iddia edilebilir. Elbette tek bir yazıda bütün tarihsel ve sosyal geri planı hakkıyla incelediğimi iddia etmeyeceğim. Bu zaman içinde tamamlanacak ve bir kişi tarafından gerçekleştirilemeyecek bir süreç. Ancak kendisinin de kabul ettiği gibi pek çok çıkarımım, evrim ihtilafının tarihsel ve sosyal koşullardan etkilendiğini açık bir şekilde göstermektedir. Dolayısıyla kendisinin “evrim tartışmaları” diyerek kavramsallaştırdığı hemen hemen aynı olguya ben “evrim ihtilafı” diyorum. Peki o zaman benim “evrim ihtilafı” kavramsallaştırmam ile Ceyhan’ın “evrim tartışmaları” arasındaki fark nedir? Bence Ceyhan’ın esas olarak problemli gördüğü nokta “tarafsızlık ilkesidir.” (2) Evrimin mevcut tek bilimsel açıklama olduğunu söylemem benim tarafsızlığıma halel getirir mi? Bunun işimi epey zorlaştırdığı kabul etmem gerekiyor. Ancak evrim ihtilafı araştırma alanının beklediği tarafsızlık, evrim kuramının toplum tarafından alımlanmasını etkileyen tarihsel ve sosyolojik koşulların incelenmesi sırasındaki tarafsızlıktır. Başka bir ifadeyle benim evrim kuramı hakkındaki düşüncelerimin evrim ihtilafını incelerken tarafları değerlendirmek için meşru bir zemin olmayacağını kabul etmem gerekir. Yani benim evrimi kabul ediyor olmam, evrimi, benimseyen veya benimsemeyen taraflardan birine karşı olumlu ya da olumsuz tutumumu meşrulaştıramaz. Burada geliştirdiğim tutumları kendi inançlarımdan bağımsız bir şekilde ve herkesin inceleyip kendi kararını verebileceği bir şekilde haklı çıkarmam gerekir. Dahası evrim ihtilafını farklı geri planlardan, farklı görüş ve tutumlardan araştırmacılar için bir araştırma alanı olarak öneriyorum. Bunun araştırma alanını tarafsızlığa bir nebze daha yaklaştıracağı kanısındayım.[2] Ayrıca yukarıda yaptığım bilimsel gerçekçilik eleştirisi ve evrimi değişmez bir hakikat olarak görmemem beni kesin bir taraf olmaktansa tarafsızlığa doğru itiyor.

Ceyhan, evrim ihtilafının ortaya çıkmasında suçu evrim savunucularına attığımı düşünüyor. Bunun, söylediklerimin bir miktar çarpıtılması olduğunu belirtmem gerekiyor. Dediğim şey, evrim ihtilafının ortaya çıkmasından hem evrim savunucularının hem de evrim karşıtlarının birlikte sorumlu oldukları, her iki tarafın aynı madalyonun farklı yüzleri olduklarıdır. Evrim karşıtı argümanlara verilen sonu gelmez cevaplar neden beyhude bir çabadır? Öncelikle bu tümüyle etkisiz olmasa bile verimsiz bir stratejidir. Hem evrim karşıtı argümanlar hem de onlara verilen yanıtlar büyük oranda ABD’deki literatürün Türkçeye çevrilmesinden, bazen de adapte edilmesinden ibaret. Bunun büyük bir entelektüel çaba gerektirmediğini ve papağanlık olduğunu belirtmeliyim. Kanımca hem evrim karşıtları hem de evrim savunucuları enerjilerini daha verimli stratejilere yöneltmelidir. Örneğin bu basit argümanlara papağanlık yapmak yerine evrimsel biyoloji literatürünün önemli eserleri Türkçeye kazandırılmış ve bunların aynı zamanda kritiği yapılmış olsaydı, bu evrimin Türkiye’de anlaşılması için çok daha büyük bir katkı olurdu.

Elbette çok yakın zamana kadar Türkiye’de bunu becerebilecek bir entelektüel birikim ve insan kaynağı yoktu. Ama artık olduğunu düşünüyorum. Ancak bu entelektüel birikim ve insan kaynağının aynı evrim savunuculuğu ve evrim karşıtlığı alışkanlıklarıyla boşa harcanması çok mümkün. Evrim ihtilafı alanının bu entelektüel atılım için gerekli “ideolojik” altyapıyı hazırlaması mümkün.

Ceyhan’ın yazısına başlık yaptığı ve “Jonglör Sendromu” dediği şey bir dilemmayı andırsa da gerçek bir dilemma değil. Çünkü Ceyhan’ın “yakıcı gerçekler” dediği her iki önerme de ne yakıcı ne de gerçek. Önermelerinden ilki “evrim kuramı, canlı çeşitliliğini açıklayan yegâne bilimsel açıklamadır”. Bu ilk önerme, şeklen neredeyse benim en az iki kez tekrar etmek zorunluluğu hissettiğim önermeme benzese de aynısı değil. Benim önermem zamana bağlı bir olguya işaret ederken Ceyhan’ınki zamansız, genel geçer bir önerme ve bu haliyle bilimsel kuramları tanımlamak için bence geçerli bir yaklaşım değil. Ceyhan’ın ilk önermesi, bulunduğumuz zaman için geçerli olsa da geleceğe karşı bağışık değil. Gelecekte aynı olguları daha iyi açıklayan başka bilimsel kuramlar ortaya atılabilir. İkinci önermeye gelirsek: “Semavi dinlerin yaratılış anlatısı, evrim kuramı ile çelişir.” Bu bence ve pek çok kişi açısından doğru olan bir önerme değil, dahası Katolik Kilisesi örneğinden de görülebileceği gibi kurumsal düzeyde evrim kuramı ile kendi öğretileri arasında çelişki görmeyen dinî kurumlar da mevcut. O yüzden elimizde herhangi bir yakıcı gerçek ya da sıcak metal toplar kalmadığından jonglörlük yapmaya da gerek yok. Bu ikinci önerme için vurucu cümleyi son paragrafa saklıyorum.

Burada Ceyhan’ın tüm eleştirilerinin esas dayanağına ve bu dayanağın kendisinin sandığı kadar sağlam olmayabileceğine işaret etme ihtiyacı hissediyorum. Nedir bu dayanak? Din-Bilim karşıtlığı. 19. yüzyılda geliştirilen din-bilim çatışması tezi, ne yazık ki pek çok kişi gibi Cumhuriyet’in kurucu kadrolarını da etkilemiş ve bu etkilenme bugün toplumca yaşadığımız kutuplaşmanın değirmenine su taşımıştır.

Din-Bilim çatışması tezi maalesef yaygın bir inanca dönüşmüştür ve evrim ihtilafının kaynaklarından biridir. Ne var ki çatışma tezi akademik olarak pek çok alternatifi olan bir tez. Bunların ayrıntısına şu an için giremeyeceğim ve sizi yeniden yazının son paragrafındaki alıntıya yönlendireceğim.

Gerçeklerin Ceyhan’ın tasavvur ettiği gibi katı ve yakıcı değil, aksine birbirlerine nazik ve sabit olmayan düğümlerle bağlı, sürekli değişip duran bir ağ oluşturduğunu düşünme eğilimindeyim. O yüzden illaki bir sirk metaforu kullanacaksak kendimi bir jonglör olarak değil, bu değişken nazik ağ üzerinde yolunu bulmaya çalışan bir akrobat/cambaz olarak tasavvur etmeyi tercih ederim.

Son olarak Ceyhan’ın yazımdan yaptığı bir başka yanlış yorumlamaya daha değinerek bu yazıyı sonlandırmak istiyorum. O da ABD ile Türkiye arasındaki benzerliklere dair. Ben yazımda benzerliklerdense farklılıklara işaret etmek istemiştim. Bu farklardan ilki ABD ile Türkiye arasındaki bilimsel gelişmişlik arasındaki uçurumdur. İkincisi ABD halkının evrim konusundaki birincil kaynaklara anadilinde ulaşabilme imkânıdır. Türkiye’nin bu dezavantajlarını göz önünde bulundurduğumuzda toplumun evrimi kabul oranlarının olması gerekenden düşük değil, yüksek olduğu bile iddia edilebilir. Ki bu yüksekliği açıklamak da evrim ihtilafının araştırma sorularından biri olmalıdır.

Ceyhan’ın yazısının son paragrafını aynen alıntılıyorum:

Oysa yapılması ya da en azından dile getirilmesi gereken çok basit. Laik, bilimsel eğitimi savunmak, geleneklere ve inançlara bilimi ve eğitimi kurban etmemek. Bunun dışında söylenecek her söz, takınılacak her tavır, jonglörlükten başka bir işe yaramayacaktır.

Ceyhan’ın bize önerdiği, status quonun devam etmesinden başka bir şey değil. Evet kendisinin de dediği gibi status quoyu korumak yapılabilecek en basit, en kolay iş ancak bunun bizi hiçbir yere götürme şansı yok. Karanlığa karşı aydınlık retoriğinin pek sevilen militarist metaforlarına özenecek olursam, bu, herkesin kendi mevziisini korumaya çalıştığı bir siper savaşından başka bir şeyle sonuçlanmaz. Benim önerim ise çoğulcu ve kapsayıcı bir barışa ulaştıracak yolu bulmaya çabalamak.

Yazımı, Ceyhan’ın bir diğer yazısında atıf yaptığı ünlü evrimsel genetikçi Dobzahansky’den bir alıntıyla sonlandırmak istiyorum:

Yaratılış ve evrimi birbirini dışlayan alternatifler olarak görmek hatalıdır. Ben bir yaratılışçıyım ve de bir evrimci. Evrim Tanrı’nın ya da Doğa’nın yaratma yönetimidir. Yaratılış milattan önce 4004 yılında olup bitmiş bir olay değil, yaklaşık 10 milyar yıl önce başlamış ve sürmekte olan bir süreçtir.[3]


[1] Elbette evrim kuramı, pek çok bilimsel gerçek ve bilimsel olgu içerir: Canlıların birliği ve çeşitliliği, evrim kuramı tarafından açıklanan böylesi olguların başlıcalarındandır.

[2] Mutlak tarafsızlığın ilkece mümkün olmadığını düşünüyorum.

[3] Dobzhansky, T. (1973). “Nothing in Biology Makes Sense except in the Light of Evolution”, The American Biology Teacher, 35(3): 125–129.


Görsel: Eugene Zhyvchik