Evrim Karşıtlığı ya da Jonglör Sendromu

Murat Gülsaçan’ın Türkiye’deki Yaratılış Kongreleri’ni ele aldığı, 30 Aralık 2022 tarihli ve “Türkiye’de Evrim İhtilafı: Yaratılış Kongreleri Bize Ne Söylüyor?” başlıklı yazısının, evrim tartışmalarında faydalı bir beyin fırtınasının fitilini ateşleyeceğini umuyorum. Tartışmayı genişletmek amacıyla pek az dile getirilmiş çok kıymetli doğru tespitlerinin altını çizmeye ve bir o kadar kritik yanlışları da nedenleriyle ayrıntılandırarak izah etmeye çalışacağım.

Evrim kuramının canlı çeşitliliğini açıklayan mevcut tek bilimsel kuram olduğunun belirtilmesi tartışmanın ana zeminini oluşturması bakımından çok önemli. Bu konuda bir ihtilaf yok. Gülsaçan, evrim kuramının neden herkesi ikna etmediği sorusuna ise doğru ama eksik bir cevap veriyor. Batı Avrupa ülkelerinde evrimin diğer ülkelere göre daha sancısız kabul edilmesinin arkasında “tarihsel ve sosyolojik koşullar” olduğu doğru, eksik olan bu koşulların adının konmasında. O koşulların genel adı, geleneksel sosyal, dinî ve politik kabullerin reddedilip yerine aklın öne çıkarılmasını savunan Aydınlanma’dır. İfadedeki bu eksikliğin sebebi, yazının geneline de sirayet eden, evrimin kabul edilmemesindeki temel motivasyonun ne olduğuna değinmekten kaçmakta yatıyor. En özet ifadesiyle evrim karşıtlığının temel sebebi, semavi dinlerin yaygın olduğu bölgeler özelinde, kutsal kitaplardaki yaratılış anlatısının evrim kuramıyla çelişiyor olmasıdır. Aydınlanma sayesinde kutsal kitapların yaratılış hikâyeleri sorgulanabilmeye başladığı için evrimin de tartışılması ve kabul edilebilmesi Batı Avrupa’da daha kolay olabilmiştir.

Osmanlı’ya evrimin ideolojik bir akım olarak girdiği doğrudur. Gülsaçan’ın isabetle ifade ettiği gibi, Batı Avrupa seviyesinde modern bilim kurumları olmaması bunun başlıca sebebidir. Evrimi savunanlar bile evrimi tam olarak anlamamışlardır. Dönemin en ünlü evrim kuramı popülerleştiricilerinden Subhi Edhem’e göre Osmanlı’da özel olarak evrim ve genel olarak doğa bilimlerinin anlaşılabilmesi için ne kitap ne hoca ne de enstitü vardır. Tekâmül ve Kanunları (1913) başlıklı kitabın yazarı Edhem Necdet de evrim kuramının ayrıntılarına vâkıf olmadığını itiraf eder. Yine de temel itibarıyla canlıların ortak bir atadan, zaman içinde değişerek türleşmesi sonucu ortaya çıktığında, yani evrim sonucu meydana geldiklerinde mutabıktırlar. Evrimi savunanlar için durum böyle ancak Gülsaçan evrim karşıtları için durumun ne olduğunu açıklamadan geçiyor.

Türkiye ve ABD’nin evrim karşıtlığında benzerlik gösterdiği de doğrudur. Otuz dört ülke arasında yapılan araştırmada, katılımcılara “Bugün bildiğimiz şekliyle insanoğlu, daha önceki hayvan türlerinden ortaya çıkmıştır” ifadesine katılıp katılmamalarına göre verilen cevaplarda ABD ve Türkiye evrim karşıtlıklarıyla son iki sırayı paylaşmıştır. ABD’de 1985-2020 yılları arasında evrimin kabulündeki değişimi inceleyen bir başka araştırmaya göre evrim kuramının kabulündeki artışta toplumda eğitim seviyesinin yükselmesi, bilim okuryazarlığının artması ve dinî muhafazakârlığın gerilemesinin etkili olduğu görülür. Ayrıca ABD’de yüz yıldır evrim kuramının okullarda müfredata girmesi için verilen mücadelenin de önemli bir payı olduğu söylenebilir.

Gülsaşan’ın iddiasının aksine, evrim karşıtlığının ABD’de Protestan muhafazakârlığından doğan tek kaynaklı, Türkiye’de ise farklı ve çeşitli felsefi ve teolojik duruşlara dayandığını görmüyoruz. Osmanlı’dan beri evrim karşıtlarının tek çıkış noktası, evrimin, yaratılış anlatısıyla çelişiyor olmasıdır. Özellikle Adem’in “maymundan” geldiğini iddia etmek, evrimi küfür olarak kabul etmek için yeterlidir. Evrim tartışmasının kilit noktası da burasıdır zaten. Canlılar değişerek başka türlere dönüşür mü, yoksa (özellikle insan) müstakil olarak ve mükemmel şekilde, aşkın ve sonsuz kudret sahibi bir varlık tarafından mı yaratılmıştır?

Bu noktada sorulması gereken soru, neden başka bilimsel kuramlarda, örneğin atom kuramlarında ya da levha tektoniği kuramında değil de evrim kuramında bu tartışmanın yaşandığıdır.

Gelelim ihtilaf meselesine. Gülsaçan var olduğunu iddia ettiği ihtilafı kurarken bunun bilimsel bir ihtilaf olmadığını belirterek aslında problemi büyük oranda ortadan kaldırıyor. Zira, evrimin yegâne bilimsel açıklama olduğunu söyledikten sonra, ihtilaf olarak nitelendirilmesi için gerekli şartlardan “tarafsızlık” ilkesi zorunlu olarak ihlal ediliyor. Nedensellik şartını sağladığını iddia ettiği tarihsel ve sosyal anlatının eksikliğini de ifade ettiğimiz için onu da ihtilafa dayanak olarak göstermek mümkün görünmüyor.

Yazıdaki doğru bölümlerden bir diğeri, Türkiye’de evrim karşıtlığının Amerika kökenli olduğu safsatasının ifşasıdır. Yukarıda kısaca değindiğimiz gibi evrim karşıtlığının kökenleri, evrim fikrinin Türkiye’ye girişine, yani Osmanlı dönemine kadar uzanır. Bu doğru tespitin hemen ardından, bir parça zorlamayla inşa edilen evrim ihtilafının çözümünün yüz elli yıllık tarihsel olguya odaklanarak çözüleceğini iddia ediyor. Daha da kötüsü bu muhayyel ihtilafın ortaya çıkmasında, evrim kuramını savunanları ve “evrim karşıtlığı” kavramsallaştırmasında ısrar edenleri suçluyor. Gülsaçan, detaylarını vermediği ve açıklamaya muhtaç iki soru bırakıyor:

-Evrim-karşıtı argümanlara yanıt vermek neden beyhude bir çabadır?

-Evrimciler, canlı dünyası için yegâne geçerli açıklama olan evrimi savunarak var olduğu iddia edilen ihtilafın hangi bağlamda sorumlusudurlar?

Yazının son kısmında detaylı incelemesi yapılan yaratılış kongreleri, böyle bir ayrıntıyı hak edecek bilimsel ya da felsefi niteliğe sahip değildir. Yaratılış Kongreleri, İslâm inancının yaratılış kabulü ile tek bilimsel açıklama olan evrim kuramının çelişkisinden doğan problemin, yani evrim karşıtlığının bilimsel ve felsefi bir savunusunu yapma çabasından ibarettir. Bu kongrelerin bilimsel ya da felsefi olarak değil, politik ve sosyolojik olarak ele alınması gerekir. Bu bölümdeki bir diğer çelişki ise, evrimi savunanların bilimsel otoriteye başvurmasının evrim tartışmasında beyhude olmasıdır. Gülsaçan’a göre, evrim karşıtları da biyoloji profesörleri çıkarabiliyorsa, onlar da aynı bilime atıf yapabilirler. Halbuki bu iddia yazının başında ortaya konan, evrimin yegâne bilimsel açıklama olduğu iddiasıyla çelişir. Türkiye’de evrim karşıtı biyoloji profesörlerine kadro verilebilmesi, Türkiye’nin yanlış politikalarının sonucudur. Evrim yegâne bilimsel açıklama olarak varlığını devam ettiriyor.

Jonglör Sendromu

Sonuç olarak elimizde iki tane yakıcı gerçek bulunuyor:

-Evrim kuramı, canlı çeşitliliğini açıklayan yegâne bilimsel açıklamadır.

-Semavi dinlerin yaratılış anlatısı, evrim kuramı ile çelişir.

Bu iki gerçek, ikisini de aynı anda elinizde tutamayacağınız kadar yakıcı ve ağırdır. Belirli bir anda yalnızca birini elinizde tutabilirsiniz. Bu da sizi bir jonglör gibi bu yakıcı gerçekleri havada çevirmeye zorlar. Çünkü ikisini de aynı anda ele aldığınızda hiçbir şey olmamış gibi devam edemezsiniz; ya bunları havada çevireceksiniz ya da gerçekle yüzleşip başka bir eylem alacaksınız. Gülsaçan, bu yakıcı gerçeklerle yüzleşmek yerine hem topları havada çeviriyor hem de haksız yere suçu evrimi savunanlara atıyor.

Oysa yapılması ya da en azından dile getirilmesi gereken çok basit. Laik, bilimsel eğitimi savunmak, geleneklere ve inançlara bilimi ve eğitimi kurban etmemek. Bunun dışında söylenecek her söz, takınılacak her tavır, jonglörlükten başka bir işe yaramayacaktır.

Kaynaklar

Jon D. Miller vd. "Public Acceptance of Evolution", Science, 313, 2006, s. 765-766, https://www.science.org/doi/10.1126/science.1126746

Jon D. Miller vd. “Public acceptance of evolution in the United States, 1985–2020”, Public Understanding of Science, 31(2), 2022, s. 223–238, https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/09636625211035919#bibr39-09636625211035919

Ozan Ceyhan, “Evrim bir ‘devlet-millet’ sorunudur”, T24, 21 Haziran 2017, https://t24.com.tr/haber/evrim-bir-devlet-millet-sorunudur,410354